“Bunu yapma!” diyen hizmetçi, milyonerin gözü önünde zalim üvey anneye kafa tuttu.
.
.
Sarıyer’de Bir Cesaret Hikayesi
Sarıyer’in deniz kokan serin havasında, lüks bir villa yükseliyordu. Villanın mermer zeminlerinde yankılanan ayak sesleri, dışarıdaki sakin doğayla tezat oluşturuyordu. İçeride yaşananlar ise dışarıdaki güzellikten çok uzaktı. Meryem Korkmaz, 15 yıldır hizmetçilik yapıyordu. Çalıştığı evlerde hep saygılı, sessiz ve itaatkâr bir hizmetçi olmuştu. Ancak o gün, siyah üniforması ve beyaz önlüğüyle ayakta dururken, parmağını Canan Özdemir’e doğrultmuş, tüm nezaket kurallarını bir kenara bırakmıştı.
Canan, 7 yaşındaki oğlu Berk’e karşı acımasız davranıyordu. Tekerlekli sandalyesinde oturan Berk, büyük kahverengi gözleriyle bu beklenmedik sahneyi izliyordu. Yanında duran babası Rıfat ise, eve geldiğinde karşılaştığı bu manzara karşısında donup kalmıştı.
Meryem, kapıyı araladığında gördükleri karşısında kanı donmuştu. Canan, hareket zorluğu yaşayan küçük Berki yerde sürünerek temizlik yapmaya zorluyordu. Çocuk masanın üzerindeki portakal suyunu dökmüştü ve Canan bunu fırsat bilmişti. Meryem’in içinde fırtınalar kopuyordu.
“Böyle bir durumda siz ne yapardınız? İşinizi mi korurdunuz yoksa savunmasız bir çocuğu mu kollardınız?” diye sordu kendi kendine. Villanın her köşesi lüks nefes alıyordu; mermerler, kristal avizeler, değerli tablolar… Ama bu güzelliğin altında yaşanan insanlık dramını gizleyemiyordu.
Meryem’in zihnindeki kamera, bu kontrasta odaklandı: maddi zenginlik ile manevi yoksulluk arasındaki çelişki. Canan’ın soğuk mavi gözleri, Meryem’in cesareti karşısında önce şaşkınlık, sonra öfke yansıtıyordu. Canan, böyle basit bir hizmetçiden böyle bir karşı duruş beklemiyordu. Üst dudağı hafifçe büzülürken, sınıf farkını hatırlatmaya hazırlanıyordu.

“Sen kimsin ki bana böyle konuşuyorsun?” diye tısladı Canan. Sesindeki buzul soğukluğu odayı doldurdu. Meryem’in sesi titriyordu ama kararlılığı sarsılmıyordu: “Ben bir hizmetçiyim ama bundan önce bir anayım ve anneler çocukları korur.”
Berk’in küçük elleri tekerlekli sandalyesinin kollarını sıkıca kavramıştı. Gözlerinde korku ve umut karışımı vardı. Sonunda biri onun için ayağa kalkmıştı, biri onu savunmuştu. İki yaşında kaybettiği annesinden sonra ilk kez birinin gerçekten onu koruduğunu hissediyordu.
Rıfat’ın zihninde fırtınalar kopuyordu. Altı ay önce evlendiği karısı ile iki yıldır yanlarında çalışan sadık hizmetçisi arasında tercih yapmak zorundaydı. Yeni evliliğinin huzurunu mu koruyacaktı yoksa oğlunun güvenliğini mi ön planda tutacaktı? Meryem’in sesindeki titreme öfkeden değil, bastırdığı duygulardan geliyordu. Sivas’tan İstanbul’a göç etmiş, hep saygılı davranışını korumuştu. Ama şimdi, küçük Berk’in yaşadığı acı, kendi kızı Nazlı’nın erken doğduğu o korku dolu günleri hatırlatıyordu. O anne içgüdüsü, tüm sosyal normları yok saymasına neden olmuştu.
Sessizlik ağırlaşırken, üç yetişkin arasındaki gerilim doruğa çıkıyordu. Canan’ın mükemmel makyajının altında gizlenen gerçek yüzü, Meryem’in cesareti sayesinde ortaya çıkmaya başlıyordu. Ama en kritik an şimdi geliyordu. Rıfat Özdemir, hangi tarafı seçecekti? Karısının masumiyetine mi inanacak, yoksa oğluna iki yıldır bakan hizmetçinin sözlerine mi kulak verecekti? Çünkü Meryem henüz söyleyecek çok şeyi olduğunu biliyordu ve bu gerçekler, Özdemir ailesinin kaderini sonsuza dek değiştirecek güçteydi.
O kritik anın cevabını vermeden önce, üç hafta öncesine dönelim.
Canan ile Rıfat’ın düğün töreni, İstanbul’un seçkin çevrelerinin konuştuğu bir olaydı. Ama Meryem o gün bile tehlike sinyallerini görmüştü. Yeni gelin, Berk’e karşı davranışında özenle hesaplanmış bir soğukluk sergiliyordu. Babasının yanındayken mükemmel üvey anne rolü oynuyor, yalnız kaldıklarında ise buz gibi davranıyordu. Meryem’in deneyimli gözleri, bu tiyatral performansı fark etmekte gecikmemişti.
Eyüp’teki mütevazı evlerinde, 9 yaşındaki kızı Nazlı ile yaptığı konuşma hala kulağında yankılanıyordu:
“Anne, Canan teyze neden Berk’i sevmiyor?”
Meryem elini kızının saçlarında gezdirirken düşünmüştü: “Bazen insanların kalpleri göründüklerinden farklı olur kızım.”
Meryem’in gözlem yetisi, Canan’ın psikolojisini çözmekte zorlanmamıştı. Eski model kadın, kariyerinin sonuna yaklaşırken, Rıfat’ta finansal güvenlik bulmuştu. Ama Berk’in varlığı hem duygusal hem ekonomik bir tehdit oluşturuyordu. Çocuğun tedavileri için harcanan her kuruş, Rıfat’ın oğluna gösterdiği her ilgi, Canan’ın zihninde kendi konumuna yönelik bir saldırı olarak algılanıyordu.
Bu basit bir kötülük değildi. Canan, görünüme değer veren bir toplumun ürünüydu. Yaşlanma korkusu, maddi kaygılar ve sevgisizlik onu bu hale getirmişti. Meryem ise tam tersine gerçek annelik acısını yaşamıştı. Nazlı erken doğduğunda, aylarca hastanede geçirdiği günlerde bir annenin çocuğunu kaybetme korkusunu derinden hissetmişti. Bu yüzden Berk’e baktığında kendi kızının yaşayabileceği acıları görüyordu. Çocuğun gözlerindeki sessiz çığlık, onu derinden etkiliyordu.
Canan’ın zalimliği korku kaynaklıydı. Rıfat’ın sevgisini kaybetme, yerini başkasına kaptırma endişesi her gün büyüyordu. Berk’in her ihtiyacı, babasıyla paylaştığı her an, Canan’ın güvensizliklerini tetikliyordu.
İlk ciddi işaret geçen hafta gelmişti. Rıfat işteyken Canan’ın yaptığı soğuk davranışları aşmıştı. Meryem, o gün asla unutamayacağı bir sahneye tanık olmuştu. Perşembe günü saat 14:30. Rıfat önemli bir iş toplantısı için çıkmıştı. Canan evde yalnız olduğunu düşünürken, Meryem cüzdanını almak için geri dönmüştü. Salon kapısından gelen hafif sesler dikkatini çekti. Kapının aralığından baktığında gördükleri onu derinden sarstı.
Canan, Berk’in tekerlekli sandalyesindeki özel minderi çıkarmış, çocuğu rahatsız edici bir pozisyonda oturmaya zorlamıştı. Küçük Berk’in yüzündeki acı ifadesi Meryem’in ana yüreğini parçaladı.
“Baban senin kaprislerine servet harcıyor,” diyordu Canan. Tırnaklarını düzeltirken, “Hayatın kolay olmadığını öğrenmelisin. Acı, karakter inşa eder. Annen seni çok şımartmış.” İşte o cümle Meryem’in tahammül sınırını aşmıştı. Ölen anneye yapılan bu saygısızlık sadece fiziksel işkenceyi değil, duygusal yıkımı da beraberinde getiriyordu.
Berk’in gözlerinden akan yaşlar, annesinin hatırasına yapılan haksızlığın acısını yansıtıyordu. Öğleden sonraki güneş, Fransız pencerelerden salona süzülürken, bu kontrast Meryem’i derinden etkiledi. Doğanın güzelliği ile insanlığın çirkinliği arasındaki bu çelişki onu harekete geçirmeye itti.
Berk’in sessiz çığlığı, Meryem’in kendi geçmişindeki en karanlık anıları canlandırdı. Nazlı’nın erken doğduğu o günlerde doktorların hayatta kalma şansı düşük dediği anlarda yaşadığı çaresizlik geri geldi. O dönemde güçsüz bir annenin evladını koruyamama korkusunu yaşamıştı. Şimdi karşısında başka bir çocuğun benzer çaresizliği yaşadığını görüyordu. Ama bu sefer farklıydı. Bu sefer müdahale edebilirdi.
Canan’ın davranışlarındaki psikolojik boyut da göz ardı edilemezdi. Bu kadın, kendi güvensizliklerini savunmasız bir çocuktan çıkarıyordu. Yaşlanma korkusu, maddi kaygılar ve sevgi açlığı onu bu zalimliğe sürüklüyordu.
Meryem o anda kritik kararını verdi. İşini kaybetme riski, sosyal normları çiğneme endişesi hiçbiri önemli değildi. Karşısında acı çeken bir çocuk varken başka hiçbir şey önemsizdi. İşte bu yüzden o lüks salonun ortasında parmağını Canan’a doğrultmuş duruyordu.
Üç haftalık sessiz gözlemin, o perşembe günkü korkunç tanıklığın ve şu anki adaletsizliğin ağırlığıyla konuşuyordu.
Rıfat’ın şaşkın bakışları arasında Meryem cesaretini topladı. Anlatacak daha çok şeyi vardı. Berk’in yaşadığı fiziksel acı sadece görünen kısmıydı. Asıl dramı oluşturan çocuğun duygusal yıkımıydı. Ve şimdi bu gerçekleri açığa çıkarma zamanı gelmişti.
Rıfat Bey’in, oğlunun gerçekte ne yaşadığını öğrenme hakkı vardı.
Meryem’in sesi, adaleti arayışın titreşimiyle yükselmeye hazırlanıyordu.
Rıfat’ın şaşkın bakışları karşısında Meryem nefes aldı ve konuşmaya başladı. Sesi titriyordu ama kararlılığı sarsılmıyordu:
“Rıfat Bey, oğlunuz bugün sadece fiziksel acı çekmedi. Canan Hanım ona annesinin hatırasını aşağıladığını söyledi.”
Bu sözler salondaki gerilimi bir anda doruğa çıkardı. Rıfat’ın yüz ifadesi değişti. Gözlerinde hem şaşkınlık hem de artan endişe belirdi.
Canan hemen savunmaya geçti:
“Bu saçmalık! Ben sadece çocuğa disiplin öğretmeye çalışıyorum. Bir hizmetçinin sözüne mi inanacaksın?”
Ama Meryem durdurulamayacağını biliyordu.
“Hafta boyunca sessizce izledim. Siz yokken Berk’e nasıl davrandığınızı gördüm. Çocuğunuz her gün biraz daha içine kapanıyor, biraz daha sessizleşiyor.”
Rıfat oğluna baktı. Gerçekten de son haftalarda Berk’in daha çekingen olduğunu fark etmişti. Çocuğun gülümsemesi azalmış, babasıyla sohbet etme isteği kaybolmuştu. Ama bunu yeni aile düzenine alışma süreci olarak yorumlamıştı.
“Söyle bana oğlum, sana kötü davranan oldu mu?” dedi Rıfat, sesinde artan bir endişeyle.
Küçük Berk, üvey annesine ve babasına bakarak kararsız kaldı. Küçük yüreğinde korku ve umut savaşıyordu. Meryem teyze ona yardım etmeye çalışıyordu. Ama ya babası kızarsa?
Meryem çocuğun tereddüdünü gördü ve devam etti:
“Rıfat Bey, bugün evinize döndüğümde Berk’in tekerlekli sandalyesindeki özel minderi çıkarılmış buldum. Çocuğunuz ağrı içinde ders çalışmaya zorlanıyordu.”
Bu detay Rıfat’ı derinden sarstı. O minder, Berk’in rahat oturabilmesi için özel olarak yaptırılmıştı. Çıkarılması çocuğa gereksiz acı vermekten başka bir anlam taşımıyordu.
Canan’ın sesi yükseldi:
“Bu iftira! Ben sadece çocuğun rahatlığa alışmamasını istiyorum. Hayat kolay değil.”
“Hayat kolay olmayabilir,” dedi Meryem, sesindeki kararlılık artarak, “Ama bir çocuğa kasıtlı acı vermek de eğitim değildir.”
Bu noktada Berk artık susamamıştı. Küçük sesiyle titreyerek konuştu:
“Baba, teyze bana annemin beni çok şımarttığını söyledi ve acı çekmem gerektiğini söyledi.”
Bu sözler Rıfat’ın kalbinde bir şey kırdı. Ölen karısının hatırasına yapılan bu saygısızlık onu derinden yaraladı. Gözleri Canan’a çevrildiğinde artık orada tanıdığı kadını görmüyordu.
Bir aile başı olarak en zor kararıyla karşı karşıyaydı. Altı aylık evliliği mi koruyacak, yoksa oğlunun güvenliğini mi ön planda tutacaktı?
Aile ilişkilerinde en önemli şey nedir sizce? Huzur mu yoksa adalet mi?
Meryem’in cesareti sadece kendi geleceğini değil, bu ailenin kaderini de değiştiriyordu. Çünkü bazı gerçekler bir kez açığa çıktığında artık görmezden gelinemez.
Salonun havası ağırlaşırken herkesin nefesi tutulmuş gibiydi.
Rıfat’ın vereceği karar sadece o an için değil, gelecek için de belirleyici olacaktı. Ve o karar, yaklaşmakta olan sürprizlerle birlikte hiçbirinin beklemediği sonuçlar doğuracaktı.
Rıfat’ın gözleri, oğlunun yüzündeki acı izlerini tarıyordu. Berk’in son sözleri kalbinde derin bir yara açmıştı. Ölen karısının hatırasına yapılan saygısızlık onu hem baba hem de eş olarak sarsıyordu.
Sessizlik uzadıkça salon daha da ağırlaşıyordu. Canan’ın soğuk mavi gözleri, durumun kontrolden çıktığını anlayan birinin paniğini yansıtıyordu. Meryem ise kararlı duruşunu koruyarak, sonuçları ne olursa olsun doğruyu söylemiş olmanın huzuruyla bekliyordu.
“Canan,” dedi Rıfat, sesindeki sıcaklık tamamen kaybolmuştu, “Bu doğru mu? Gerçekten Berk’e böyle mi davrandın?”
Canan’ın cevabı beklendiği gibi savunmacıydı:
“Rıfat, bu kadın senin aklını çelmeye çalışıyor. Ben sadece çocuğa disiplin öğretmeye çalıştım. Onu güçlü yapmak istedim. Çocuk dediğin…”
Meryem’in sesi kesildi:
“Onun adı Berk ve o sizin oğlunuz. Güçlendirmek için acı vermek gerekmez.”
Bu sözler Rıfat’ın dikkatini çekti. Canan gerçekten de Berk’in adını kullanmak yerine “çocuk” diyordu. Bu küçük detay aslında büyük bir gerçeği ortaya koyuyordu.
Rıfat, tekerlekli sandalyesindeki oğluna yaklaştı ve dizlerinin üstüne çöktü.
“Berk, bana bak oğlum. Sana ne zaman böyle davrandı?”
Küçük Berk’in gözleri doldu.
“Baba, sen işe gittiğinde teyze bana kötü sözler söylüyor. Annemi kötülüyor.”
Bu son cümle Rıfat için son damlaydı. Ayağa kalktığında artık farklı bir adamdı. Altı aylık evliliği ile oğlunun güvenliği arasında seçim yapması gerekiyordu ve tercihi netleşmişti.
“Canan, bavullarını topla. Bu evden çıkmanı istiyorum.”
Canan’ın şaşkınlığı hemen öfkeye dönüştü.
“Sen aklını mı kaçırdın? Bir hizmetçinin sözüne inanıp karını mı kovuyorsun?”
“Seni kovan ben değilim,” dedi Rıfat. Sesindeki kararlılık hiç titremiyordu.
“Seni kovan kendi davranışların. Bir çocuğa böyle davranmak kabul edilemez.”
Meryem bu gelişmeleri sessizce izliyordu. Cesaretinin bu sonucu doğuracağını tahmin etmişti ama yine de üzülüyordu. Bir ailenin dağılmasına sebep olmak istemezdi. Ama Berk’in güvenliği her şeyden önemliydi.
Canan son bir hamle daha denedi.
“Rıfat, düşün. Ben gidersem yalnız kalacaksın. Kim sana bakacak?”
“Ben yalnız değilim,” dedi Rıfat, gözlerini oğluna çevirerek.
“Berk’im var. Ve duraksadı, Meryem’e baktı ve onu koruyan insanlar var.”
İşte o anda Rıfat beklenmedik bir karar aldı. Meryem’e döndü ve konuştu:
“Meryem Hanım, size bir teklifim var. Sadece hizmetçi olarak değil, Berk’in sorumlusu olarak çalışır mısınız? Maaşınızı iki katına çıkarıyorum. Oğlumun refahından siz sorumlu olacaksınız.”
Bu teklif Meryem’i şaşırttı. Sadece işini korumayı umarken daha büyük bir sorumluluk teklif ediliyordu.
Ayrıca devam etti Rıfat:
“Kızınız Nazlı da Berk’le aynı okula gidebilir. Masraflarını ben karşılarım.”
Meryem’in gözleri doldu. Bu sadece bir iş teklifi değil, bir aile olmaya davet edilmekti.
“Rıfat Bey, ben kabul ediyorum,” dedi Meryem.
Berk seslendi, “Meryem teyze, siz kabul ediyor musunuz?”
O anda herkes anladı ki bu karar sadece o günkü krizi çözmeyecek, yepyeni bir başlangıca da kapı açacaktı.
Meryem’in gözlerindeki yaşlar mutluluk ve şaşkınlığın karışımıydı. Bu teklif sadece kendisi için değil, kızı Nazlı için de hayatlarını değiştirecek bir fırsattı.
Rıfat Bey dedi Meryem, sesini toparlayarak:
“Bu çok büyük bir sorumluluk. Emin misiniz?”
“Hiç bu kadar emin olmamıştım,” cevapladı Rıfat.
“Siz bugün oğlumu korudunuz. Ben ise kendi evimde olup bitenden habersizdim. Bu benim hatam ve telafi etmek istiyorum.”
Canan bu gelişmeleri inanamayarak izliyordu.
“Rıfat, sen ne yapıyorsun? Bir hizmetçiye bu kadar yetki vermenin…”
“Canan, lütfen git artık,” diye sözünü kesti Rıfat.
“Bu konuşma bitti.”
Canan’ın çıkışı salona farklı bir hava getirdi. Gerginlik azalıyor, yerini umut dolu bir atmosfer alıyordu. Berk’in yüzündeki korku ifadesi kaybolmuş, yerine çekingen bir gülümseme yerleşmişti.
“Meryem teyze,” dedi Berk, “Nazlı gerçekten benim okulumda mı okuyacak?”
“Eğer anne izin verirse, evet,” dedi Rıfat, Meryem’e bakarak.
Meryem hala şok halindeydi. Dokuz yaşındaki kızının özel okula gidebilmesi hayalini bile kuramadığı bir şeydi.
“Ben buna layık mıyım acaba?”
“Layık olmak değil,” dedi Rıfat. “Hak etmek önemli ve siz bugün bunu hak ettiniz.”
Ertesi günlerde villa tamamen değişmeye başladı. Meryem’in sorumlulukları artmış ama aynı zamanda ailenin gerçek bir parçası olmaya başlamıştı.
Nazlı hafta sonları Berk’le vakit geçirmeye geliyordu ve iki çocuk arasında güzel bir dostluk filizleniyordu.
“Anne,” dedi Nazlı bir akşam, “Berk çok akıllı. Matematik ödevlerinde bana yardım ediyor. Sen de ona Türkçe kitapları okuyorsun.”
Gülümsedi Meryem. “İkiniz birbirinize iyi geliyorsunuz.”
Bu hikayeyi beğendiyseniz beğenmeyi unutmayın ve deneyimlerinizi yorumlarda paylaşın.
Rıfat da değişiyordu. İş hayatından daha az vakit ayırıp oğluyla daha çok zaman geçirmeye başlamıştı. Akşam yemeklerinde üçü birlikte sohbet ediyor, Meryem’in anlattığı Sivas hikayelerini dinliyorlardı.
“Meryem Hanım,” dedi Rıfat bir akşam, “Sizce ben kötü bir baba mıyım?”
“Hayır,” cevapladı Meryem içtenlikle. “Sadece bir süre gözleriniz kapalıydı. Şimdi açıldı.”
“Peki ya eş olarak ikinci evliliğimde de başarısız oldum.”
Meryem düşündü. “Rıfat Bey, ‘Aşk kör eder’ derler ama gerçek aşk, çocuklarımızı koruyanları sevebilenlerdir.”
Bu sözler Rıfat’ı derinden etkiledi. Meryem’in sadece ev işlerinde değil, hayat konularında da ne kadar bilge olduğunu anlıyordu.
Haftalar geçtikçe Berk bambaşka bir çocuk olmuştu. Tekerlekli sandalyesinde daha özgüvenli oturuyor, sürekli gülümsüyor, babasıyla uzun sohbetler ediyordu. Fizik terapistleri bile ilerlemesine şaşırıyordu.
“Baba,” dedi Berk, “Meryem teyze bizim gerçek ailemizden mi?”
Rıfat oğlunun bu sorusuna nasıl cevap vereceğini düşündü.
“Oğlum, aile kan bağıyla oluşmaz. Sevgiyle oluşur ve birbirini koruyanlar aile olur.”
“O zaman Meryem teyze bizim ailemiz,” dedi Berk.
Bir şekilde bu sözleri duyan Meryem’in gözleri doldu. Yıllardır özlediği aile sıcaklığını bu villada bulmuştu. Ve en önemlisi kızı Nazlı’ya daha iyi bir gelecek sağlayabiliyordu.
Ama en büyük değişim Rıfat’ta oluyordu. Artık hangi kadının gerçekten kendisini ve oğlunu sevdiğini anlayabiliyordu ve bu kadın belki de hiç beklemediği yerden çıkmıştı.
Altı ay sonra Sarıyer’deki villa bambaşka bir yerdi. Bahçede Nazlı ve Berk’in kahkahaları yankılanıyor, mutfaktan Meryem’in geleneksel börek kokusu yayılıyordu.
Rıfat, ofis penceresinden bu manzarayı izlerken hayatının hiç bu kadar huzurlu olmadığını düşünüyordu. Meryem artık sadece bir hizmetçi değildi, evin gerçek kalbi olmuştu.
Nazlı da Berk’le aynı özel okula başlamış, ikisi ayrılmaz dostlar olmuşlardı. Her öğleden sonra Nazlı, Berk’e kitap okur, o da ona matematik ödevlerinde yardım ederdi.
“Anne,” dedi Nazlı bir akşam, elinde yeni aldığı İngilizce kitapla, “Berk bana öğrettiği kelimelerle şiir yazmayı öğretti.”
Meryem gülümsedi. “Göster bakalım.”
“Arkadaşlık sevgi demektir. Aile birlikte olmaktır,” diye okudu Nazlı gururla.
Bu saf sevgi ifadesi Meryem’in yüreğini ısıttı. Kızının bu kadar mutlu olduğunu görmek, aldığı tüm risklerin karşılığını veriyordu.
Akşam yemeğinde üçü birlikte masaya oturdular. Bu artık onlar için kutsal bir ritüeldi.
Rıfat, iş stresini evde bırakmayı öğrenmiş, Berk’in günlük maceralarını dinlemeyi en büyük zevki haline getirmişti.
“Baba,” dedi Berk, “Bugün okulda Nazlı beni korudu. Büyük çocuklar bana takıldığında onlara çok güzel cevap verdi.”
“Ne dedi?” diye sordu Rıfat merakla.
“Arkadaşım güçlüdür çünkü kalbi temizdir,” dedi Berk gülümseyerek.
Rıfat ve Meryem bakıştılar. Bu çocukların birbirinden öğrendikleri değerler onları da etkiliyordu. Meryem’in Nazlı’ya öğrettiği değerlerle Rıfat’ın Berk’e aktardığı ilkeler birleşince ortaya güzel bir uyum çıkıyordu.
İki farklı dünyadan gelen iki aile gerçek bir bütün oluşturmuştu.
“Meryem Hanım,” dedi Rıfat, çocuklar bahçede oynarken, “Size bir şey sormak istiyorum.”
“Buyurun,” dedi Meryem.
“Siz beni sadece işveren olarak mı görüyorsunuz?”
Meryem’in yanakları kızardı. Bu soruyu beklememişti.
“Bu çok karmaşık bir durum,” dedi.
“Karmaşık mı? Bence çok basit,” dedi Rıfat gözlerini ondan ayırmadan.
“İki yetişkin, iki çocuk, dört kişi, bir aile.”
Meryem’in kalbi hızla çarpıyordu.
“Rıfat Bey, sınıflar arası fark var. Ben Sivaslı basit bir kadınım. Ama ben oğlumu korumak için işini riske atan cesur bir kadına aşık olmuş İstanbullu bir adamım,” dedi Rıfat içtenlikle.
Bu söz Meryem’i şaşırttı. “Aşk” kelimesi aralarında ilk kez telaffuz ediliyordu.
“Çocuklar ne der?” diye fısıldadı.
“Onlara soralım,” dedi Rıfat gülümseyerek.
Nazlı ve Berk’i çağırdıklarında çocukların tepkisi şaşırtıcıydı.
“Siz evlenecek misiniz?” diye sordu Nazlı heyecanla.
“Bu size nasıl geliyor?” diye sordu Rıfat.
“Biz zaten aile değil miyiz?” dedi Berk masum gözlerle.
Sadece kağıt eksikti. Çocukların bu saflığı her şeyi özetliyordu. Gerçek aile belgelerde değil, kalplerde yaşıyordu.
Aradan bir yıl geçti. Meryem ve Rıfat’ın nikahı, basit ama anlamlı bir törenle kıyıldı. Nazlı ve Berk’in sevinçleri düğünün en güzel süsüydü.
Şimdi aynı villada dört kişi yaşıyor, dört kalp aynı ritimde çarpıyordu.
Meryem’in cesareti sadece Berk’i kurtarmakla kalmamış, dört kişilik bir ailenin doğmasına sebep olmuştu.
“Anne,” dedi Nazlı bir gün, “O gün babamı korkmadın mı?”
“Çok korktum kızım,” itiraf etti Meryem. “Ama bazı şeyler korkudan daha önemlidir.”
“Nasıl anlarız neyin daha önemli olduğunu?”
“Kalbin sana söyler. Savunmasız birini korumak gerektiğinde kalbin doğru olanı gösterir.”
Rıfat bu konuşmayı duyduğunda karısının ne kadar bilge olduğunu bir kez daha anladı.
Canan’ın ne olduğunu hiç öğrenemediler. Duyduklarına göre başka zengin bir dulun peşine düşmüş ama orada da uzun sürmemişti.
Bazen, dedi Rıfat bir akşam, hayattaki en güzel hediyeler en beklenmedik şekilde gelir.
“Mesela,” diye sordu Meryem, “mesela bir hizmetçi işini riske atarak ailemin kurtarıcısı olması.”
Bu hikaye gerçek aşkın ve cesaretin gücünü gösteriyordu. Meryem’in “Bunu yapma!” diye haykırdığı o an, sadece bir çocuğu kurtarmakla kalmamış, dört kalpli bir ailenin doğmasına vesile olmuştu.
Cesaret korkunun yokluğu değildir. Cesaret, korkuya rağmen doğru olanı yapmaktır. Ve bazen o doğru karar, hayatımızı sonsuza kadar değiştirir.
Bizimle bu yolculukta olduğunuz için teşekkürler. Abone olmayı unutmayın. Çünkü cesaret ve sevgi dolu hikayeler paylaşmaya devam edeceğiz.