Hamile kadına yardım ettiği için geç kalan bekar baba kovuldu… Ama o kadın tüm şirketin sahibiydi.

Bir Sabah, Bir Karar, Bir Hayat
Karşıyaka’da iki odalı dairesinde saat altıda çalan alarm, Cemal’i her zamanki gibi uyandırdı. Üç yıldır aynı rutini tekrarlıyordu: Sol elini uzatıp karısının eskiden yattığı yastığa dokunmak. Tabii ki artık orada kimse yoktu, sadece soğuk bir kumaş parçası ve yalnızlığın acı hatırası. Mutfakta her sabah olduğu gibi Zeynep’in ona evliliklerinin üçüncü yılında aldığı kahve fincanında Türk kahvesi yaptı. Kahvenin kokusu yayılırken, gözleri oturma odasındaki aile fotoğrafına takıldı. Genç bir baba olarak Burak’ı kucağında tutuyor, yanında gülümseyen Zeynep… O kazadan önce çekilen son fotoğraflardan biriydi.
“Baba, günaydın!” Burak’ın neşeli sesi Cemal’i derin düşüncelerinden çekip çıkardı. Sekiz yaşındaki oğlu okul önlüğünü giymiş, çantasını hazırlamıştı. Cemal, oğlunun bu erken saatlerdeki canlılığına hep şaşırırdı; sanki dünya ona sınırsız umutlar sunuyormuş gibi.
Kahvaltı sırasında Burak merakla babasına baktı:
“Baba, bugün müdür beyle konuşacaktın değil mi? Terfi için…”
Cemal’in içi burkuldu. Çocuk her şeyi anlıyordu aslında. Geçen ay elektrik faturasını ödemekte zorlandıklarını, okul kayıtları için para biriktirmek zorunda olduklarını… Sekiz yaşında bir çocuğun bilmemesi gereken şeylerdi bunlar.
“Evet Burak, Selim Bey’le konuşacağım. Her şey yoluna girecek, göreceksin.”
“İnşallah baba. Sen çok çalışkan ve iyi bir adamsın. Müdür Bey bunu mutlaka anlayacak.”
Burak’ın inancı Cemal’in omuzlarındaki yükü daha da ağırlaştırıyordu. Eğer bugün terfi alamazsa durumları gerçekten zorlaşacaktı.
Burak’ı okula bıraktıktan sonra otobüse bindi. İzmir trafiği her zamanki gibi yoğundu ama Cemal buna alışmıştı. Arslan Lojistik’e konaktan her sabah aynı güzergahı kullanarak gidiyordu. Otobüsten inerken saatine baktı: 08:15. Mükemmel, 15 dakika erken gelmişti. Bu da Selim Bey’le konuşmak için ideal zamanı yakaladığı anlamına geliyordu. Cumhuriyet Caddesi’nde yürürken bu sabahın hayatını nasıl değiştireceğini bilmiyordu henüz.
Şirketin bulunduğu sokağa sapacakken yerde oturan bir kadına gözü takıldı. Hamile bir kadındı; çok hamile. Kaldırımda çömelmiş, karnını tutarak inliyordu. Yanından geçen insanlar onu fark edip hızla uzaklaşıyorlardı. Cemal durdu. Kadın genç görünüyordu, sade giyinmişti, yüzü acıdan bembeyaz kesilmişti. Saatine bir daha baktı, şirkete sadece 15 dakika kalmıştı. Eğer geç kalırsa Selim Bey’in tepkisini çok iyi biliyordu. Adam disiplin konusunda katıydı ve hiçbir mazeret kabul etmezdi. Ama kadın yardıma ihtiyacı vardı, açıkça doğum sancıları çekiyordu.
Cemal’in aklından karısı Zeynep geçti. O da Burak’ı doğururken ne kadar korkmuştu, ne kadar yalnız hissetmişti hastanede. Eğer o gün yalnız olsaydı, kimse yardım etmeseydi…
“Hanımefendi, iyi misiniz?” diye sordu kadına yaklaşarak.
Kadın başını kaldırdı. Gözlerinde yaş vardı ama bakışlarında umut pırıltısı belirdi birden.
“Bebeğim çok erken geliyor. Yardım edin lütfen.”
Cemal tekrar saatine baktı. 9 dakika kalmıştı sadece. 9 dakika sonra Selim Bey’in odasında olması gerekiyordu. Terfi konuşması için, Burak’ın geleceği, ekonomik durumları, her şey bu konuşmaya bağlıydı. Ama önünde acı çeken bir insan vardı. Vicdanı ile gelecek kaygısı arasında sıkışmış Cemal, o an ne yapacağını bilemedi.
Kadın tekrar inledi. Elini karnına bastırırken “lütfen” dedi soluk soluğa. Cemal kararını verdi. Telefonunu çıkarıp taksi çağırdı.
“Konum Cumhuriyet Caddesi. Acil hastane lazım,” dedi operatöre. Sonra kadına döndü:
“Adım Cemal. Sizi hastaneye götüreceğim. Her şey yoluna girecek.”
Kadının gözlerindeki rahatlama Cemal’in doğru karar verdiğini hissettirdi ona. İşi kaybetse bile vicdanıyla huzur içinde yaşayabilecekti.
Taksi geldiğinde saat 9:30’u geçmişti. Cemal kadına destek olarak onu arabanın arka koltuğuna oturttu. Şoför başta tereddüt etti, hamile kadının durumu ciddiydi ve aracını kirletme riski vardı. Cemal birkaç banknot uzatırken “Bu acil durum,” dedi. Kadın araba boyunca inlemeye devam ediyordu.
“İsmim Cemal,” dedi sakin bir sesle, “Sizin adınız ne?”
“Ayşe,” diye fısıldadı kadın nefes nefese. “Ayşe Kara, bebeğim çok erken geliyor. Henüz 8 ay. Çok korkuyorum.”
Cemal’in içi burkuldu. Zeynep’in doğum günü geldiğinde nasıl telaşlandığını hatırladı. O zaman her şey planlanmıştı. Doktor hazırdı, hastane çantası aylar öncesinden hazırlanmıştı. Ama bu kadın yapayalnızdı, sokak ortasında…
“Her şey yolunda olacak Ayşe Hanım, sen güçlü bir kadınsın. Bebeğin de güçlü olacak.”
İzmir trafiği yoğundu. Şoför alternatif yollar deniyordu ama ilerlemek neredeyse imkansızdı. Cemal’in telefonu çalmaya başladı. Arayan Selim Bey’di.
“Arslan, neredesin sen? Toplantı 9’da başlayacaktı!”
“Selim Bey, bir acil durum var. Hamile bir kadın doğum yapıyor. Hastaneye götürüyorum.”
“Ne acil durumu? Senin işin bu değil. Hemen şirkete gel. Yoksa işine son veririm.”
Hat kapandı. Cemal telefonu kapatırken ellerinin titrediğini fark etti. Bu işe ne kadar ihtiyacı olduğunu Selim Bey biliyordu. Üç yıldır aynı şirkette çalışıyordu. Hiç geç kalmamıştı. Hiç sorun çıkarmamıştı.
Ayşe sanki düşüncelerini okumuş gibi konuştu:
“Cemal Bey, işiniz yüzünden sorun yaşıyorsunuz. Beni bırakın, ben idare ederim.”
“Asla,” dedi Cemal kararlılıkla. “Sizi yalnız bırakamam. İş bulunur ama vicdan huzuru paha biçilemez.”
Taksi tekrar durmuştu. Önlerinde trafik sıkışıklığı kilometre boyunca uzanıyordu. Şoför sinirlenmeye başlamıştı.
“Beyim bu trafik açılmayacak gibi. Belki ambulans çağırmak daha iyi olur.”
Cemal durumu değerlendirdi. Ambulans gelse bile bu trafikte ilerleyemezdi. Ayşe’nin sancıları şiddetleniyordu ve bekleyecek zamanları yoktu.
“Yan yolları kullanın,” dedi şoföre. “Paralel sokaklardan gidelim.”
Telefonu tekrar çaldı. Bu sefer arayan küçük Burak’tı okuldan.
“Baba, müdür bey kızgınmış. Sekreterin sen gelmeyince bağırmaya başlamış. İşini kaybettin mi?”
Cemal’in yüreği sıkıştı. Oğlunun sesindeki endişeyi duyabiliyordu. Burak her şeyi anlıyordu. Küçük yaşına rağmen durumlarının ne kadar kırılgan olduğunu biliyordu.
“Burak, baba şu an çok önemli bir şey yapıyor. Hamile bir kadına yardım ediyorum. Sen biliyor musun? Bazen doğru olanı yapmak bize pahalıya mal olabilir ama vicdanımızla yaşamak daha önemli.”
“Anlıyorum baba. Sen hep doğru olanı yaparsın. Ben sana güveniyorum.”
Bu basit güven ifadesi Cemal’in gözlerini yaşarttı. Oğlu ona ne kadar güveniyordu. Bu güveni hak ediyor muydu?
Ayşe Cemal’in oğluyla konuşmasını duymuştu.
“Kaç yaşında oğlunuz?” diye sordu sancılar arasında.
“Sekiz yaşında. Burak, üç yıl önce annesini kaybettik.”
“Çok üzgünüm. O zaman siz de yalnız büyütüyorsunuz çocuğunuzu.”
“Evet, kolay değil. Ama çocuklar umudumuz değil mi? Onlar için her fedakarlığı yapmaya değer.”
Ayşe’nin gözlerinde anlayış parladı.
“Siz gerçekten iyi bir insansınız Cemal Bey. Oğlunuz şanslı.”
Sonunda hastaneye vardıklarında saat 9:30’u geçmişti. Cemal Ayşe’yi hastane girişine kadar destekledi. Hemşireler hemen tekerlekli sandalye getirdi ve onu doğumhaneye götürdüler.
“Yakınınız mısınız?” diye sordu hemşire Cemal’e.
“Hayır, sokakta buldum. Yardıma ihtiyacı vardı.”
Hemşire şaşkınlıkla baktı ona. “Günümüzde kaç kişi yabancı birine böyle yardım ederdi ki?”
Cemal bekleme salonuna oturdu. Telefonu tekrar çaldı yine. Selim Bey:
“Arslan, son şansım bu. Eğer bir saat içinde burada olmazsan işine kesinlikle son veriyorum. Bu sefer ciddi söylüyorum.”
Cemal saatine baktı, 10:30’du. Hastaneden şirkete gitmesi en az yarım saat sürerdi. Ama Ayşe’yi yalnız bırakamayacağını biliyordu.
“Selim Bey, anlayın lütfen. Bu kadın tamamen yalnız. Kimsesi yok.”
“Beni ilgilendirmez. Senin işin bu değil. Bu son uyarım.”
Hat tekrar kapandı. Cemal ellerini yüzüne gömdü. Ne yapacağını bilmiyordu artık. İşini kesin kaybetmişti ama pişman değildi.
Tam o sırada doktor çıktı.
“Ayşe hanımın yakını mısınız?”
“Hayır doktor. Sokakta yardım ettim sadece.”
“Anlıyorum. Hem anne hem bebek sağlıklı. Erken doğum oldu ama tehlike geçti. Ayşe Hanım sizinle konuşmak istiyor.”
Cemal odaya girdiğinde Ayşe’yi kucağında bebeği ile gördü. Yorgun ama mutluydu.
“Cemal Bey, size nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum. Siz bir melek gibisiniz.”
“Ben sadece doğru olanı yaptım. Ayşe Hanım, bebeğinizin sağlıklı olması yeterli ödül.”
Ayşe çantasından bir kart vizit çıkardı.
“Eşinizi kaybettiğinizi duydum. Belki size yardım edebilirim.”
Cemal kartı aldı ama bakmadı bile. “Teşekkür ederim ama gerek yok. Her şey yoluna girecek.”
Hastaneden çıkarken telefonunu kontrol etti. Selim Bey’den üç kaçırılmış arama daha vardı. Artık aramıyordu. Bu işinin bittiği anlamına geliyordu. Ama garip bir şekilde Cemal kendini huzurlu hissediyordu. Eve dönerken nasıl bir değişim fırtınasının kendisini beklediğini bilmiyordu.
Eve geldiğinde saat 12’yi geçmişti. Burak okuldaydı. Henüz bu ona biraz düşünme zamanı tanıyordu. Oturma odasına geçip koltuğa çöktü. Karısının fotoğrafına baktı uzun uzun.
“Zeynep!” diye fısıldadı. “Doğru mu yaptım? Sen olsaydın ne yapardın?”
Tabii ki cevap alamadı. Ama içten bir ses ona doğru olanı yaptığını söylüyordu. Zeynep de aynısını yapardı, o da hiç tereddüt etmeden yardım ederdi o kadına.
Öğlen saatlerinde Burak okuldan döndü. Çocuk babasının evde olduğunu görünce şaşırdı.
“Baba neden evdesin? İşte olmaman gerekmiyor mu?”
Cemal oğlunu yanına oturttu. Ona gerçeği anlatmanın zamanı gelmişti.
“Burak sana bir şey anlatmam lazım. Bu sabah işe giderken hamile bir kadın gördüm. Çok hasta ve yalnızdı. Onu hastaneye götürdüm.”
“İyi yapmışsın baba. Anne de hamile kadınlara hep yardım ederdi.”
“Ama bu yüzden işime geç kaldım ve müdür bey kızdı. İşimi kaybettim Burak.”
Çocuğun yüzü değişti. Bir an sessiz kaldı. Sonra babasının elini tuttu.
“Baba, sen kötü bir şey yapmadın. Sen iyi bir adamsın. Anne de seni böyle seviyordu zaten.”
Bu basit sözler Cemal’in gözlerini yaşarttı. Sekiz yaşındaki çocuğu ondan daha olgun davranıyordu.
“Peki ya okul harçları? Ya faturalar?” diye sordu Burak endişeyle.
“Bir çözüm bulacağız aslanım. Ben hep buldum. Bu sefer de bulurum.”
Öğleden sonra iş arama sitelerinde vakit geçirdi Cemal. CV’sini güncelledi, başvurular yaptı. Ama İzmir’de muhasebeci pozisyonu bulmak kolay değildi. Özellikle de acil ihtiyacı olan biri için. Akşam saatlerinde Burak ödevlerini yaparken Cemal mutfakta akşam yemeği hazırlıyordu. Basit bir makarna vardı evde, biraz da peynir. Lüks değildi ama idare ederlerdi.
“Baba,” dedi Burak ödevlerine ara verirken, “bugün sınıfta öğretmen bize yardımlaşma hakkında bir hikaye okudu.”
“Nasıl bir hikaye?”
“Bir adam bir kuşa yardım ediyor. Sonra o kuş da ona yardım ediyor. Öğretmen dedi ki, ‘İyilik yapan kişiye iyilik geri dönüyormuş.’”
Cemal gülümsedi. “Çok güzel bir hikaye bu.”
“Sence de senin yaptığın iyilik geri dönecek mi?”
“Bilmiyorum oğlum. Ama önemli olan iyiliği karşılık beklemeden yapmak.”
Gece Burak uyuduktan sonra Cemal oturma odasında tek başına kaldı. Faturalara baktı. Elektrik, su, telefon, kira, biriken borçlar vardı zaten. Bir de şimdi maaş geliri kesilmişti. Cebindeki kart viziti çıkardı. Ayşe Kara, danışman yazıyordu üzerinde. Telefon numarası ve bir adres vardı. Ama bu kartı kullanmak ona doğru gelmiyordu. O kadına yardım etmişti çünkü yardıma ihtiyacı vardı, karşılık beklemek için değil.
Ertesi sabah erkenden kalktı. Burak’ı okula bıraktıktan sonra şehir merkezindeki iş bulma kurumuna gitti. Sıra uzundu. Kendisi gibi iş arayan onlarca insan vardı. Sırası geldiğinde danışman kadın CV’sine baktı.
“Güzel bir özgeçmişiniz var Cemal Bey ama maalesef muhasebe alanında şu anda çok fazla pozisyon yok. Belki başka sektörlere de bakabilirsiniz.”
“Üç yıldır aynı alanda çalışıyorum. Başka ne yapabilirim ki?”
“Satış, müşteri hizmetleri, güvenlik… Seçenekler var ama maaşlar tabii ki daha düşük olacak.”
Cemal başını salladı. Seçeneği yoktu. Her türlü işi kabul etmek zorundaydı.
İş bulma kurumundan çıkarken telefonu çaldı. Tanımadığı bir numaraydı.
“Cemal Bey mi? Ben Ayşe. Dün hastanede tanıştık.”
“Ayşe Hanım, nasılsınız? Bebeğiniz iyi mi?”
“Çok iyiyiz. Teşekkür ederim. Size kart vizitimi vermiştim. Eğer müsaitseniz yarın öğleden sonra bir görüşme yapmak isterim.”
Cemal tereddüt etti.
“Ayşe Hanım, ben karşılık beklemek için yardım etmedim.”
“Biliyorum Cemal Bey ama dinleyin beni lütfen. Yarın Büyük Efes Oteli’nde buluşabilir miyiz? Saat üçte.”
“Büyük Efes Oteli mi? Orası çok pahalı bir yer…”
“Lütfen gelin. Size anlatacaklarım var.”
Telefon kapandı. Cemal şaşkınlık içindeydi. Bu kadın kimdi? Neden bu kadar ısrarcıydı? Eve dönerken aklında bir sürü soru vardı. Ama bir taraftan da umut doğmaya başlamıştı içinde. Belki de Burak’ın dediği doğruydu. Belki iyilik gerçekten geri dönüyordu insana.
Ertesi gün Cemal sabahtan itibaren huzursuzdu. Büyük Efes Oteli İzmir’in en lüks otellerinden biriydi. Böyle bir yerde Ayşe ile ne konuşacaklarını merak ediyordu. Burak’ı okula bıraktıktan sonra eski kıyafetlerini gözden geçirdi. En iyi gömleğini, tek takım elbisesini seçti. Aynada kendine baktığında yorgun ve endişeli bir adam gördü. Üç yıllık yalnızlık ve maddi sıkıntılar yüzüne yansımıştı.
Öğle saatlerinde bir arkadaşından arama geldi. Eski iş yerinden Mehmet arıyordu.
“Cemal, Selim Bey seninle ilgili konuşuyor hala. Çok kızgın. Sorumsuz adam diye bahsediyor senden.”
“Boşver Mehmet. Zaten çalışmak istemezdim artık öyle bir adamın altında. Ama ya yeni iş bulamazsam?”
“Bulacağım bir şekilde, iyi insanların yanında çalışacağım.”
Saat iki buçukta evden çıktı. Otobüsle şehir merkezine indi. Büyük Efes otelinin önünde durduğunda biraz çekingenlik hissetti. Kapıcılar bile pahalı üniformalar giyiyordu. Lobiye girdiğinde büyüklük ve lüksten etkilendi. Mermer zemin, kristal avizeler, deri koltuklar… Burası onun dünyası değildi.
Resepsiyona yaklaştı.
“Ayşe Hanım ile görüşme var. Saat üçte.”
Resepsiyon görevlisi bilgisayarına baktı.
“Ayşe Kara mı? Evet. Sizi bekliyor. Asansörle en üst kata çıkın lütfen.”
En üst kat mı? Cemal daha da şaşırdı. Bu kadın hakikaten kimdi? Asansör yavaşça yükselirken Cemal’in kalbi hızlandı. Belki de bu buluşma bir tuzaktı. Belki de kadın çok zengin birinin karısıydı ve ona teşekkür etmek istiyordu.
Asansör kapıları açıldığında karşısında lüks bir koridor vardı. Sadece bir kapı görünüyordu koridorun sonunda. O kapıya doğru yürüdü. Kapıyı çaldığında tanıdık bir ses, “Girin,” dedi. İçeri girdiğinde gördüğü manzara onu şoke etti. Büyük bir toplantı salonuydu burası. Şehrin manzarasına bakan büyük pencereler vardı. Masanın etrafında on kişilik toplantı düzeni kurulmuştu ve masanın başında Ayşe oturuyordu. Ama dünkü Ayşe değildi. Bu şık bir iş elbisesi giymiş, saçları düzgünce toplanmış, makyajlı ve çok güvenli görünüyordu. Kollarında dünkü bebeği vardı.
“Hoş geldiniz Cemal Bey. Lütfen oturun.”
Cemal donup kalmıştı.
“Ayşe Hanım, siz… bu… şaşırdınız değil mi?”
“Normal. Ben dün size gerçeği söylemedim.”
Cemal yavaşça masaya yaklaştı. Masanın üzerinde belgeler vardı ve bir tabela: Arslan Lojistik yönetim kurulu toplantısı.
“Arslan Lojistik…” diye kekeleyerek sordu Cemal. “Bu benim çalıştığım şirket.”
“Evet. Ve ben bu şirketin kurucusu ve tek sahibiyim. Adım Ayşe Arslan Kara.”
Cemal’in dünyası başına yıkıldı. Bir sandalyeye tutunarak dengede kalmaya çalıştı.
“Ama ama siz dün sokaktaydınız. Yalnızdınız. Nasıl?”
Ayşe gülümsedi.
“Geçen hafta şirketimi ziyaret etmeye gelmiştim. Hamileliğim nedeniyle kimse beni tanımadı tabii. Toplantı salonunda beklerken sancılarım başladı. Aceleyle dışarı çıktım ve sokakta doğum yaptım.”
“Anlamıyorum… siz milyoner misiniz?”
“Milyarder aslında ama bu önemli değil. Önemli olan dün sokakta kimsenin bana yardım etmemesi. Onlarca insan geçti yanımdan. Hiçbiri durmadı. Sadece siz durdunuz.”
Cemal hala şok halindeydi.
“Peki şirketimde çalıştığımı biliyor muydunuz?”
“Hayır, kart vizitinizi aldığımda öğrendim ve çok şaşırdım. Çünkü benim şirketimde çalışan biri kendi patronunun hayatını kurtarmış ama bunun karşılığında işini kaybetmişti.”
Ayşe bebeği kucağından bırakıp ayağa kalktı. Pencereye yürüdü ve İzmir manzarasını izledi.
“Cemal Bey, ben bu şirketi on yıl önce kurdum. Küçük bir lojistik firmasıydı. Şimdi Türkiye’nin en büyük lojistik şirketlerinden biri. Ama hiçbir zaman sahada çalışanlarımı tanıma fırsatım olmadı.”
“Yani siz beni test mi ettiniz?”
“Hayır,” dedi Ayşe keskin bir şekilde dönerek. “Ben gerçekten doğum yapıyordum. Gerçekten yardıma ihtiyacım vardı. Ama sonradan düşündüm, acaba şirketimde kaç tane sizin gibi değerli insan var ve kaç tanesi Selim Koç gibi kalpsiz.”
Cemal’in aklı karmakarışık çalışıyordu.
“Selim Bey’i tanıyor musunuz?”
“Tabii ki tanıyorum. O benim işe aldığım müdürlerden biri. Ama dün akşam onunla uzun uzun konuştum. Sizi neden kovduğunu öğrendim.”
Ayşe masaya geri döndü ve Cemal’in karşısına oturdu.
“Cemal Bey, size bir soru soracağım. Eğer dün sabah benim kim olduğumu bilseydiniz yine de aynı şeyi yapar mıydınız?”
Cemal düşünmeden cevap verdi.
“Tabii ki. Siz kimsenin anne olabilirsiniz, benim için fark etmez. Yardıma ihtiyacı olan herkese yardım ederim.”
Ayşe’nin gözleri yaşardı.
“İşte bu yüzden siz buradasınız. Çünkü siz gerçek bir insan dürüstlüğüne sahipsiniz.”
Masanın üzerinden bir dosya aldı ve Cemal’e uzattı.
“Bu sizin yeni iş sözleşmeniz. Arslan Lojistik’in genel müdürü oluyorsunuz. Maaşınız eskisinin üç katı olacak.”
Cemal dosyaya bakmadan itti.
“Hayır, ben karşılık beklemek için yardım etmedim.”
“Biliyorum ama ben size bu teklifi yaptığım iyi kalbinizden dolayı değil, sizin gibi dürüst, ilkeli insanlara ihtiyacım var şirketimde.”
Ayşe pencereye tekrar baktı.
“Cemal Bey, ben iki yıl önce kocamı kaybettim. Tek başıma bu bebeği yetiştireceğim ve tek başıma bu şirketi yöneteceğim. Ama sizin gibi güvenebileceğim insanlar olmadan bu mümkün değil.”
Cemal yavaşça dosyayı açtı. İçindeki rakamlar gerçek olamazdı.
“Ayşe Hanım, bu çok fazla para.”
“Hak ettiğiniz para bu ve artık Selim Koç’un yerinde siz olacaksınız.”
Cemal’in aklından Burak geçti. Oğlunun mutluluğu, gelecek kaygıları, tüm maddi sıkıntılar…
“Bu rüya mı?” diye sordu.
“Hayır Cemal Bey. Bu gerçek ve yarından itibaren işe başlıyorsunuz.”
Cemal dosyayı imzalarken ellerinin titrediğini fark etti. Hayatında böyle bir mucize yaşayacağını hiç düşünmemişti.
“Teşekkür ederim Ayşe Hanım. Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.”
“Bana teşekkür etmeyin. Kendinize teşekkür edin. Çünkü tüm bunları hak eden sizsiniz.”
Ofisten çıkarken Cemal dün sabahki kararının hayatını nasıl değiştirdiğini düşünüyordu ve ertesi günkü sürprizi henüz bilmiyordu.
Ertesi sabah Cemal hayatında hiç bu kadar erken uyanmamıştı. Saat beşte gözleri açıldı ama bu sefer endişeden değil heyecandan uyanmıştı. Bugün yeni hayatının ilk günüydü. Burak’a müjdeyi vermek için sabırsızlanıyordu. Çocuk henüz uyuyordu ama Cemal mutfakta kahvesini içerken sürekli oğlunun odasına bakıyordu.
Saat altıda Burak uyanıp mutfağa geldiğinde babasının yüzündeki gülümsemeyi fark etti hemen.
“Baba, çok mutlu görünüyorsun. Bir şey mi oldu?”
Cemal oğlunu kucağına aldı.
“Burak, sana müjdem var. Dün söylediğin iyilik hikayesi gerçek çıktı.”
“Ne demek?”
“O hamile kadın Ayşe Hanım meğerse benim eski şirketimin sahibiymiş ve beni genel müdür yaptı.”
Burak’ın gözleri fal taşı gibi açıldı.
“Gerçek mi baba? Artık para sıkıntımız yok mu?”
“Evet aslanım. Artık hiçbir şey için endişelenmene gerek yok. İstediğin okula gidebilirsin. İstediğin kıyafetleri alabilirsin.”
Burak babasına sıkıca sarıldı.
“Baba, sen en iyi babasın. Anne de seninle gurur duyuyordur.”
Bu sözler Cemal’in yüreğini ısıttı. Zeynep gerçekten gurur duyardı onunla.
Saat sekizde şirkete gitti. Bu sefer taksiyle. Artık otobüs beklemek zorunda değildi. Arslan Lojistik binasının önünde durduğunda içeri girerken çok farklı hissetti kendini. Resepsiyondaki görevli onu tanıdı.
“Cemal Bey, sizi burada görmek şaşırtıcı. Selim Bey sizi kovmuştu.”
“Bugünden itibaren ben genel müdürüm,” dedi Cemal sakin bir şekilde. Resepsiyon görevlisinin ağzı açık kaldı. Bu nasıl mümkündü?
Asansörle üçüncü kata çıktı. Selim Koç’un artık eski müdürün odasına doğru yürüdü. Kapıyı çaldı.
“Gir,” diye sert bir ses geldi içeriden. Cemal içeri girdiğinde Selim Koç bilgisayarında bir şeylerle uğraşıyordu.
“Ne istiyorsun? Seni kovmuştum. Neden hala buradasın?”
Cemal’i görünce cümlesi yarıda kaldı. Gözleri şaşkınlıkla büyüdü.
“Sen… sen burada ne arıyorsun?”
“Selim Bey, size bir haberim var. Bugünden itibaren ben bu şirketin genel müdürüyüm.”
Selim güldü.
“Sen delirdin mi? Ben seni kovdum.”
Tam o sırada kapı çalındı ve Ayşe içeri girdi. Bebeğini kucağında taşıyordu ve yanında şirketin hukuk müşaviri vardı.
“Selim Bey,” dedi Ayşe resmi bir ses tonuyla, “size tanıtmak istediğim biri var. Ben Ayşe Arslan Kara. Bu şirketin kurucusu ve tek sahibi.”
Selim’in yüzündeki renk attı.
“Ne? Siz kim? Bu mümkün değil.”
“Çok mümkün. Ve maalesef sizinle vedalaşmaya geldim. Bir çalışanımızı hamile bir kadına yardım ettiği için kovdunuz. Bu benim değerlerimle uyuşmuyor.”
Hukuk müşaviri öne çıktı.
“Selim Bey, işten çıkarılma kağıtlarınız hazır. Hemen toparlanıp çıkmanızı rica ediyoruz.”
Selim hala şokta kalmıştı.
“Ama ben beş yıldır bu şirketteyim. Bu şirketi ben büyüttüm.”
“Yanlış,” dedi Ayşe soğuk bir şekilde. “Siz bu şirketi sert disiplinle ve insanlıktan uzak yöntemlerle yönettiniz. Çalışanlarımın yarısı sizden korkuyor.”
Selim Cemal’e döndü.
“Sen… sen beni ele verdin değil mi?”
“Hayır Selim Bey. Ben sadece doğru olanı yaptım. Siz de aynısını yapabilirdiniz ama seçiminizi yaptınız.”
Ayşe araya girdi.
“Selim Bey, lütfen eşyalarınızı toplayın. Güvenlik sizi bekliyor.”
Selim’in odasından çıkarken koridordaki diğer çalışanlar olup biteni izliyordu. Herkes şaşkın ve meraklıydı. Ayşe tüm çalışanları toplantı salonuna çağırdı. Büyük bir toplantı masasının etrafında otuz kişi toplandı.
“Arkadaşlar,” dedi Ayşe, “size kendimi tanıtmak istiyorum. Ben Ayşe Arslan Kara, bu şirketin kurucusuyum. Uzun süredir sahada sizlerle tanışmak istiyordum.”
Muhasebe departmanından Mehmet elini kaldırdı.
“Hanımefendi, sizinle tanışmak güzel ama Cemal’in durumu ne olacak? O gerçekten iyi bir adamdır.”
Ayşe gülümsedi.
“Cemal Bey artık sizin genel müdürünüz. Selim Bey’in yerini alıyor.”
Salondaki herkes alkışlamaya başladı. Cemal’i seven çok çalışan vardı. Selim’den nefret eden daha da fazlası vardı.
“Ama nasıl oldu bu?” diye sordu sekreter Ayten.
Ayşe hikayeyi başından sona anlattı. Sokakta doğum yapması, Cemal’in yardımı, Selim’in tepkisi… Herkes büyülenmiş gibi dinledi.
“Bu şirkette bundan sonra yeni kurallar olacak,” dedi Ayşe. “İnsanlık, dürüstlük ve yardımlaşma en önemli değerlerimiz olacak. Kim ki bu değerlere sahip değilse burada yeri yoktur.”
Toplantı bittiğinde Cemal yeni odasına geçti. Selim’in eski odası artık onundu. Büyük bir masası, şehir manzaralı penceresi vardı. Ayşe kapısını çalıp içeri girdi.
“Nasıl hissediyorsunuz Cemal Bey?”
“Hala rüya gibi geliyor. Daha dün işsizdim. Bugün genel müdürüm.”
“Bu tesadüf değil. Bu adalet. Siz bunu hak ediyordunuz.”
Cemal pencereden dışarıya baktı. İzmir’in güzel manzarası gözünün önündeydi.
“Ayşe Hanım, size bir söz veriyorum. Bu şirketi size yakışır şekilde yöneteceğim.”
“Buna eminim. Çünkü sizin karakterinizi gördüm.”
Ayşe çıkarken kapıda durdu.
“Bu arada Cemal Bey, dün akşam eşimi düşündüm. O da sizin gibi iyi bir adamdı. Onun yokluğunda sizin gibi güvenebileceğim birini bulmak benim için çok değerli.”
Akşam eve dönerken Cemal telefonunu açtı ve Burak’ı aradı.
“Burak, bu akşam dışarıda yemek yiyelim mi? Kutlama yapalım.”
“Gerçekten mi baba? Nerede ya?”
“Sen nerede istersen, artık param var.”
Bu basit cümle Cemal için yeni bir hayatın başlangıcıydı. Ama asıl değişim daha yeni başlıyordu.
Altı ay sonra Cemal’in hayatı tamamen değişmişti. Arslan Lojistik şirketi onun yönetimi altında rekor karlar elde ediyordu. Ama daha önemlisi çalışanlar artık işe gelmekten mutluydu. Şirketin atmosferi bambaşka olmuştu. Cemal’in getirdiği insancıl yaklaşım herkesin performansını artırmıştı. Kimse artık korkuyla çalışmıyordu.
Bu sabah Cemal yeni ofisinde oturmuş günün planını yapıyordu. Büyük bir proje tamamlanmıştı ve müşteri çok memnundu. Masasının üzerinde Burak’ın resmi vardı. Oğlu yeni okulunda çok mutluydu. Kapısı çalındı.
“Buyurun.”
Ayşe içeri girdi. Altı aylık bebeği Emir artık daha da büyümüştü ve çok sevimli bir çocuk olmuştu.
“Günaydın Cemal Bey. Toplantıya hazır mısınız?”
“Tabii ki. Yeni proje tekliflerimizi müşterilere sunacağız.”
Ayşe oturdu.
“Aslında konuşmak istediğim başka bir konu var.”
Cemal merakla baktı ona. Ayşe’nin yüzünde farklı bir ifade vardı.
“Cemal Bey, bu altı ayda sizi çok yakından gözledim. Sadece profesyonel anlamda değil, insani anlamda da. Siz gerçekten özel bir insansınız.”
“Teşekkür ederim Ayşe Hanım. Ben sadece elimden geleni yapıyorum.”
Ayşe biraz tereddüt etti. Sonra devam etti:
“Biliyorsunuz, eşimi kaybettikten sonra Emir’i tek başıma büyütmeye karar vermiştim ama bu kolay değil. Özellikle böyle büyük bir şirketi yönetirken…”
Cemal anlayışla başını salladı.
“Çok zor olmalı. Ben de Burak’ı tek başıma büyütmeye çalışıyorum. Zorlukları biliyorum.”
“İşte bu yüzden size bir teklifim var.” Ayşe derin bir nefes aldı.
“Emir’in bir baba figürüne ihtiyacı olacak büyürken ve Burak’ın da bir anne figürüne ihtiyacı var. Belki…”
Tam o sırada kapı çalındı ve Burak içeri girdi. Okul çıkışında babasını ziyarete gelmişti.
“Baba, Ayşe teyze Emir’e bakın ne kadar büyümüş!”
Burak bebeğe yaklaştı ve onunla oynamaya başladı. Emir de Burak’ı görünce gülmeye başladı.
“Baba,” dedi Burak, “Ayşe teyze bizim ailemizin bir parçası gibi değil mi?”
Cemal ile Ayşe birbirlerine baktılar. Çocukların masumiyeti bazen en derin gerçekleri ortaya koyuyordu.
“Burak,” dedi Ayşe yumuşak bir sesle, “sen ne düşünürsün? Eğer ben ve Emir sizinle daha çok vakit geçirsek çok güzel olur. Emir benim küçük kardeşim gibi olabilir ve siz de benim annem gibi…”
Burak’ın gözleri yaşardı.
“Annem öldükten sonra hep bir annemin olmasını istemiştim ama babam hiç evlenmedi. Belki siz…”
Cemal oğlunun elini tuttu.
“Burak, aile sadece kan bağıyla olmaz. Sevgi ve saygıyla da olur.”
“Evet baba. Ve biz Ayşe teyzeyi çok seviyoruz değil mi?”
Ayşe’nin gözleri dolmuştu.
“Ben de sizi çok seviyorum Burak ve babanızı da çok saygı duyuyorum.”