Bir Masum Mahkûm ile Hukuk Öğrencisi Arasındaki Mektup Aşkı – Duygu ve Cesaretle Dolu Bir Hikâye

Bir Masum Mahkûm ile Hukuk Öğrencisi Arasındaki Mektup Aşkı – Duygu ve Cesaretle Dolu Bir Hikâye


Ankara Merkez Cezaevi’nde zaman akmıyordu; sürünüyordu adeta. Nemli duvarların ve paslı demir kokusunun arasında, Emir Karaca günleri sayıyordu — ruhunun ağırlığıyla ölçülen bir haksız ceza gibi. Suçsuz olduğu hâlde, en yakın arkadaşının öldürülmesinden sorumlu tutulmuştu. Yıllar birer birer çöküp giderken, onun tek umudu her perşembe öğleden sonra gelen, mavi pullu bir zarftı. Zarfta yeni kâğıt kokan, gençliğin nefesini taşıyan yuvarlak bir el yazısı vardı.

Gönderenin adı Elif Yaman’dı — 22 yaşında, hukuk fakültesi öğrencisi. Tez projesi için haksız yere hüküm giymiş mahkûmlara mektup yazmaya karar vermişti. Başlangıçta sadece bir akademik araştırmaydı; ama aylar geçtikçe, dünyanın adaletsizliğinden yaralı iki ruh arasında kutsal, derin, sessiz bir diyaloga dönüştü.

İlk mektubunda Elif, adalet sistemini değiştirme hayallerinden, “adalet her zaman adil değildir” diyen büyükannesinden ve dosyalar arasındaki hataları gördükçe hissettiği çaresizlikten söz etmişti. Emir ise yanıtında 214 numaralı hücresini, sabahları kapıların metalik sesini ve yalnızca bir defter büyüklüğündeki pencereden görebildiği gökyüzünü anlatmıştı.

Haftalar geçti, mektuplar akmaya devam etti. Elif, her yanıtı sabırsızlıkla bekliyor, “umut” yazılı küçük bir ahşap kutuda saklıyordu. Emir’in hapisten önceki hayatını tanımaya başladı: motosiklet gezilerini, fotoğraf tutkusunu, mahallesinin taş kaldırımlarında yağmurun kokusunu anlatışını…

Zamanla Elif’in içinde bir şey değişti. Bu sadece merhamet değildi. Mantığı aşan bir bağ, onu Emir’in dosyasını tutkuyla incelemeye yönelten bir his vardı. Dosyada bir sürü tutarsızlık buldu: manipüle edilmiş bir kanıt, geri adım atan bir tanık, ilgisiz bir savunma avukatı. İçgüdüsü ona bu adamın masum olduğunu söylüyordu.

Bir gün Elif, onu ziyaret etmeye karar verdi. Camın iki yanından bakıştıkları an, bütün o yazdıkları vücut buldu. Bu hemen romantik bir aşk değildi; birbirinde sığınak bulan iki insanın sessiz tanınmasıydı.

Ziyaretler sıklaştı. Her buluşmada Elif ona kitaplardan parçalar okuyordu, üniversitedeki günlerinden söz ediyor, bir gün onun özgürlüğünü sağlayacağına söz veriyordu. Emir ise, mektupların onun oksijeni olduğunu, pes etmemesini sağlayan tek şey olduğunu söylüyordu.

Zamanla Elif, dosyayı Adalet Yeniden İnceleme Derneği’ne taşıdı. Gecesini gündüzüne kattı, yeni kanıtlar topladı, bir gazeteciyi davadaki hataları araştırmaya ikna etti. Emir’in hikâyesi, hapishane duvarlarının ötesine taşarak adalet mücadelesinin sembolü hâline geldi.

Ama her değişim bir bedel isterdi. Profesörleri ve arkadaşları onu “duygusal davranmakla” suçluyordu. Ailesi bile davayı bırakmasını istedi. Ama o durmadı.

“Eğer gerçeği sevmek bir suçsa,” diye yazdı Emir’e, “o hâlde seninle birlikte mahkûm olayım.”

Ve böylece mürekkep, kâğıt ve umut arasında korkudan daha güçlü bir şey doğdu: aşk.
Varlığın değil, yokluğun; bedenin değil, kelimenin doğurduğu bir aşk.

Sonunda mahkeme dosyayı yeniden incelemeyi kabul ettiğinde haftalarca süren bir gerginlik başladı. Elif, her duruşmaya elinde belgelerle katılıyor, gözlerini Emir’den ayırmıyordu. Emir ise ona bakarken yaşamın ta kendisini görüyordu.

Nihai karar bir nisan sabahı, portakal çiçeği kokularının arasında geldi…

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News