Okuma yazmayı, ölen eşine mektup yazabilmek için öğrenen kadın

Okuma yazmayı, ölen eşine mektup yazabilmek için öğrenen kadın

Kapadokya’nın taş evleri arasında, sabahları tandır ekmeği kokusuyla dolan dar sokaklardan birinde, Fatma Teyze yaşardı. Yetmiş iki yaşındaydı ve hayatı boyunca ne okuma ne yazma bilmişti.
Gençliğinden beri zengin ailelerin evlerini temizlemiş, onların parlayan zeminlerinde sessiz adımlarla yürümüş, her sözü yutmuştu.

Ama o kış, her şey değişti.

Kocası Mehmet Amca vefat ettikten sonra, Fatma Teyze geceleri yalnız kalamaz olmuştu. Her akşam, karanlığa onunla konuşur gibi dert yanardı:
“Bugün belim yine ağrıdı, Mehmet. Zenginler daha da zenginleşiyor, biz hâlâ onların bulaşıklarını yıkıyoruz…”

Bir gün, çalıştığı evde — kasabanın zengin dullarından Nermin Hanım’ın konağında — eski mektuplarla dolu bir kutu buldu.
Mektuplar mavi mürekkeple yazılmıştı, parfüm gibi kokuyordu.
“Ne güzel olurdu, bana da biri böyle yazsa…” dedi içinden.
Nermin Hanım’ın torunu, üniversiteden yeni dönmüş, alaycı bir sesle güldü:
“Yazamazsınız ki, değil mi Fatma Teyze? Okuma bilmiyorsunuz sonuçta…”

Söz, kalbine bıçak gibi saplandı. O gün akşam, evine dönerken kendi kendine dedi:
“Yazmayı öğreneceğim. Sadece Mehmet’e bir mektup yazmak için bile olsa.”

Geceleri gizlice mahalle camisinin yanındaki ücretsiz okuma kursuna gitmeye başladı.
Öğretmeni, babası mevsimlik işçi olan yirmi yaşındaki bir gençti — Ali.
Harfler önce kaçıyordu ondan. “M” dağ gibi, “S” yılan gibi kıvrılıyordu.
Ama pes etmedi.

“Bu yaşta neden öğrenmek istiyorsunuz?” diye sordu Ali bir gün.
“Suskunluğum artık cahil kalmasın diye,” dedi Fatma Teyze.

Ali o an cevap veremedi.
O günden sonra, derslerden sonra hep biraz daha yanında kaldı, her satırını alkışladı.

Bir süre sonra, Nermin Hanım kasabada büyük bir “hayır yemeği” düzenledi. Belediye başkanı, iş insanları, herkes oradaydı.
“Fatma, yerler pırıl pırıl olacak. Kimse senin bir temizlikçi olduğunu anlamasın,” dedi Nermin Hanım.

Fatma, sessizce başını salladı.
Ama o gece, zenginlerin “yardım” konuşmalarını dinlerken içi yandı.
Biri şöyle dedi:
“Fakirler hep şikâyet eder ama hiçbir şey yapmazlar.”

Fatma’nın içi dağlandı.
“Yapacağım,” diye düşündü. “Yazacağım.”

Haftalar sonra, ilk mektubunu bitirdi. Elleri titredi ama kalem onun ellerindeydi:

“Sevgili Mehmet, konuştuğumuz köşeden yazıyorum. Üç kış geçti sen gideli. Hâlâ başkalarının izlerini siliyorum ama artık başım eğik değil…”

Ali, mektubu belediyenin düzenlediği mektup yarışmasına göndermesini söyledi.
Fatma önce tereddüt etti ama sonra cesaret etti.

Sonuçlar açıklandığında, jüri şaşırdı. Kazanan mektup “Geç ama zamanında öğrenen bir kadın” imzasıyla gelmişti.

Tören gecesi, herkes duygulandı.
Sunucu sordu:
“Yazar aramızda mı?”
Fatma Teyze yavaşça ayağa kalktı. Fısıldaşmalar başladı.
“Temizlikçi mi?”
“Yok canım…”

O, başı dik, mütevazı elbisesiyle kürsüye yürüdü:
“Ben yazmayı, ölen kocamla konuşmak için öğrendim… ama sonunda hepinizle konuşmuş oldum. Çünkü harfler sadece kitaplara değil, elleri deterjan kokanlara da aittir.”

Salon sustu.
Sonra alkışlar yükseldi, gözyaşları aktı.
Ali ağladı, Nermin Hanım başını eğdi.
Fatma Teyze gülümsedi.
Ertesi sabah, elinde beyaz bir zarfla mezarlığa gitti:
“Bak Mehmet, sonunda sana yazdım. Hem de herkes duydu.”

Rüzgâr esip servilerin yapraklarını salladı.
Sanki o da alkışlıyordu.

Yoksul olduğu için hor görüldü… ama sonunda hepsine insanlığın ne demek olduğunu öğretti.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News