Bir öğrenci her gün hakaret dolu notlar alıyordu, ta ki suçlunun bir zamanlar onu savunan en yakın arkadaşı olduğunu keşfedene kadar.

Bir öğrenci her gün hakaret dolu notlar alıyordu, ta ki suçlunun bir zamanlar onu savunan en yakın arkadaşı olduğunu keşfedene kadar.

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Kadıköy Anadolu Lisesi’nin yüksek duvarları ve geniş pencereleri yeni bir güne uyanıyordu. 16 yaşındaki Emir Kaya, sırtında çantasıyla koridordan yürürken ara sıra arkadaşlarına “Günaydın” diyordu. Sesinde hafiflik vardı, ama içinde taşıdığı bir ağırlık da… tam olarak adını koyamadığı bir şey.

Bir haftadır —yedi gün, yedi kâğıt— her sabah dolabının altında onu bekleyen bir not buluyordu. Her biri el yazısıyla yazılmış, imzasız ve acımasız: dış görünüşü, ailesi, konuşma tarzı, utangaçlığıyla dalga geçen cümlelerle dolu. Her sabah dolabını açarken aynı dua: “Belki bugün yoktur.” Ama her seferinde, yine oradaydı — buruşturulmuş bir sayfa, mavi mürekkeple yazılmış yeni bir yara.

Emir derin bir nefes aldı, dolabı açtı, beyaz kâğıdı eline aldı. “Sen bastonsuz bir korkaksın, kimse sana saygı duymuyor.” Okudukça içi sıkıştı. “Korkak” kelimesi sanki göğsüne kazınıyordu. Kağıdı yırtmak istedi ama yapmadı; kitaplarının arasına koydu ve dolabı kapattı.

O gün derslere odaklanmak neredeyse imkânsızdı. Edebiyat dersinde sınıf arkadaşı Elif ona küçük bir not uzattı: “İyi misin?” Emir sadece başını salladı, sahte bir gülümsemeyle. Beden eğitiminde hocası onu rastgele bir takıma seçti; Emir koştu, oynadı ama içindeki gerginliği atamadı. “Acaba biri beni izliyor mu? Gülüyor mu?” diye düşündü.

Teneffüste her zamanki gibi en yakın arkadaşı Can Demir’in yanına gitti. Can okulda “koruyucu” olarak biliniyordu; biriyle dalga geçilirse araya giren, adalet duygusu yüksek bir çocuk. Aylar önce, Emir’in kıyafeti düzgün olmadığı için alay edilince onu savunan da oydu. O günden beri Emir için Can bir nevi kahramandı.

Ama son bir haftadır işler değişmişti. Emir her sabah aynı soruyu soruyordu kendine: “Bunu kim yapıyor? Kim benim dolabımın zamanını, yerini, zayıflıklarımı biliyor?” Artık bunun rastgele biri olamayacağını hissediyordu. Çok yakında biri olmalıydı. “Yoksa… sınıfımdan biri mi?”

Perşembe günü okul çıkışı cesaretini topladı ve Can’a anlattı. Can kaşlarını çattı, “Beraber rehber öğretmene gidelim” dedi. “Bu böyle devam etmemeli.” Emir kabul etti, ama gece uyuyamadı. Annesi onu mutfakta buldu, elinde notu çevirip duruyordu. “İstersen müdüre gidelim,” dedi annesi. Emir yumuşak bir sesle, “Önce kimin yaptığını öğrenmek istiyorum,” diye cevap verdi.

Ertesi sabah Emir erken geldi. Küçük bir planı vardı: dolabının altına ince bir şeffaf bant yapıştırdı. Belki parmak izi, belki küçük bir ipucu kalırdı. Gün boyu bekledi. Öğleye kadar hiçbir şey yoktu. Ama okul bitiminde, dolabını açtığında, yine bir not vardı. Daha buruşturulmuş, daha sinirli yazılmış. Ve bantta küçük bir mavi mürekkep izi… Emir’in kalbi hızlandı. “Bu iz… tanıdık.”

Cuma günü, Can’la tekrar buluştu ve olayı anlattı. Can dikkatle dinledi, sonra “Birlikte bulalım,” dedi. Emir kısa bir an tereddüt etti. “Ona gerçekten güvenebilir miyim?” diye düşündü ama gözlerine bakınca içi biraz rahatladı.

Pazartesi sabahı, dolabında yine bir not vardı. Bu sefer kenarında mavi bir leke… tıpkı Can’ın geçen cuma resim dersinde kaleminin patlayıp parmağını boyadığı gibi. Emir’in nefesi kesildi.

Rehberlik odasında, ikisi yan yana oturuyordu. Emir olayı anlattı, notu gösterdi. Danışman ciddiyetle baktı, Can başını eğdi. Emir, “Bu mürekkep Can’ın kaleminden,” dediğinde sessizlik çöküverdi. Sonra Can fısıldadı: “Emir… özür dilerim.” Gerçek ortaya çıkmıştı.

Can, her zaman onu savunmanın bir yük haline geldiğini anlattı. “Sürekli seni korumak zorunda hissettim. Sanki sen kendi başına ayakta duramayacaksın diye.” Bu duygular büyüyüp öfkeye, öfke de bu notlara dönüşmüştü. “Seni değiştireceğini düşündüm,” dedi. “Ama sadece seni incittim.”

Emir gözleri dolu dolu, “Bana neden söylemedin?” diye sordu. “Çünkü nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum,” dedi Can. Danışman, ikisini de konuşturdu. Saatlerce duygularını döktüler. Emir utancı ve yalnızlığı anlattı; Can, baskı ve suçluluk hissini. Sonunda ikisi de anladı: koruma ile kontrol arasındaki çizgi ne kadar inceymiş.

Haftalar geçti. Emir artık daha cesurdu, sınıfta konuşuyor, fikirlerini söylüyordu. Can da artık “kahraman” değil, gerçek bir arkadaş olmayı öğrenmişti. Notlar bir daha gelmedi. Baharda, okul bahçesinde gün batımını izlerken Emir, “Beni hep koruduğun için teşekkür ederim… ama hata yaptığın için de,” dedi. Can sustu, gülümsedi. “Çünkü senin hatan olmasaydı, ben kendi gücümü bulamazdım.”

Ve o an ikisi de anladı: dostluk bazen savunmakla değil, affetmekle büyür.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News