Milyonerin Dördüzleri Tüm Bakıcıları Kaçırıyordu… Ta Ki O Gelip İmkânsızı Başarana Kadar

Milyonerin Dördüzleri Tüm Bakıcıları Kaçırıyordu… Ta Ki O Gelip İmkânsızı Başarana Kadar

.
.

Milyonerin Dördüzleri ve İmkânsızın Gerçekleştiği Ev

İstanbul’un en zengin müteahhitlerinden Kemal Yılmaz’ın Bebek’teki villası, dışarıdan bakıldığında bir başarı anıtı gibi yükseliyordu. Cam, beton ve çelikle örülmüş, dergilerden fırlamış gibi görünen bir bahçeye sahipti. Çimler kusursuz biçimde kesilmiş, taş yollar simetrik, çeşme ise günbegün duygusuzca akıyordu. Her şey mükemmeldi, soğuktu, sterildi. Ancak içeride, duvarların ardında, tam bir kaos hâkimdi.

Bu kaosun merkezinde, beş yaşında dört özdeş kız çocuğu vardı: Elif, Zeynep, Ayşe ve Fatma. Annelerini üç yıl önce ani bir trafik kazasında kaybetmişlerdi. O günden beri, bir daha kimsenin annelerinin yerini alamayacağına karar vermişlerdi. Babaları Kemal, iş dünyasında başarıdan başarıya koşuyor, servetiyle övülüyor, dergilerde kapak oluyor ve herkes tarafından saygı görüyor; ama sıcaklık, şefkat ve yakınlık nedense onun hayatında yoktu. Karısı Elif’in ölümünden sonra duyguları kilitlemiş, bir makine gibi yaşamaya başlamıştı. Sabah altıda kalkıyor, bahçede koşuyor, çocuklarını sırayla alnından öpüyor, işe gidiyor, akşam yemeğinde kısa bir sohbetten sonra çalışma odasına kapanıyordu. Hayatında duygulara, doğallığa, küçük mutluluklara yer yoktu.

Dördüzler ise annelerinin kaybından sonra bir ordu gibi hareket ediyordu. Elif liderdi, strateji kuruyordu, emirleri veriyordu. Zeynep doğrudan ve patlayıcıydı, planları uyguluyordu. Ayşe sessiz bir sanatçıydı, gözlemlerini biriktiriyor ve en beklenmedik zamanda kullanıyordu. Fatma ise en masum, en sevimli görüneniydi ama en tehlikeli şakaları o tasarlıyordu. Birlikte yenilmezlerdi. Babalarının işe aldığı her dadıyı kaçırmak için adeta savaş açmışlardı. Altı ayda tam yirmi üç dadı, gözyaşlarıyla villadan kaçmış, bir daha asla dönmeyeceklerine yemin etmişti.

Milyonerin Dördüzleri Tüm Bakıcıları Kaçırıyordu… Ta Ki O Gelip İmkânsızı Başarana Kadar - YouTube

İlk dadı Hatice Hanım, kıyafetleri makasla kesilince bir hafta dayanabildi. İkincisi, yatağında ölü hamam böcekleri bulunca beş gün sonra kaçtı. Üçüncüsü, geceleri çocukların onu çimdiklediğini söyleyerek iki gün sonra ajansa ağladı. Dördüncüsü, İngiltere’den gelen profesyonel dadı, yatağında ölü bir kuş bulunca dört saat içinde villadan ayrıldı. Böyle devam etti. Kemal, en iyi ajanslardan dadı buluyor, referansları, sertifikaları, yüksek maaşları, mükemmel koşulları sunuyordu ama hiçbir şey işe yaramıyordu. Bir dadı gitmeden önce ona “Kızlarınızın dadıya değil, şeytan kovana ihtiyacı var” demişti.

Kemal, çözüm bulamayınca daha fazla çalışmaya, daha fazla ödemeye devam etti. Ve bir gün, Aylin Demir geldi. 27 yaşında, Üsküdar’da küçük bir stüdyo dairede yaşayan, diplomasız, deneyimsiz, geçmişi kimsenin bilmediği bir kadındı. Yakın zamana kadar çay bahçesinde garsonluk yapmıştı. Görüşmeye geldiğinde Kemal ona şüpheyle baktı; bir başka çaresiz kadın daha… Ama Aylin, diğerlerinden farklıydı. Sade, siyah bir bluz, makyajsız yüz, basit bir at kuyruğu. Ne hoş görünmeye, ne de Kemal’in hoşuna gitmeye çalışıyordu. Kemal neden çocuklarla başa çıkabileceğini sorduğunda, Aylin uzun süre sessiz kaldı ve sonra “Çünkü sevdiğin birini kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu biliyorum” dedi. Kemal, sesindeki tonla ona inandı ve ertesi gün işe aldı.

Aylin kasvetli bir kasım günü villaya taşındı. Dört kız, holün ortasında bir sırada, asker gibi, ona baktılar. Aylin, gülümsemeden, sıcaklık göstermeden, “Merhaba, adım Aylin. Sizi hemen sevmeyi planlamıyorum. Ve beni sevmenizi beklemiyorum. Ama burada kalacağım ve ne olacağını göreceğiz” dedi. Çocuklar cevap vermedi ama gözlerinde bir merak belirdi.

İlk gün Aylin, onların arkadaşı olmaya çalışmadı. Akşam yemeği olarak sade domates soslu makarna yaptı, sofrayı kurdu, altıda yiyeceklerini söyledi ve bahçeye çıktı. Çocuklar şaşkındı; önceki dadılar onları memnun etmeye çalışmış, ödüller teklif etmiş, cezalarla tehdit etmişti. Aylin ise hiç oralı olmadı. O gece, yangın alarmı çaldı. Kemal, merdivenlerden pijamayla indiğinde dört kız masumca salonda duruyordu. Aylin ise sakin bir şekilde yanlarında. “Bunu kim yaptı?” diye sordu Kemal. Kimse cevap vermedi. Aylin, “Tamam, hepiniz sorumlusunuz. Yarın sabah 5’te bahçede koşu yarım saat” dedi ve odasına gitti. O gece çocuklar, ilk kez hiç itiraz etmeden uyudu.

İkinci gün, Elif bir plan yaptı. Aylin’in şampuanına boya kattılar. Sabah, Aylin yeşil saçla kahvaltıya geldi. Ne bağırdı ne de ağladı. “Güzel renk, hanginiz kuaför?” dedi. Elif gururla elini kaldırdı. “Bugün okuldan sonra evdeki tüm pencereleri yıkayacaksın.” Elif gülmeyi bıraktı. Öğleden sonra saatlerce pencere yıkadılar. Aralarında bir şey değişti; Elif artık Aylin’i düşman değil, kuralları bozan biri olarak görmeye başladı.

Üçüncü gün, Zeynep Aylin’i bodruma kilitledi. Önceki dadılar orada panik atak geçirmişti. Zeynep, kapıyı kilitledi ve bekledi. Hiç çığlık gelmedi. Kapıyı açınca Aylin, merdivende mumla kitap okuyordu. “Küçükken karanlıktan korkardım, ama bir mum varsa artık karanlık yok,” dedi. Zeynep ilk kez kaybettiğini hissetti. Ayşe, bodruma girip Aylin’e “Sen de birini mi kaybettin?” diye sordu. Aylin başını salladı, “Evet, kardeşimi.” Ayşe sessizce ağladı, Aylin onu kucakladı. O akşamdan sonra bir şey kırıldı. Çocuklar savaşmayı bıraktı. Çünkü Aylin onlara dürüstlük verdi.

Zamanla, Elif okul hakkında konuşmaya başladı, Zeynep resimlerini gösterdi, Ayşe piyanoyu çalmaya başladı, Fatma ise korkularını paylaşmayı öğrendi. Aylin psikolog değildi ama dinliyordu. Gerçekten oradaydı. Kemal uzaktan izledi; ilk kez kızlarını gülümserken, birlikte akşam yemeği yerken gördü. Ve bir akşam, çocuklar uyuduktan sonra Aylin’e “Çocuklarımı bana geri verdiğin için teşekkür ederim” dedi. Sonra onu öptü. Aylin geri çekilmedi ama “Yapamam. Çünkü artık bana ihtiyacın olmadığını hissedince gideceğim ve bu daha fazla acımasın istiyorum,” dedi. Kemal, “Ya asla ihtiyaçsız olmayı bırakmazsam?” dedi. O gece, aylar sonra ilk kez huzurla uyudu.

İki ay sonra, Aylin’in geçmişinden biri kapıyı çaldı. Eski eşi Murat, alkol ve hayattan yıpranmış bir adam, para istemeye geldi. Aylin, ona çocuğunu kaybetmenin acısını hatırlattı. Kemal, Aylin’in yanında durdu ve Murat’ı evden kovdu. O gece, Kemal Aylin’i kucakladı ve “Bana hiçbir şey söylemek zorunda değilsin. Ama istersen dinleyeceğim,” dedi. Aylin, üç yıl sonra ilk kez birine tüm gerçeğini anlattı.

Altı ay geçti. Aylin, artık sadece dadı değil, aileden biri oldu. Çocuklar ona “Aylin Hanım” demiyor, sadece “Aylin” diyorlardı. Bazen sessiz anlarda “anne” diyerek ona sarılıyorlardı. Kemal ise, hissettiği şeyin sadece şükran olmadığını kabul etti; ona âşıktı. Bir gün, yaz ortasında Kemal, “Kalacak mısın?” diye sordu. Aylin çocuklara baktı, “Evet, kalacağım,” dedi. O akşam Yılmaz ailesi tamamdı.

Bir yıl sonra, sessiz bir düğün yaptılar. Misafir yok, gösteriş yok, sadece dört kız tanık olarak. Elif ağladı, Zeynep sevinçten bağırdı, Ayşe piyano çaldı, Fatma çiçek buketi tuttu ve “Şimdi gerçekten annemizsin” dedi. Aylin, Elif’in yerini almaya çalışmadı ama çocuklara ihtiyaç duydukları bir şeyi verdi: Varlık, istikrar ve gitmeyen sevgi. Kemal ise baba olmayı öğrendi; mükemmel değil ama gerçek.

Çünkü aile, başınıza gelen bir şey değildir; inşa ettiğiniz şeydir. Ve bazen en kırık parçalar, en dayanıklı temel olur. Her ev hemen ev olmaz. Bazen herkes gittiğinde kalacak birine ihtiyaç vardır. Bazen aile kanla değil, seçimle tanımlanır. Ve bazen birine verebileceğiniz en iyi hediye, sadece orada olmaktır.

SON

.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News