TEMİZLİKÇİ ARAPÇA MİLYONLUK SÖZLEŞMEDE DOLANDIRICILIK BULUYOR… VE PATRONU NE YAPIYOR…

TEMİZLİKÇİ ARAPÇA MİLYONLUK SÖZLEŞMEDE DOLANDIRICILIK BULUYOR… VE PATRONU NE YAPIYOR…

.
.

Görünmez Kadının Gücü: Ayşe Yılmaz’ın Hikayesi

Ayşe Yılmaz, 52 yaşında, yılların yükünü sırtında taşıyan bir temizlikçiydi. Üç kat daha temizlemesi gereken ofis koridorlarında sessizce temizlik arabasını iterken, toplantı salonundan gelen neşeli sesler kulaklarına çalınıyordu. Saat neredeyse yediydi ve o, eve gitmeden önce işini bitirmek zorundaydı. Sırtındaki ağrılar her geçen gün artıyordu ama iş faturaları ödemek zorundaydı. Zihnini, geçmişin acı anılarından uzak tutmaya çalışıyordu.

Toplantı salonuna girdiğinde, koyu ahşaptan yapılmış dev masanın üzerindeki belge yığınları dikkatini çekti. Türkçe, İngilizce ve Arapça dillerinde yazılmış kağıtlar vardı. Ayşe’nin gözleri Arapça yazılmış bir belgeye takıldı. Sayfa boyunca akıcı ve zarif bir şekilde dans eden o yazı, ona çok tanıdık geliyordu. Tüyleri ürperdi. Ne zamandır görmemişti o dili? 15 yıl mı, 16 mı? Yapmaması gerektiğini biliyordu ama belgeyi eline aldığında elleri titremeye başladı. Kelimeler beyninde yavaş yavaş anlam kazandı. Tam mülkiyet devri, 24 aylık süre, otomatik iade maddeleri… Yanındaki Türkçe çeviride yazanlardan tamamen farklı şeyler söylüyordu.

Ayşe neredeyse kağıdı düşürüyordu. Döndü ve kapıda kuşkulu bir ifadeyle bekleyen müdür yardımcısı Murat’ı gördü. “Özür dilerim Murat Bey, sadece dağınık duran kağıtları topluyordum,” dedi. Murat alaycı bir gülümsemeyle, “Artık Arapça okuyabiliyor musun?” diye sordu. “Evet, uzun zaman önce öğrendim,” dedi Ayşe. Murat gözlerini devirdi ve, “Temizliği bitir ve çık, müdür Kemal temizlik personelinin fazla oyalanmasından hoşlanmaz,” dedi. Ayşe başını eğdi ve işine devam etti ama o Arapça kelimeler zihninden çıkmıyordu. Tehlike işaretlerini görmezden gelmenin sonuçlarını çok iyi biliyordu. Hayatı tam da bu yüzden kökten değişmişti.

Ertesi gün Ayşe işe daha erken geldi. Müdür Kemal o sözleşmeyi imzalamadan önce onunla konuşması gerektiğini biliyordu. Yıldırım Sanayi, tarım makineleri için parça üreten orta ölçekli bir aile şirketiydi. Kemal Yıldırım, işi beş yıl önce babasından devralmış ve şirketi büyütmek için çaresizdi. Binadaki herkes bunu biliyordu. Ayşe, müdürün odasının bulunduğu onuncu kattaki koridorda bekledi. Beyaz detaylı gri üniforması kusursuzdu. Saçları alçak bir topuz yapılmıştı. Hayat ondan her şeyi almış olsa bile, her zaman görünüşüne dikkat etmişti.

Kemal asansörden çıktı ve titreyen bacaklarıyla yanına yaklaştı. “Müdür Kemal, sizinle bir dakika konuşabilir miyim?” diye sordu Ayşe. Kemal şaşkınlıkla baktı. 38 yaşında, iyi kesilmiş koyu saçları ve ince çerçeveli gözlükleri vardı. Lacivert takım elbisesiyle üstünlük havası saçıyordu. “Ayşe değil mi? Temizlikten,” dedi. “Evet efendim,” dedi Ayşe. “Dün toplantı salonunda gördüğüm o kağıtlar hakkında konuşmam gerekiyor.” Kemal, “Şirket belgelerini okumamalısın,” diyerek gözlüklerini çıkardı ve lenslerini mendille sildi. “Biliyorum müdür bey ama tesadüfen gördüm ve garip bir şey fark ettim. Arapça belge çeviriden farklı şeyler söylüyor.” Kemal gözlüklerini geri taktı ve Ayşe’ye, insanların deli olduğunuzu ya da yalan söylediğinizi düşündüğünde verdiği o bakışla baktı. “Arapça okuyabiliyor musun?” “Evet efendim, yıllarca okudum.” “Arapça okuyan temizlikçi!” dedi Kemal alaycı bir kahkaha atarak. “Bununla ilgilenen profesyonel bir tercümanımız var. Sami Elhalil, yıllardır uluslararası sözleşmelerde çalışıyor. Sanırım ne yaptığını biliyor.” Ayşe sesi sertleşti. “Endişeniz için teşekkür ederim ama sınırlarınızı aşıyorsunuz. Lütfen işinize dönün.” Yüzünün utançtan kızardığını hissetti ama ısrar etti: “Siz şirketinizi kaybetmek üzeresiniz.” Kemal koridorda durdu. Yavaşça döndü ve ona öfke ve inanmazlık karışımı bir ifadeyle baktı. “Şirketimi mi kaybediyorum? Ne dediğinin farkında mısın?” Ayşe, “Sözleşme göründüğü gibi değil müdürüm. Arapça maddeler farklı. Siz sadece karın bir kısmını değil, her şeyi devredeceksiniz.” Kemal elini kaldırdı. “Yeter! Ne tür bir oyun oynadığınızı bilmiyorum ama bu şimdi bitiyor. Gözetmeni çağırmadan önce bölümünüze dönün.” Ayşe, Kemal’in odasına girip kapıyı çarptığını izledi. Orada durdu. Çok iyi tanıdığı o hayal kırıklığı ve çaresizlik karışımını hissetti. Sanki zaman hiç geçmemiş gibiydi. Sanki hala kimsenin dinlemediği, kimsenin inanmadığı o kadındı.

Günün geri kalanı bir sis içinde geçti. Ayşe tuvaletleri temizledi, çöp kutularını boşalttı, masaları sildi ama aklı başka yerdeydi. Kemal’i uyarmanın bir yolunu bulmaya çalışıyordu. O yatırımcının klasik bir dolandırıcılık yaptığını biliyordu. Daha önce başka bir hayatında böyle şeyler görmüştü. O gece eve vardığında küçük dairesi daha da dar geliyordu. Basit ama temiz ve düzenliydi. Ayşe her zaman her şeyi tertipli tutardı. Hala kontrol edebildiği tek şey buydu.

Pazar günü hazırladığı yemeğini ısıttı ve mutfak masasına oturdu. Yemek yerken gözleri duvarda asılı duran eski bir fotoğrafa takıldı. Daha genç bir kadın gülümsüyor, elinde bir diploma tutuyordu. O kişi neredeyse kendini tanıyamıyordu. Ayşe bir zamanlar üniversitede dil öğretmeniydi. Arapça, Fransızca, İngilizce ve İspanyolcayı akıcı konuşurdu. Doktorası ve akademik yayınları vardı. Ama tüm bunlar eşi Serkan’ın kötü bir yatırımda her şeyi kaybetmesinden, onun içki içmeye başlamasından, evlerini, birikimlerini, kariyerini yutan borçlardan önceydi. Serkan faturaları ve utancı bırakıp gitmişti. Ayşe akademiye dönmeyi denemiş ama kapılar kapalıydı. “Çok uzun süre ayrı kalmışsın,” diyordu piyasa. Daha genç, daha güncel adaylar vardı. Sonra temizlik işini kabul etti. O zamanlar geçici olduğunu düşünmüştü. Sadece işler düzelene kadar. Bu 8 yıl önceydi.

O gece kötü uyudu. O belgeleri, sayfalarda dans eden Arapça kelimeleri, Kemal’in kendi hükmünü imzalamasını rüyasında gördü. Sabah 5’te uyandığında bir karar vermişti. Bir daha deneyecekti. Ertesi gün işe kararlı bir şekilde geldi. Ama daha Kemal’i arayamadan temizlik gözetmeni Fatma Kaya’nın ofisine çağrıldı. Fatma 63 yaşındaydı ve Yıldırım Sanayi’de 30 yıldır çalışıyordu. Binanın her köşesini ve koridorlarda dolaşan her sırrı biliyordu. “Otur Ayşe,” dedi Fatma’nın sesi ciddiydi. “Bir şey mi oldu?” “Müdür Kemal dün benimle görüştü. Senin kendini ilgilendirmeyen işlere karıştığını söyledi.” Ayşe’nin midesine bir ağrı saplandı. “Sadece yardım etmeye çalışıyordum.” “Sen şirket sahibine yardım edecek konumda mı olduğunu sanıyorsun? Ayşe, sen temizlikçisin. Avukat değilsin. Çevirmen değilsin. Danışman değilsin.” Fatma iç çekti. “Bak ne gördüğünü ya da ne gördüğünü sandığını bilmiyorum ama müdür Kemal’in bununla ilgilenen profesyonelleri var. Onun bizim karışmamıza ihtiyacı yok.” “Siz anlamıyorsunuz. Ben daha önce bu işlerle uğraştım.” “Ne zaman daha önce bu işlerle uğraştın?” Fatma bir kaşını kaldırdı. “Ayşe, sen ofis temizliyorsun. Gerçek bu. Eğer bu konuda ısrar etmeye devam edersen işini kaybedeceksin ve senin yaşında piyasanın bu haliyle başka bir iş bulmak kolay olmayacak.”

Fatma’nın sözleri gün boyunca Ayşe’nin zihninde yankılandı. Şefin bir konuda haklı olduğunu biliyordu. Bu işi kaybetmek bir felaket olurdu. Ama bildiği şeyi nasıl görmezden gelebilirdi? Kemal’in doğruca bir tuzağa yürümesine nasıl izin verebilirdi? Öğle yemeğinde Bodrum kattaki personel dinlenme odasında yalnız kaldı. Temizlik personelinin yemek yediği yerde. Yemek kutusunu mikrodalgada ısıttı ve plastik masalardan birine oturdu. Buranın deterjan ve ısıtılmış yemek karışımı bir kokusu vardı. Artık farkına bile varmıyordu.

“Buraya oturabilir miyim?” diye sordu Zehra. Genç temizlik görevlilerinden biri, 24 yaşındaydı ve her zaman gülümseyen, anlatacak bir hikayesi olan biriydi. “Tabii ki Zehra,” dedi Ayşe. “Patronla başını belaya soktuğunu duydum.” Zehra yemek kutusunu açtı ve yemeye başladı. “Doğru mu?” “Bunu sana kim söyledi?” “Ah, nasıl olduğunu biliyorsun. Bu binada herkes her şeyi bilir.” Bir kaşık pilav aldı. “Yani doğru mu?” Ayşe iç çekti. “Sadece gördüğüm bir sorun hakkında uyarmaya çalıştım.” “Ve o dinlemek istemedi mi?” “Hayır.” Zehra başını salladı. “Zengin insanlar böyledir işte. Biz görünmeziz, kafamızda bir şey olmadığını düşünürler. Annem hep derdi ki, ‘Fakir sadece çalışmaya yarar. Düşünmeye değil.’ Öyle değil Zehra. Durum daha karmaşık.” Genç kadın ısrar etti. “Erkek arkadaşım bir uygulama şoförü olarak çalışıyor. Geçen gün arka koltukta bir sürü para olan bir cüzdan buldu. Sahibine geri vermeye gittiğinde adam doğru düzgün teşekkür bile etmedi. Sanki onun göreviymiş gibi davrandı. Anlıyor musun?” Ayşe sessizce yediğini yedi. Düşünceliydi.

Zehra kısmen haklıydı. Onun gibi insanlarla Kemal gibi insanlar arasında görünmez bir engel vardı. Duvarlara asılı diplomalar, önemli soyadları, pahalı takımlarla inşa edilmiş bir engel. Ama Ayşe bir zamanlar bu engelin diğer tarafında olmuştu. O kadar basit olmadığını biliyordu.

Öğleden sonra onuncu katı temizlerken Kemal’in ofisinin önünden geçti. Kapı aralıktı ve sesler duydu. Kemal’in sesi ve tercüman Sami’ye ait olması gereken başka bir ses. “Yani cuma günü imza için her şey hazır mı?” Kemal sordu. “Evet müdür Kemal. Bayel Mansur çok heyecanlı. Bu yatırım sizin şirketiniz için her şeyi değiştirecek.” “Biliyorum. Sonunda büyüklerle eşit şartlarda rekabet edebileceğiz. Babam hep bunu hayal etmişti.” Sami’nin sesi yumuşak, neredeyse hipnotikti. “Doğru seçimi yapıyorsunuz.”

Ayşe süpürgenin sapını sıktı. Cuma. Bu ona üç gün veriyordu. Üç gün Kemal’i ikna etmenin ya da en azından dolandırıcılığa dair somut kanıtlar toplamanın bir yolunu bulmak için o gece yıllardır yapmadığı bir şey yaptı. Üniversiteden eski arkadaşı Elif’i aradı. Ayşe hala ders verirken yakın arkadaşlardı ama hayatı altüst olduğunda iletişimleri azalmıştı.

Ayşe Elif’in sesi şaşkındı. “Vay canına, ne kadar zaman oldu. Nasılsın?” “Merhaba Elif. Görüşmeyeli çok zaman geçtiğini biliyorum. Ben bir iyiliğine ihtiyacım var.” “Tabii söyle.” “Yeminli tercüme işi yapan o ekiple hala bağlantıların var mı? Üniversite için çalışmalar yapan o büro?” “Evet var. Neden?” Ayşe durumu açıkladı, daha kişisel ayrıntıları atlayarak. Elif sessizce dinledi. “Ayşe, bu çok ciddi. Eğer haklıysan bu iş adamı her şeyini kaybedecek.” “Biliyorum. Bu yüzden yardıma ihtiyacım var. İddia ettiğim şeyi doğrulayabilecek güvenilirliği olan birine ihtiyacım var. Sorun şu ki yeminli tercümanlar resmi bir talep olmadan başkalarının işini basitçe gözden geçiremezler. Bu etik dışı olur. Ama mutlaka bir şey olmalı ki…” “Bekle,” dedi Elif bir an durdu. “Düşünmeme izin ver. Bu sözleşmenin fotoğrafı var mı sende?” “Hayır ama yarın çekebilirim.” “Çek o zaman. Bana gönder. Bir bakayım ne yapabileceğimi göreyim. Bir şey söz vermiyorum ama deneyeceğim.” “Teşekkür ederim Elif. Cidden bunun ne anlama geldiğini bilmiyorsun.” Ayşe Elif’in sesi yumuşadı. “Üniversitede seni özlüyoruz. Her zaman parlak biriydin. Tanıdığım en iyi hocalardan biriydin.” Ayşe boğazında bir düğüm hissetti. “Teşekkür ederim. Bu çok şey ifade ediyor.” Telefonu kapattıktan sonra uzun süre oturma odasında oturdu. Telefonu elinde tutarak. O sözler içinde uzun süredir gömülü kalan bir şeyi hareket geçirmişti. Eskiden olduğu kişiye dair bir anı.

Ertesi gün Ayşe işe cebinde telefonuyla gitti. Basit eski bir cihazdı ama kamerası vardı. Günün sonuna ofisler boşalmaya başlayana kadar bekledi. Sonra onuncu kata çıktı ve toplantı odasına girdi. Belgeler hâlâ oradaydı. Masanın üzerinde dosyalar düzenli duruyordu. Ayşe etrafa göz attı. Kalbi hızla çarpıyordu. Titreyen elleriyle ana dosyayı açtı ve Arapça sözleşmeyi buldu. Her sayfanın okunaklı olduğundan emin olarak birkaç fotoğraf çekti.

“Ne yaptığını sanıyorsun?” Ayşe donup kaldı. Yavaşça döndü ve kapıda kolları kavuşmuş, yüzünde memnun bir ifadeyle Murat’ı gördü. “Ben temizlik yapıyordum ve gizli belgelerin fotoğraflarını çekiyordun,” dedi. Murat odaya girdi. “Bu çok ciddi Ayşe. Gerçekten çok ciddi.” “Murat lütfen açıklamama izin ver.” “Neyi açıklayacaksın?” “Şirketin bilgilerini mi çaldığını? Ticari sırlarını satıyor olabileceğini mi? Öyle bir şey değil. Sadece sözleşmenin yanlış olduğunu kanıtlamak istiyorum.” “Ah evet. Temizlikçinin komplo teorisi.” Telefonu elinden aldı. “Sanırım müdür Kemal bunu bilmek isteyecek.” “Murat lütfen.” Ama o zaten telefonuyla odadan çıkıyordu. Ayşe koridorda onu takip etti, açıklamaya çalıştı ama Murat yalvarmalarını görmezden geldi. Kemal’in kapısını çaldı ve cevap beklemeden içeri girdi. “Müdür Kemal, rahatsız ettiğim için özür dilerim ama acil bir şey göstermem gerekiyor.” Ayşe kapıda durdu. Murat’ın telefonu Kemal’e göstermesini izledi. İş adamının ifadesi meraktan öfkeye dönüştü. Ayşe, Kemal sandalyesinden kalktı. “İçeri gel.” Hemen titreyen bacaklarla içeri girdi. Murat Kemal’in yanında, yüzünde kendini beğenmiş bir gülümsemeyle duruyordu. “Şirketimin gizli belgelerinin fotoğraflarını mı çekiyordun?” diye sordu Kemal, sesi tehlikeli derecede sakin. “Açıklayabilirim müdür Kemal. Sadece göstermek için kanıt bulmak istedim.” “Kanıt mı?” sözünü kesti. “Gizliliğimi ihlal ettin. Şirketin güvenini suistimal ettin. Yasal sonuçları olabilecek bir hareket yaptın ve bana kanıtlardan mı bahsediyorsun? Siz anlamıyorsunuz. Sözleşme, sözleşme benim sorunum.” Kemal elini masaya vurdu. “Senin değil. Sen temizlikçisin. Buradaki tek endişen yerleri temizlemek ve çöp kutularını boşaltmak olmalı.” Sözler Ayşe’yi bıçak gibi kesti. Gözlerinde yanma hissetti ama tuttu kendini. Murat, “Temizlik sorumlusunu ara.” Kemal Ayşe’nin telefonunu aldı. “Ayşe, belirsiz bir süre için askıya alındın. Gizlilik ihlali nedeniyle seni dava edip etmeyeceğimi veya sadece işten çıkarıp çıkarmayacağımı değerlendireceğim. Gidebilirsin.” Müdür Kemal, “Lütfen sadece bir dakika dinle beni. Çık odamdan!” diye bağırdı. Ayşe sendeleyerek çıktı. Koridorda ona merakla veya acımayla bakan diğer çalışanların yanından geçti. Aşağı kata soyunma odasına indi. Eşyalarını aldı ve arkaya bakmadan binadan çıktı. Sokakta gece çoktan çökmüştü. Ayşe yönünü bilmeden yürümeye başladı. Gözyaşları nihayet yüzünden süzülüyordu. Her şeyini yeniden kaybetmişti. İşini, onurunu, doğru olanı yapmak için son girişimini.

Sonunda durduğunda küçük bir kilisenin önündeydi. Ayşe özellikle dindar biri değildi ama bir şey onu içeri girmeye itti. Yer bomboştu, sessizdi. Tahta sıralardan birine oturdu ve ağlamasına izin verdi. Son yılların tüm yükünü, hayal kırıklığını ve acısını. “İyi misiniz?” yumuşak bir ses sordu. Ayşe başını kaldırdı ve yanına oturmuş yaşlı bir hanım gördü. 70 yaşlarında olmalıydı. Gri saçları topuz yapılmış, altın çerçeveli gözlüklerin ardındaki nazik gözleri vardı. “Ben özür dilerim, rahatsız etmek istemedim.” “Rahatsız etmiyorsunuz canım. Bazen sadece içinizdekileri dışa vurmak için sakin bir yere ihtiyaç duyarsınız.” Yaşlı hanım bir kağıt mendil uzattı. “Adım Aysel.” Ayşe mendili alıp yüzünü sildi. “İşle ilgili sorunlar mı?” nazikçe sordu Aysel. “Nasıl anladınız?” “72 yaşındayım kızım. Çok şey gördüm. Ve işten gelen çaresizliğin kendine özgü bir yüzü vardır.” Ayşe nedenini bilmiyordu ama her şeyi bu yabancıya anlatmaya başladı. Belki de onu dinleyecek biriyle konuşmaya o kadar ihtiyacı vardı ki Aysel sessizce dinledi. Sadece ara sıra başını salladı.

“Ne düşünüyorum biliyor musun?” Ayşe konuşmasını bitirdiğinde dedi. “Bence doğru olanı yaptın ve bence pes etmemelisin.” “Ama işimi kaybettim. Patronum benden nefret ediyor. Beni dinlemek bile istemiyor.” “O halde belki de dinleyecek başka birini bulman gerek.” “Ailesi var mı?” “Var. Bir eşi ve bir oğlu var sanırım. Onları hiç görmedim.” “Bazen sevdiklerimiz gururun göstermediği şeyleri görmemizi sağlayabilir.” Aysel ayağa kalktı. “Pes etme Ayşe. Bilgin ve tecrüben var. Bu herhangi bir pozisyondan daha değerli. Kimsenin bunu unutturmasına izin verme.”

Aysel gittikten sonra Ayşe bir süre daha orada oturdu. Düşündü. Yaşlı hanım haklıydı. Pes edemezdi. Hele de Kemal’in babasının inşa ettiği her şeyi kaybetmek üzere olduğunu bildiği bir anda.

Sonraki günlerde Ayşe çeşitli yollar denedi. İlk olarak internet üzerinden Kemal’in ofis numarasını buldu ve bir toplantı ayarlamaya çalışarak aradı. Sekreter kibar ama kararlıydı. Müdür Kemal ziyaret kabul etmiyordu ve özellikle askıya alınmış eski bir çalışanı kesinlikle kabul etmezdi. Sonra bir e-posta göndermeyi denedi. Sözleşme ile ilgili bildiği her şeyi yazdı. Akademik geçmişini açıkladı. Eski özgeçmişini ekledi. Hiç cevap alamadı.

Hafta ortasında Elif aradı. “Ayşe, fotoğrafları bir meslektaşıma gösterebildim. O yeminli tercüman ve seninle aynı fikirde. Arapça sözleşme Portekizce çevirisinden tamamen farklı. Sofistike bir dolandırıcılık bu.” “Bunu yazılı olarak alabilir miyim?” “Resmi bir şey alabilirim ama uygun bir teknik rapor hazırlamak birkaç gün sürer. Ayrıca bunu resmi olarak yapabilmesi için orijinal belgeye erişimi olması gerekiyor. Birkaç günümüz yok. İmza töreni yarın.” “Yarın mı?” Elif duraksadı. “O zaman yetişmez Ayşe. Üzgünüm.” Telefonu kapattıktan sonra Ayşe mutfak masasına oturdu ve başını ellerinin arasına aldı. Cuma sabahıydı. İmza töreni öğleden sonraydı. Seçeneği kalmamıştı.

İşte o zaman Aysel’in sözlerini hatırladı. Ailesi var. Bir eşi ve bir oğlu. Ayşe eski bilgisayarını aldı ve araştırmaya başladı. Yıldırım ailesi hakkında bilgi bulmak zor olmadı. Kemal 15 yıldır Melis Yıldırım ile evliydi. Melis, İstanbul’un köklü bir ailesinden geliyordu ve sosyal medyada aktif bir profili vardı. Ayşe yeni bir hesap oluşturdu ve Melis’e bir mesaj gönderdi. Kim olduğunu, ne gördüğünü açıkladı ve ondan kocasıyla konuşması için yalvardı. Yanıt beklemiyordu ama bu onun son çabasıydı.

Şaşırtıcı bir şekilde Melis iki saat sonra cevap verdi. “Siz kimsiniz? Bu saçma suçlamalarla bana nasıl cürret edersiniz? Kocam bana sizden bahsetti. Gizli bilgileri çaldığınız için kovuldunuz. Beni rahatsız etmeye devam ederseniz yasal işlem başlatacağım.” Ayşe son umut ipinin koptuğunu hissetti. İşe yaramazdı. Kimse ona inanmazdı. Kemal sözleşmeyi imzalayacak, şirketini kaybedecek ve o hiçbir şey yapamayacaktı.

Günün geri kalanını evde dolanarak geçirdi. Hiçbir şeye konsantre olamıyordu. Akşam üzeri oldu ve Kemal’i toplantı salonunda elinde kalem kendi hükmünü imzalarken gülümseyerek hayal etti. Sahte çevirmen Sami’nin memnuniyetle izlediğini hayal etti. Arap yatırımcının iki yıl içinde her şeyin sahibi olacağını bilerek durduğunu hayal etti.

Saat akşam altıydı. Telefon çaldı. Tanımadığı bir numaraydı. “Alo.” Ayşe. Genç bir kadın sesiydi. “Benim adım Zeynep Yıldırım. Kemal’in kızıyım.” Ayşe telefonu daha sıkı tuttu. “Zeynep, anneme gönderdiğin mesajı gördüm. Bana gösterdi. Babamın işini sabote etmeye çalışan bir deli olduğunu söyleyerek gülüyordu. Ama ben okulda Arapça öğreniyorum ve merak ettim.” “Arapça mı öğreniyorsun?” “Evet, kültürel değişim programına katılıyorum.” Zeynep’in sesi tereddütlüydü. “Babamın bilgisayarındaki sözleşme fotoğraflarını aldım. Her şeyi buluta kaydediyor ve haklısınız. Çeviri tamamen yanlış.” Ayşe yerin ayaklarının altından kaydığını hissetti. “Emin misin?” “Kesinlikle. Her şeyi anlamıyorum ama yeterince anlıyorum. Ve Arapça öğretmenime gösterdim. O da doğruladı. Bu sözleşme şirketin tamamını iki yıl içinde yatırımcıya verecek.” “Zeynep, babana anlatmalısın hemen.” “Denedim. Kızın sesi çaresizdi ama beni dinlemiyor. Çocuk olduğumu işlerden anlamadığımı söylüyor. Sözleşmenin ilk kısmını bugün imzaladı. Nihai imzanın gelecek pazartesi olduğunu söylüyor.” “Pazartesi mi?” Ayşe hızlı düşündü. “Yani hala zamanımız var mı?” “Çok değil. Ve ne yapacağımı bilmiyorum. Babam bu işten çok heyecanlı. Sonunda büyük babamın hayalini gerçekleştireceğini düşünüyor. Bana inanmayacak, sana inanmayabilir ama belki somut kanıtlara inanır.” “Ne tür kanıtlara?” Ayşe düşündü. Elif’in çevirmen hakkında söylediği bir şey vardı. Profesyonel etik hakkında ve koridorda Sami’yi gördüğünde fark ettiği başka bir şey daha vardı. Konuşma şeklinde, hareket etme biçiminde bir şey. “Zeynep, bu çevirmen hakkında bir şey biliyor musun? Şu Sami denen adam.” “Pek değil. Sadece birkaç ay önce ortaya çıktı. Babamla çalışmayı teklif etti. Uluslararası sözleşmelerde çok deneyimli olduğunu söyledi.” “Birkaç ay önce mi? Tam da Arap yatırımcı babanızla iletişime geçtiği sırada mı?” “Evet. Şimdi söyleyince evet. Hepsi aşağı yukarı aynı zamanda oldu.” “Zeynep, yardımına ihtiyacım var. Bana güveniyor musun?” Uzun bir duraklama oldu. “Annem sizin deli bir temizlikçi olduğunuzu söyledi. Ama Arapça öğretmenim çevirinin yanlış olduğunu söyledi. Ve ben her zaman bilime, gerçeklere güvenmeyi öğrendim. Gerçekler sizin haklı olduğunuzu söylüyor. O zaman bana yardım et. Bu Sami’nin gerçekte kim olduğunu bulmamız gerekiyor.” Sonraki iki gün boyunca Ayşe ve Zeynep birlikte çalıştı. Mesajlaşarak ve görüşerek iletişim kurdular. Zeynep babasının bilgisayarlarına erişebiliyordu ve Sami hakkında bilgi edindi. Tam adı, belgeleri, adresi. Ayşe Sami’nin referanslarını kontrol etmek için eski akademik bağlantılarını kullandı. Bulduğu şey endişe vericiydi. Sami El Halil’in yeminli çevirmen kaydı vardı ama yeniydi. Sadece 6 aylıktı. Bundan önce onun hiçbir profesyonel kaydı yoktu. Sanki hiç yoktan ortaya çıkmış gibiydi. Bu tuhaf değil mi?

Zeynep bir telefon görüşmesi sırasında sordu. “Çok tuhaf. Ben bilgisayarımın başında arama sonuçlarına bakıyordum. Dahası da var. Sosyal medyadaki profilini buldum. Bir yıldan fazla bir süre önce o Arap yatırımcıyla çekilmiş fotoğrafları var. Sami babana hizmetlerini sunarak ortaya çıkmadan çok önce birbirlerini tanıyorlarmış. Yani bunu en başından beri mi planlıyorlardı?” “Öyle görünüyor. Ama daha fazla kanıta ihtiyacımız var. Babanın göz ardı edemeyeceği somut bir şey. Ya onların konuşmasını kaydetsek?” Zeynep önerdi. “Babam şu anda neredeyse her gün Sami ve yatırımcıyla toplantı yapıyor.” “İzinsiz kaydetmek yasa dışı olabilir Zeynep. Ve olmasa bile bunu nasıl yapacaksın? Ben aynı evde yaşıyorum.” “Babam bazen evden çalışıyor ve Sami buraya birkaç kez geldi.” Ayşe bir genci potansiyel olarak tehlikeli bir duruma sokma fikrinden hoşlanmıyordu ama seçenekleri tükeniyordu. “Bunu yapacaksan çok dikkatli olmalısın ve eğer tehditkar görünen bir şey söylerlerse hemen durur ve oradan çıkarsın.” “Dikkatli olacağım. Söz veriyorum.”

Cumartesi günü Zeynep heyecanla aradı. “Başardım. Sami bu sabah buraya geldi. O ve babam kütüphanede konuştular. Telefonumu bir kitap yığının altına kayıt yapmak için yerleştirdim ve işe yarar bir şey kaydettim.” “Ne kaydettin?” “Daha iyisi. Sami bir telefon aldı ve açmak için kütüphaneden çıktı. Onun Arapça konuştuğunu duydum. Sami gülüyordu. Karşı taraftaki kişiye babamın kandırılması kolay bir aptal olduğunu söylüyordu. Kısa süre içinde işin tamamlanacağını. Bunu kaydettin mi?” “Her kelimesini.” “Harikasın. Sesi bana gönder hemen.” Ayşe kaydı dinlediğinde bir öfke ve tatmin karışımı hissetti. Tam ihtiyaçları olan şeydi. Sami açıkça dolandırıcılıktan, Kemal’i nasıl kandırdığından, şirketi ele geçirme planından bahsediyordu.

Ama hala bir sorun vardı. Kemal’i nasıl dinleteceklerdi? “Annem anahtar,” dedi Ayşe endişesini paylaştığında Zeynep, “O gururludur ve yanıldığını kabul etmekten hoşlanmaz. Ama babamı seviyor ve eğer onun gerçekten tehlikede olduğuna inanırsa onu dinletecektir. Ama o bana inanmadığını açıkça belirtti. Sana inanmaz. Ama kendi kızına mı? Bu farklı.” Zeynep haklıydı. O gece her şeyi annesine gösterdi. Arapça öğretmeni tarafından doğrulanan yanlış çeviriler, Sami hakkındaki araştırmalar, onun Kemal ile tanışmadan önce yatırımcıyla çekilmiş fotoğrafları ve özellikle kayıt. Melis Yıldırım her şeyi sessizce dinledi. Ses kaydı bittiğinde uzun süre kızına baktı. “Bütün bunlardan kesinlikle emin misin?” sonunda sordu.

“Anne, öğretmenime gösterdim. Onun doğu dilleri alanında doktorası var. Çevirinin yanlış olduğunu doğruladı. Ve bu kadın, bu Ayşe, onun bir düzenin arkasında olmadığını kim garanti ediyor? Anne, onun hakkında araştırma yaptım. O üniversite profesörüydü. İnanılmaz bir özgeçmişi var. Neden bahsettiğini biliyor.” Melis yüzünü sıvazladı. “Eğer bu doğruysa, eğer baban gerçekten kandırılıyorsa…” cümlesini tamamlamadı.

Onu dinletmelisin. Zeynep ısrar etti. “Lütfen.” Pazar gecesi Ayşe bir telefon aldı. Melis’ti. “Ayşe ben Melis Yıldırım. Konuşmamız gerekiyor.” Ertesi sabah şehir merkezinde bir kafede buluşmak üzere sözleştiler. Ayşe erken geldi. Gergindi. Köşede bir masa seçti ve zar zor içebildiği sade bir kahve sipariş etti.

Melis tam 9’da geldi. 42 yaşında, bakımlı, sarı saçlı, gösterişsiz ama belli ki pahalı marka giysileri olan şık bir kadındı. Ayşe’nin karşısına oturdu ve onu eleştirel gözlerle inceledi. “Siz gerçekten üniversitede hoca mıydınız?” diye sordu Melis doğrudan. “Evet, 12 yıl boyunca.” “Peki nasıl oldu da ofis temizliği yapmaya başladınız?” Ayşe derin bir nefes aldı. “Hayat her zaman planladığımız gibi gitmiyor. Bazen her şey yıkılır ve hayatta kalmak için elimizden geleni yaparız.” Melis yavaşça onayladı. “Kızım bana her şeyi gösterdi. Araştırmaları, çevirileri, kaydı. İnanmak istemedim. Kovulduğunuz için bir tür dolandırıcılık ya da intikamınız olduğunu düşünmek istedim. Ama gerçekler ortada. Eşinize zarar vermek istemedim asla.” “Sadece o sözleşmede gerçekte ne yazdığını bilip sessiz kalamazdım.” “Peki Kemal’in şirketi kaybedeceğinden kesinlikle emin misiniz?” “Hiç şüphem yok. Arapça sözleşme açık. 24 ay sonra tüm mülkiyeti devrediyor. Kar paylaşımı maddeleri sadece bir sis perdesi.” Melis çantasından bir zarf çıkardı. “O halde bir şey yapmalıyız. Son imza bugün öğleden sonra saat 3’te. Orada olabilir misiniz?” “Ben mi? Ofiste mi? Eşiniz beni oradan kovdu. Asla içeri almaz.” “O zaman izin istemeyelim.” Melis’in gözlerinde Ayşe’yi yıllar önceki halini hatırlatan bir kararlılık vardı. “Binayı herkesten iyi tanıyorsunuz. Görünmeden girmenin bir yolu olmalı.” “Var.” Ayşe hızla düşündü. “Arkadaki hizmet girişi anahtar bende, yani bende vardı. Beni uzaklaştırdıktan sonra kilidi değiştirmişlerdir. Ya değiştirmedilerse? O zaman girebilirim ama sonra Kemal’i durdurup dinletmeyi nasıl sağlayacağız?” “Bunu bana bırak.” Melis zarflı sakladı. “Sadece sizin tüm kanıtlarla orada olmanız gerekiyor. Ve eski meslektaşınız şu çevirmenle. Elif mi? O teknik bir rapor hazırlıyor ama zaman alacağını söyledi. Tam bir rapora ihtiyacımız yok. Sadece söylediklerinizi doğrulamak için orada olması yeterli. Yetkili konuşabilecek, güvenilir bir profesyonel. Onu ikna edebilir misiniz?” “Düşünebilirim. Elif iyi bir arkadaş olmuştu ama bunu istemek çok şeydi.” “Deneyebilirim.”

Melis gittikten sonra Ayşe daha uzun süre kafede oturdu. Her şeyi sindirdi. Uzaklaştırıldığı binaya girmek, önemli bir iş toplantısını bölmek, potansiyel olarak ciddi yasal sorunlara yol açmak üzereydi. Ama hiçbir şey yapmazsa Kemal her şeyini kaybedecekti.

Elif’i aradı. “Ayşe, ne sürpriz. Elif, bu öğleden sonra sana ihtiyacım var. Acil.” “Bugün mü dersim var?” “Lütfen!” diye sözünü kesti Ayşe. “Yardım edebilecek tek kişi sensin. Senin yetkin ve bilgin var. Eğer gelmezsen bir adam kanıtlayabileceğini bildiğim bir dolandırıcılık yüzünden aile şirketini kaybedecek.” Uzun bir sessizlik oldu. “Saat kaçta ve nerede?” “Saat 14.40’ta.” Ayşe, Yıldırım Sanayi binasının arkasında eski anahtarını tutuyordu. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki kulaklarında kanın sesini duyabiliyordu. Elif yanındaydı. Resmi giyinmişti ve sözleşmenin ön analizlerini içeren bir evrak çantası taşıyordu.

“Bundan emin misin?” diye sordu Elif. “Çünkü eğer bu anahtar çalışmazsa binaya zorla girmeye çalışan iki deli gibi görüneceğiz.” “Öğrenmenin tek yolu var.” Ayşe anahtarı kilide taktı. Kilit tıkırdadı ve kapı açıldı. İkisi birbirine baktı ve içeri girdi.

Bina gündüz vakti farklıydı. Personelle dolu, hareketli ve canlıydı. Ayşe Elif’i kalabalık alanlardan kaçınarak hizmet koridorlarından geçirdi. Acil çıkış merdivenlerinden çıktılar. Yolun açık olup olmadığını kontrol etmek için her katta durdular. Onuncu kata vardıklarında Ayşe kapıdan göz attı. Koridor boştu ama ana toplantı odasında hareketlilik vardı. Yarı saydam cam duvarlarının ardından birkaç siluet seçiliyordu. “Orada,” diye fısıldadı Elif’e.

Peki şimdi ne olacak? “Şimdi işareti bekliyoruz.” Kendilerini küçük bir temizlik malzemesi deposuna sakladılar. Ayşe o binanın her köşesini, her saklanma yerini biliyordu. Orada tekrar bulunmak bir çalışan olarak değil, bir davetsiz misafir gibi tuhaf geliyordu. Dakikalar yavaşça geçti. Ayşe saate baktı. Saat 15.15 geçiyordu. Toplantı devam ediyor olmalıydı.

Melis işareti vereceğini söylemişti. Ama nasıl bir işaret? Ne zaman gireceklerini nasıl bileceklerdi? İşte o zaman duydular. Toplantı odasından gelen yüksek sesler, bir tartışma… Melis planın kendine düşen kısmını yerine getiriyordu. Ayşe ve Elif depodan çıkıp odaya yaklaştılar. Camın ardından Kemal’in masada oturduğunu, görünür şekilde sinirlendiğini görebiliyorlardı. Melis ayakta duruyor, el kol hareketleri yapıyordu. Sami iş adamının yanında onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Ve bir de geleneksel Arap kıyafetleri giymiş başka bir adam vardı. Yatırımcı olmalıydı.

“Hayır Melis,” dedi Kemal kapıdan. “Bunu mahvetmene izin vermem. Bu anlaşma çok önemli.” Kemal, “Lütfen beni bir dinle,” diye yalvarıyordu. Melis, “Kızımız sözleşme ile ilgili bir şey keşfetti. Zeynep daha bir çocuk. O işlerden anlamaz. Ama Arapça biliyor ve sözleşmede hata var.” Sami öne çıktı. “Hanımefendi Yıldırım, tüm saygımla ama bu çok saçma. Yıllardır profesyonel çevirmenim. Bir hata yaptığım yönündeki bu iddia bir hata değildi.” Melis sözünü kesti. “Kasıtlıydı.” Sessiz kalan Arap yatırımcı sonunda konuştu. Sesi yumuşak ama kararlıydı. “Bu çok ciddi bir suçlama hanımefendi. Umarım kanıtınız vardır.” İşte o zaman Melis kapıya baktı ve hafifçe işaret verdi.

Ayşe derin bir nefes aldı. “Hadi,” dedi Elif’e. İkisi odaya girdi. Etkisi anında oldu. Kemal sandalyesinden fırladı. Yüzü öfkeden kıpkırmızıydı. “Sen buraya girmeye nasıl cüret edersin? Güvenliği çağıracağım.” “Kemal bekle,” diyerek kocasının kolunu tuttu Melis. “Onun söyleyeceklerini dinlemen gerekiyor. O gizli bilgileri çalan bir temizlikçi işten uzaklaştırıldı. O aynı zamanda diller üzerine doktorası olan bir üniversite hocası,” diye kararlılıkla söyledi Melis. “Ve yanındaki bu kadın da yeminli bir çevirmen. Sana gösterecek bir şeyleri var.”

Ayşe öne bir adım attı. Elleri titriyordu ama sesi kararlı çıktı. “Müdür Kemal, bana güvenmek için bir nedeniniz olmadığını biliyorum. Bunun nasıl göründüğünü de biliyorum. Ama lütfen bana sadece 5 dakika verin. Ondan sonra beni kovmak ve güvenliği çağırmak isterseniz direnmeden giderim.” Kemal önce eşine, sonra Ayşe’ye ardından profesyonel kıyafeti ve çantasıyla Elif’e baktı. “5 dakika,” dedi sonunda. “Ama eğer bu bir tür oyunsa yemin ederim ki oyun değil.” Diyerek Elif öne çıktı ve çantasını masaya koydu.

“Benim adım Elif Çelik. 20 yıldır yeminli Arapça çevirmeniyim ve İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yapıyorum. Bugün buraya meslektaşım Ayşe’nin beni derinden endişelendiren bir sözleşmenin fotoğraflarını göstermesi üzerine geldim.” Çantasını açtı ve masaya belgeleri yaydı. “Bu imzalamak üzere olduğunuz sözleşme,” diyerek sayfalara işaret etti. “Ve bu da size verilen çevirisi. Şimdi lütfen buraya bakın. Arapça olan bu madde 24 ay sonra tam mülkiyet devrinden bahsediyor ama Türkçe çeviride sadece kar paylaşımı yazıyor.” Kemal belgeleri aldı. Yüzü bembeyaz olmuştu. “Bu bir yanlış anlaşılma olmalı.” Sami oldukça sessiz kalmıştı. Arap yatırımcıya baktı. O ise ifadesiz bir şekilde duruyordu.

“Müdür Kemal, bu çok öznel bir yorum,” diye başladı Sami. “Arapçanın nüansları yok. Elif sözünü kesti. “Dil açık. Kesinlikle şüphe götürmez. Yetkin herhangi bir çevirmen bunu hemen görürdü.” “Benim yetkinliğimi mi sorguluyorsunuz?” Sami öfkeli görünmeye çalıştı ama sesi titredi. “Diyorum ki ya son derece yeteneksizsiniz ya da kasıtlı olarak müşterinizi aldatıyorsunuz.” Elif Kemal’e döndü ve, “İkinci seçenek olduğuna inanmak için nedenlerim var.” Melis son darbeyi vurdu. Telefonunu aldı ve Zeynep’in kaydettiği ses kaydını çalmaya başladı. Sami’nin sesi odayı doldurdu. Arapça konuşuyor, gülüyor. Kemal’e kolayca kandırılan aptal diyordu. “Bunu biri çevirebilir mi?” diye sordu Kemal. Sesi gergindi. Elif dikkatle dinledi ve sonra çevirmeye başladı. Sesi net ve profesyoneldi. Her kelimeyle Kemal daha solgun, daha gergin hale geldi. Çeviri bittiğinde yavaşça Sami’ye döndü. “Bu doğru mu?” diye sordu. Sesi tehlikeli derecede sakin. “Bunların hepsi doğru mu?” Sami ağzını açtı ama hiç ses çıkmadı.

Arap yatırımcı sakin bir şekilde ayağa kalktı. “Bay Yıldırım, burada açıkça bir yanlış anlaşılma var. Her şeyi uygun şekilde açıklığa kavuşturana kadar bu toplantıyı ertelememizi öneriyorum.” “Yanlış anlaşılma mı?” Kemal acı bir kahkaha attı. “Siz benim şirketimi çalmaya çalışıyordunuz.” “Çalmak çok sert bir ifade.” Yatırımcı sesini sakin tuttu. “Elimizde yasal bir sözleşme var ki…” Melis sözünü kesti. “Dolandırıcılığa dayalı bir sözleşme.” “Kocam kasıtlı olarak aldatıldı. Bunlar ciddi suçlamalar.” Yatırımcı Sami’ye soğuk bir bakış attı. “Devam etmeden önce avukatlarıma danışmam gerekecek.” Kapıya doğru yürüdü ama Kemal yolunu kesti. “Burada neler olduğunu açıklayana kadar hiçbir yere gitmiyorsunuz.” “Bay Yıldırım, lütfen elinizi kolumdan çekmenizi öneriyorum,” dedi yatırımcı sakin bir şekilde. “Yoksa bu zaten olduğundan çok daha büyük bir sorun haline gelebilir.” “Bırak gitsin Kemal.” Melis kocasının omzuna dokundu. “Bırak gitsinler. İhtiyacımız olanı aldık. Kanıtlarımız var, tanıklarımız var. Her şey belgelenmiş durumda.” Kemal yatırımcının kolunu bıraktı. O da hızla arkasından gözle görülür şekilde sarsılmış bir Sami ile çıktı.

Kapı kapandığında Kemal sandalyesine yığıldı. Başını ellerinin arasına aldı. “Her şeyimi kaybedecektim,” diye mırıldandı. “Babamın inşa ettiği her şeyi kendi kibirim yüzünden, kendi aptallığım yüzünden.” Ayşe olduğu yerde dikildi. Ne diyeceğini bilemiyordu. Melis kocasına yaklaştı ve elini onun omzuna koydu. “Hiçbir şey kaybetmedin,” diye yumuşak bir sesle söyledi. “Hepsine hâlâ sahipsin. Seni uyarmaya çalışacak kadar önemseyen insanlar sayesinde.” Kemal gözlerini kaldırdı ve Ayşe’ye baktı. Onu tanıdığından beri ilk kez onu gerçekten görüyor gibiydi. Bir temizlikçi olarak değil, bir engel olarak değil, bir insan olarak. “Sen beni uyarmaya çalıştın,” dedi en başından beri ve ben sana…” Cümlesini bitirmedi ama Ayşe ne demek istediğini biliyordu.

“Neden bana inanmadığınızı anlıyorum,” dedi Ayşe. “Nasıl göründüğünü biliyorum. Bir temizlikçi profesyonel bir çevirmenden daha fazlasını bildiğini iddia ediyor. Ama bildiğim şeyi görmezden gelemezdim. Neden?” diye sordu Kemal. “Neden bu kadar önemsedin? Sana nasıl davrandığımdan sonra o sözleşmeyi imzalamama ve her şeyi mahvetmeme izin verebilirdin. Neden yapmadın?” Ayşe cevap vermeden önce düşündü. “Çünkü ben bir kez her şeyimi kaybettim. Acısının nasıl olduğunu biliyorum. İnşa ettiğin hayatın yıkıldığını görmenin nasıl bir şey olduğunu biliyorum. Ve her şeye rağmen doğru olanı yapmanın önemli olduğuna hala inanıyorum. Zor olduğunda bile, kimse seni dinlemiyorken bile.”

Kemal uzun bir süre ona baktı. Sonra ayağa kalktı ve elini uzattı. “Beni affet,” dedi. “Her şey için, kibir için, saygısızlık için, yardım etmeye çalıştığın zaman seni dinlemediğim için.” Ayşe onun elini sıktı. Boğazında bir düğüm hissetti. “Affedildiniz. Peki Ayşe?” Kemal devam etti. “Sen işe alındın. Temizlikçi olarak değil, uluslararası sözleşmeler danışmanı olarak. Tabii kabul edersen.” Ayşe gözlerini yakan yaşları hissetti. “Ben kabul ediyorum. Teşekkür ederim.”

Sonraki haftalarda Yıldırım Sanayi’de birçok şey değişti. Kemal dolandırıcılığı araştırması için uzman bir avukat tuttu. Arap yatırımcının aynı planı diğer Türk şirketleriyle de denediğini öğrendiler. Üçü dolandırıcılığa kanmış ve şirketlerini kaybetmişti. Sami hepsinde suç ortağı olmuştu. Hikaye uzman basına ulaştı. İş dergileri bu tür dolandırıcılıklar konusunda diğer iş adamlarını uyaran makaleler yayınladı. Ayşe, sahte çevirileri nasıl tespit edeceğini açıklarken her seferinde Elif’in eşliğinde defalarca röportaj verdi. Bu tanınırlık beklenmedik sonuçlar getirdi. Diğer şirketler uluslararası sözleşmeleri gözden geçirmesi için Ayşe’yi aramaya başladı. Yıllarca ofis temizleyen o artık bir uzman olarak aranıyordu.

Ama her şey kolay olmadı. Temizlik sorumlusu Fatma Hanım olaylardan bir hafta sonra Ayşe’yi buldu. Ayşe’nin temizlikçiyken öğle yemeği yemeye alıştığı kafede buluştular. “Senden özür dilemem gerekiyor,” dedi Fatma oturur oturmaz. “Sana kötü davrandım. Yerinde kalmanı, çağrılmadığın yere karışmamanı söyledim.” “İşimi koruyordun Fatma Hanım,” dedi Ayşe. “Anlıyorum.” “Hayır,” dedi Fatma başını sallayarak. “Kendimi koruyordum. Pozisyonumu kaybetmekten, ekibimi kontrol edemiyor gibi görünmekten korkuyordum. Bu yüzden sen farklı bir şey yapmaya, beklenenden fazlasını yapmaya çalıştığında seni azarladım ve yanılıyordum. Endişelenmenizde yanlış bir şey yoktu.” Ayşe Fatma’nın eline dokundu. “Bizim yaştaki kadınlar için bu piyasada zor. Hayatta kalmak için elimizden geleni yapıyoruz. Yine de Fatma gözlerini sildi. Bana bir şey öğrettin. Görevimiz ne olursa olsun her zaman değerimiz olduğunu, her zaman yardımcı olabilecek bilgimiz olduğunu.”

Ayşe’nin ani yükselişinden hoşlanmayan bazı eski çalışanlarla da sorunlar yaşandı. Belgeleri fotoğraflarken onu yakalayan asistan Murat özellikle düşmanca davranıyordu. “Demek şimdi danışman oldun,” dedi koridorda karşılaştıklarında alayla. “Ne kadar uygun. Küçük bir problem yarat. Çözmüş gibi yap ve terfi al.” Murat, “Ben hiç problem yaratmadım. Gerçek bir dolandırıcılığı tespit ettim. Eğer gerçekten dolandırıcılıksa tabii belki sen ve o çevirmen her şeyi abarttınız. Kendinizi öne çıkarmak için.” Ayşe uzaklaşmaya başladı. “Senin sorunun ne biliyor musun? Murat seni takip etti. Herkesten daha iyi olduğunu sanıyorsun. Bir zamanlar öğretmen olduğun için özelsin ama sonuçta sadece şanslı bir temizlikçisin.” Ayşe durdu ve ona dönüp baktı. “Senin sorunun ne biliyor musun Murat? İnsanları kalıplara sokmaya o kadar takılmışsın ki herkesin değerini göremiyorsun. Evet. Öğretmen oldum. Temizlikçi de oldum ve her iki görevde de değerli bir şey öğrendim. Dürüst çalışmanın ne olursa olsun onuru vardır. Onursuz olan kendini daha büyük hissetmek için başkalarını küçük görmeye çalışmaktır.” Yanıt veremeyen Murat’ı orada bırakarak uzaklaştı.

Ama en büyük zorluk Ayşe’nin kendi içinden geliyordu. Yıllarca ofis temizledikten, başını eğip yerini kabul ettikten sonra kendini yeniden nitelikli bir profesyonel olarak görmek kolay olmadı. Güvensizlik ve şüphe anları yaşadı. Bir öğleden sonra küçük ama şehre bakan penceresi olan yeni ofisinde bir Fransızca sözleşmeyi gözden geçirirken Kemal içeri girdi. “Ayşe, bir dakikan var mı?” “Tabii müdür Kemal.” “Lütfen sadece Kemal,” dedi. Onun karşısına oturdu. “Fransız şirketiyle yeni sözleşme hakkında konuşmak istiyordum. Gözden geçirme fırsatın oldu mu?” “Oldum. Ve beni endişelendiren bazı maddeler buldum.” Açıklamaya başladı ama onun ifadesini görünce durdu. “Bir sorun mu var?” “Hayır. Sadece Kemal tereddüt etti. Garip geliyor biliyor musun? Birkaç hafta önce ofisimi temizliyordun ve şimdi beni yine kötü bir anlaşma yapmaktan kurtarıyorsun.” “Eğer beyefendi Kemal, eğer benim yeterli olmadığımı düşünüyorsanız öyle değil.” “Tam tersi. Son derece yeteneklisin ve ben senin gibi bilgisi olan birinin nasıl olup da ofis temizlediğini merak ediyorum.” Ayşe bir an sessiz kaldı. Bu her gün kendine sorduğu bir soruydu. Hayat her zaman adil değil. Sonunda konuştu. “Bazen her şey yıkılır ve insan eline geçeni kabul eder. Ama bu içindeki kişiyi kaybettiği anlamına gelmez.” “Haklısın.” Kemal başını salladı. “Ve biliyor musun tüm bunlardan sonra burada çalışan insanlara daha fazla dikkat etmeye başladım. Sadece yöneticilere değil herkese. Ve inanılmaz hikayeler keşfettim. Temizlikten Zehra gece vakti işletme okuyor. Depodan Mehmet, geliştirdiği bir aletin patent başvurusu var. Bu şirkette o kadar yetenek var ki bunu görmekte tamamen körleşmişim.” “Peki bununla ne yapacaksın?” “Her şeyi değiştireceğim.” Kemal gülümsedi. “Zaten başladım. Bir iç gelişim programı oluşturdum. Potansiyeli olan çalışanları belirleyip büyüme fırsatları vereceğiz. Eğitim, kurslar, rehberlik.”

Ayşe’nin hikayesi sadece bir temizlikçinin değil, görünmez sayılan bir insanın, cesareti, kararlılığı ve bilgiyle nasıl hayatını değiştirdiğinin ve etrafındakilere ilham verdiğinin destanıydı. Onun yolculuğu, düşüşlerin son olmadığını, her zaman yeniden ayağa kalkmak için bir yol olduğunu gösteriyordu. Ve en önemlisi, insanların değerinin unvanları veya konumlarıyla değil, yaptıkları iyilikler ve dokundukları hayatlarla ölçüldüğünü kanıtlıyordu.

.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News