O öğretmen, bir resim aldı… ve okulun gizli suçunu keşfetti
Haziran güneşi altında “Ayvalık Özel Koleji”nin son günü parlıyordu. Çocuklar koridorlarda sırt çantaları açık halde koşuyor, kahkahalar duvarlara çarpıyordu. 3-B sınıfında, öğretmen Elif Yılmaz, maaşı kirayı bile zor ödeyen birinin dinginliğiyle defterleri düzenliyordu.
Bu özel okul, zengin iş adamlarının çocuklarının iPhone’larla oynadığı, Elif’in ise plastik bardakta hazır kahve içtiği bir yerdi.
Elif’i rahatsız eden para değildi. Onu gerçekten yaralayan şey, gizli küçümsemeydi.
“Fakir bir öğretmen zarafet öğretemez,” demişti bir veli toplantısında bir anne.
Elif duymamış gibi yaptı. Gururla gülümsedi.
Zil çaldığında, çocuklar çiçekler ve kâğıttan kalplerle etrafını sardı.
Ama o anda, okulun bahçıvanının oğlu Mert, gazete kâğıdına sarılmış küçük bir şeyle geldi.
— Bu sizin için öğretmenim, — dedi utangaçça — ben çizdim.
Elif paketi dikkatle açtı. Renkli kalemlerle yapılmış bir resimdi: okul bahçesi, ağaçlar, oynayan çocuklar… ve arka planda, takım elbiseli bir adam bir şeyi bodruma sürüklüyordu.
Elif önce gülümsedi, bunu çocukça bir hayal sandı.
Ama sonra dondu kaldı: çizimdeki adamın kolunda, okul müdürü Kemal Arslan’ın taktığı aynı altın saat vardı.
O gece Elif uyuyamadı.
Resim zihninde dönüp duruyordu.
Dedikoduları hatırladı: kaybolan aşçı kadın, çocukların “bodrumda garip şeyler” dedikleri anlar, personelin sessizliği.
“Ya Mert gerçekten bir şey gördüyse?” diye düşündü.
Ertesi gün, sınıfın anahtarlarını teslim etmeden önce bodruma indi.
Karanlık, nemli ve küf kokuyordu. El fenerini açınca yerde yeni bir leke gördü, silinmeye çalışılmıştı.
Ve mavi nakışlı bir kumaş parçası — aşçının üniformasından.
Kalbi küt küt atıyordu.
Tam kaçacaktı ki, ayak sesleri duydu.
— Öğretmen Elif? — Bu müdürün sesiydi.
Elif feneri kapattı, dolabın arkasına saklandı. Adam telefonda fısıldadı:
— …Evet, her şey kapalı. Kimse şüphelenmiyor. Yarın her şeyi yok edeceğim.
Adam yukarı çıkınca Elif soluğunu tuttu. Çantasına resmi koydu ve arka kapıdan çıktı.
Haftalarca okula dönmedi.
Aylar geçti. Aşçı kadının kaybolması yeniden haber oldu — hâlâ iz yoktu.
Elif sessiz kalamıyordu, ama elinde kanıt yoktu. Sadece bir çocuk resmi.
Sonra farklı bir şey yapmaya karar verdi.
Kasaba meydanında bir çocuk sanatı sergisi düzenledi.
Velileri, yerel basını, belediye başkanını ve tabii ki müdür Kemal Arslan’ı davet etti.
Ve sergiye özel bir tablo astı: Mert’in çizdiği o resim, büyütülmüş ve çerçevelenmiş halde.
Altında bir yazı vardı:
“Bazen gerçeği yalnızca masumlar çizer.”
Kalabalık sessizleşti.
Müdürün yüzü bembeyaz oldu.
— Bu ne anlama geliyor? — dedi titrek sesle.
Elif cevap vermedi. Sadece baktı.
Bir gazeteci o anda fotoğraf çekti.
Ve o saniyede Mert kalabalığın içinden bağırdı:
— Onu sürüklerken gördüm, müdür bey!
Sessizlik bir mahkeme kararı gibi çöktü.
Polis o akşam soruşturma başlattı.
Bodrumda kalıntılar bulundu.
“Ayvalık Koleji”nin suçu üç yıl sonra ortaya çıktı.
Gazeteler Elif’i kahraman ilan etti: çocukların sessizliğinde hakikati duyan kadın.
Birkaç gün sonra Mert, yeni bir resim getirdi:
İkisi güneşin altında duruyordu, üzerinde yazıyordu:
“İyiler, korkmadıklarında kazanır.”
Elif o resmi oturma odasına astı.
Artık o okulda çalışmıyordu ama içinde bir şey değişmişti.
Çünkü anlamıştı: öğretmek, sadece harfleri değil, gerçeği konuşturmaktı.