Kar Fırtınasında Üçüz Doğurdu – Köylü Geldi ve Olanlar Herkesi Ağlattı!

Kar Fırtınasında Üçüz Doğurdu – Köylü Geldi ve Olanlar Herkesi Ağlattı!

.
.

Kar Fırtınasında Üçüz Doğurdu: Köylünün Merhameti

Kayseri Dağları’nda Şubat ayının en soğuk gecesi yaşanıyordu. Kar fırtınası acımasızca yağıyor, rüzgar kulübeyi sarsıyordu. Elif Tekin, bu küçük ve çürümüş kulübede, hayatının en zor mücadelesini veriyordu. 26 yaşındaki genç kadın, üçüz doğuruyordu. Kulübede yalnızdı; ne ebe, ne komşu, ne de yardım edecek bir ailesi vardı. Sadece kar, rüzgar ve dayanılmaz bir acı. Kulübenin içi o kadar soğuktu ki duvarlar buz tutmuş, çatının bazı yerlerinden kar sızıyordu. Elif’in yaşadığı yer, insanların bile yaşamaya uygun görmediği bir barınaktı.

Doğum sancıları şafaktan önce başlamıştı. Ancak Elif, tek bir bebeğin gelmediğini fark etti. Üç bebek doğuyordu. Bu, onun için bir mucizeydi ama aynı zamanda dayanılmaz bir yük. Kendi başına, hiçbir yardım olmadan, bu üç bebeği dünyaya getirmek zorundaydı. Vücudu zayıf düşmüştü, kan kaybediyordu ve her geçen dakika daha da güçsüzleşiyordu.

Elif’in hayatı hep zorluklarla doluydu. Fakir bir ailenin kızı olarak büyümüştü. Babası tarla işçisiydi, annesi ise köyde çamaşır yıkayarak geçimini sağlıyordu. Babasını 12 yaşında kaybetmişti ve o günden sonra ailesi daha da yoksullaşmıştı. Elif’in kaderi, kasabadaki varlıklı insanların küçümseyici bakışlarıyla şekillenmişti. Fakirliği ve köylü görünümü, onu toplumdan dışlayan bir damga gibiydi. Ancak hayatının en büyük mutluluğu, Mustafa ile tanışması olmuştu.

Mustafa, madenlerde çalışan iyi kalpli bir adamdı. İkisi de fakir oldukları için birbirlerini anlamış, gizlice evlenmişlerdi. Ancak bu evlilik, Mustafa’nın ailesi tarafından şiddetle reddedilmişti. Mustafa’nın annesi, “Fakir bir kızla evlenip soyadımızı lekeleyeceksin!” diye bağırmıştı. Aile, Mustafa’yı tamamen dışlamıştı. Ancak Elif ve Mustafa’nın aşkı, tüm önyargılardan daha güçlüydü. İki yıl boyunca mutlu bir hayat sürmüşlerdi. Ta ki geçen sonbaharda Mustafa’yı göğüs hastalığı alıp götürene kadar.

Mustafa öldüğünde Elif hamileydi. Kasaba halkı, onun hamileliğini uğursuzluk olarak görmüştü. “Çoklu doğumlar fakirliğin lanetidir,” diye fısıldamıştı kadınlar. Elif, zamanla yalnızlaşmıştı. Kimse ona yardım etmek istememiş, pazarda yiyecek satmayı reddetmişlerdi. Kasaba imamı, Mustafa’ya cenaze namazı kıldırmayı bile reddetmişti. Çocuklar, Elif’in peşinden taş atıyordu. Herkes onu dışlamıştı. Elif, bu yalnızlık içinde üçüzlerini doğuruyordu.

İlk bebek güneş dağlarda yükselirken doğdu. Küçücük bir erkek çocuktu. Güçlü ciğerleri vardı; çığlıkları kulübeyi doldurdu. Elif onu annesinin dokuduğu şalına sardı. Ancak doğum bitmemişti. Bir saat sonra ikinci bebek geldi. İnce, narin bir kız çocuğuydu. Elif, daha fazla gücü kalmadığını düşünüyordu ama üçüncü bebek de dünyaya gelmek üzereydi. Üçüncü bebeğin doğumu, Elif’in son enerjisini tüketti. Üç mucize karanlığın ortasında doğmuştu. Ancak Elif’in vücudu daha fazla dayanamıyordu. Kan kaybı artmış, nefesi zayıflamıştı.

Bebekler açlık ve soğuktan ağlıyordu. Elif onları sıcak tutmak için kendi vücudunun ısısını kullanıyordu. Ancak bu yeterli değildi. Ateş sönmüştü, kulübenin içi buz gibiydi. Bebeklerin ağlaması kesilmişti. Sessizlik, Elif’i daha da korkutuyordu. Üç küçük canın bu soğukta hayatta kalma şansı yoktu. Elif, gözlerini kapattığında her şeyin bittiğini düşündü.

Tam o sırada kulübeye doğru gelen ayak seslerini duydu. Kapı yavaşça açıldı ve karanlıkta bir siluet belirdi. Gelen kişi, uzun boylu bir adamdı. Esmerleşmiş teni, omuzlarına kadar uzanan siyah saçları ve dağların bilgeliğini taşıyan gözleri vardı. Geleneksel köylü giysileri giymişti. Bu adam, Ali Kaya’ydı. Ali, üç yıl önce eşkıyaların köyüne düzenlediği baskında karısını ve oğlunu kaybetmişti. O zamandan beri dağlarda yalnız yaşıyor, kötülüklere karşı mücadele ediyordu.

Ali, kulübeye girdiğinde Elif’in durumunu gördü. Zayıf düşmüş bir kadın ve üç yeni doğan bebek… Ali’nin kalbinde eski bir acı canlandı. Kendi ailesini koruyamamıştı. Şimdi başka bir aile yok olma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Elif, adamdan korkuyordu. Kasabada köylüler hakkında korkunç hikayeler anlatılırdı. Ancak Ali’nin gözlerinde nefret değil, merhamet vardı. “Zarar vermek istemiyorum,” dedi Ali. “Yardım etmek istiyorum.”

Ali, kürk pelerinini çıkarıp Elif ve bebeklerin üzerine örttü. Ateşi yeniden yaktı. Su kaynatıp şifalı otlardan bir çay hazırladı. Elif’e içmesi için yardım etti. Bebekleri nazikçe kucağına aldı. Ali’nin dokunuşları, Elif’i şaşırtmıştı. Bu adam, kasabanın anlattığı canavar gibi değildi. Şefkatli ve insancıldı.

Ali, günler boyunca kulübede kaldı. Elif’e düzenli olarak şifalı çay verdi. Bebekleri sıcak tuttu. Elif yavaş yavaş güçleniyordu. Bebekler daha canlı hale gelmişti. Ali, bebeklere isimlerini sordu. Elif, “Hasan, Zeynep ve Ömer,” dedi. Ali isimleri dua gibi tekrar etti. “İyi isimler. Güçlü çocuklar için.”

Günler geçti. Elif ve Ali arasında bir bağ oluşmaya başladı. İkisi de kaybı biliyordu. İkisi de yalnızlığı biliyordu. Ali, Elif’e ailesini kaybettiğini anlattı. Eşkıyaların karısını ve oğlunu öldürdüğünü söyledi. Elif, kendi acısını onunla paylaştı. İkisi de birbirini anlıyordu. Ali, “Artık yalnız değilsin,” dedi. “Ben buradayım. Bebekler buradayken yalnız değilsin.”

Bir sabah, İbrahim Tekin ve adamları kulübeye geldi. İbrahim, Mustafa’nın kardeşiydi. Elif’in kulübede kalmasını istemiyordu. “Bu mülk artık sana ait değil,” dedi İbrahim. “Kardeşim öldü. Şimdi bu toprak bana ait.” Elif, bebeklerini korumaya çalıştı. Ancak İbrahim acımasızdı. Kulübedeki eşyaları toplamaya başladı. Elif, “En azından bebeklere battaniyeleri bırak,” dedi. İbrahim, “Bu çocuklar benim yeğenim değil. Fakir bir kadının piçleri,” diye bağırdı.

Tam o sırada kapıda bir ses duyuldu. İmam Hasan kulübeye girdi. İmam, Elif’i ve bebekleri korumak için geldiğini söyledi. “Bu kadın ve çocuklar Allah’ın koruması altındadır,” dedi. “Kim onlara zarar verirse, benimle uğraşır.” İbrahim, imamın otoritesine karşı gelemedi. Adamlarıyla birlikte kulübeden ayrıldı.

Ali ve Elif, imamın yardımıyla evlendi. İmam, “Evlilik sadece bir kağıt değildir. Sorumluluk ve güvendir,” dedi. Ali ve Elif, artık bir aile olmuştu. Kasaba halkı, zamanla Ali’yi kabul etmeye başladı. Ali, kasabanın bir parçası oldu. Elif ve bebekler güvendeydi. Ancak İbrahim’in nefret dolu gözleri, hala tehlike işaretiydi.

Aylar geçti. Bebekler büyüdü. Kulübe yeniden inşa edildi. Ali ve Elif’in arasında gerçek bir sevgi oluştu. Bir akşam Elif, “Başta sadece korunmak için evlenmiştik. Ama şimdi seni gerçekten seviyorum,” dedi. Ali, “Ben de seni seviyorum. Sen benim ailemsin,” diye cevap verdi.

Ali ve Elif’in hikayesi, kasabada bir efsane oldu. İnsanlar, onların sevgisini ve cesaretini anlattı. Zorluklara rağmen, Ali ve Elif birlikte yeni bir hayat inşa etmişti. Çünkü gerçek sevgi, her zaman bir yolunu bulur.

.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News