Milyarder saat 8’de iflasını imzalayacaktı… Ama bir çalışan hatayı fark etti. duraçao: 34 minutos

Maslak’tan Yükselen Ses
Saat 07.43. İstanbul’un Maslak semti, sabahın erken saatlerinde bile beton ve camın soğuk ihtişamıyla parlıyordu. 32 katlı Bulut Holdings binasının en tepesinde, kentin ayaklarının altında uzandığı manzarada, 52 yaşındaki Tarık Bulut, hayatının son nefesi gibi tuttuğu Montblanc kaleme bakıyordu. Yüreğinde sıkışan acı, ne boğazın ne de lüks ofisin dindirebileceği türdendi.
17 dakika.
Türkiye’nin en zengin adamlarından birinin milyarlık imparatorluğunun sonu için sadece 17 dakika kalmıştı. Saat 08.00’da iflas evraklarını imzalayacak, hayatının eseri, Gaziantep’teki yoksul bir çocuğun hayali, sona erecekti.
Ama bu anda, on beş kat aşağıda, cam ve mermer duvarların arkasında, Tarık Bulut’un adını bile doğru dürüst duymadığı 34 yaşındaki bir kadın, Reyhan Koç, her şeyi değiştirecek bir şeyi keşfetmek üzereydi.
Tarık’ın Yalnızlığı ve İhanetin Gölgesi
Tarık’ın gözleri, İstanbul manzarasında, son bir veda eder gibi kaybolmuştu. Boğaza bakan bu manzarayı son kez görüyor olabilirdi. Masasının üzerindeki iflas evraklarının her bir sayfası, geçmişte aldığı kararların, kurduğu hayallerin ve en önemlisi güvendiği insanların ağırlığını taşıyordu. Gaziantep’teki fakir çocukluğundan bu lüks ofise kadar uzanan, tırnaklarıyla kazıdığı bu görkemli yolculuk, birkaç dakika içinde tersine dönecekti.
Kapı hafifçe vuruldu ve sekreteri Sevim, elinde son kahvesiyle içeri girdi.
“Tarık Bey, avukat Levent Aslan telefonda. Son kez konuşmak istiyor.”
Tarık, yenilginin ağırlığıyla mırıldandı: “Söyle ona, karar verildi. Artık geri dönüş yok.”
Sevim kapıyı kapattığında, Tarık yalnızlığının derinliğini hissetti. Karısı Ayşe’yi üç yıl önce kaybetmişti. Çocuğu yoktu ve şimdi en güvendiği kardeşi, mali işlerden sorumlu Özer bile onu terk etmişti. Hayır, terk etmekle kalmamış, düşüşüne sebep olmuştu.
48 saat öncesine kadar her şey normaldi. Şirketin mali durumu zor olsa da, krizden çıkmanın yolları aranıyordu. Ama Pazartesi sabahı gelen denetim raporu, şirketin düşünüldüğünden çok daha kötü durumda olduğunu göstermişti: 847 milyon liralık kayıp, açıklanamayan transferler, sahte belgeler…
“Nasıl olabilir bu?” diye sormuştu o gün. Kardeşi Özer omuz silkmişti: “Abim, ekonomik kriz herkesi vurdu. Bizim de sıramız geldi.” Ama Tarık, gerçeğin bundan çok daha karmaşık olduğunu seziyordu.
Reyhan’ın Discrepancy’si
15 kat aşağıda, muhasebe departmanında, Reyhan Koç sabahın erken saatlerinden beri çalışıyordu. Konya’dan İstanbul’a gelen bu kadın, 12 yıldır Bulut Holdings’de çalışmasına rağmen, üst katların görkemli dünyasından habersizdi. Onun dünyası, rakamlardan, hesaplardan ve detaylardan oluşuyordu.
Gece boyunca incelediği raporlarda, Reyhan’a garip gelen bir şey vardı. Küçük, neredeyse fark edilmez bir “discrepancy” (tutarsızlık). Ama Reyhan’ın eğitimli gözünden kaçmayacak kadar belirgin.
“Bu rakamlar doğru değil,” diye mırıldandı kendi kendine. Bilgisayar ekranındaki transfer kayıtlarını tekrar kontrol etti. 847 milyon lira… Bu devasa paranın nereye gittiği kayıtlarda net değildi.
Yan masadaki arkadaşı Aylin başını kaldırdı. “Reyhan, yine gece çalıştın mı? Ev yokmuş gibi.”
“Aylin, sana bir şey soracağım,” dedi Reyhan gözlerini ekrandan ayırmadan. “Şirketi kurtarabilecek bir bilgin olsa, ama patron senin adını bile bilmese, ne yapardın?”
Aylin güldü. “Sen ne diyorsun? Tarık Bulut gibi birinin bizim varlığımızdan haberi olduğunu mu sanıyorsun?”
Ama Reyhan gülmedi. Ekrandaki rakamlar ona bir hikaye anlatıyordu ve bu hikaye, şirketin iflas etmesinden çok daha karmaşıktı.
Son 12 Dakika
Saat 07.48 olmuştu. Yukarıda Tarık, elinde kalemle iflas evraklarının son sayfasını okuyordu. Aşağıda Reyhan, fareyi üzerinde tutarak bir sonraki sayfayı açmaya hazırlanıyordu. İkisinin de bilmediği şey şuydu ki, bu dakikalar sadece bir şirketin değil, iki insanın kaderini de değiştirecekti.
Reyhan’ın parmağı fareye bastığında, ekranda çıkan sayfa onu şoke etti. Transfer emrini veren imza: Özer Bulut. Ve paranın gittiği hesap: Tamamen farklı bir şirket.
“Bu mümkün değil,” diye fısıldadı. Kalbi hızla çarpmaya başlamıştı. Az önce keşfettiği şey, Bulut Holdings’in iflas etmeyeceğini gösteriyordu. Tam tersine, birilerinin onu kasıtlı olarak batırdığını işaret ediyordu. Yukarıdaki ofiste Tarık Bulut ise, hayatının en büyük hatasını yapmak üzereydi.
Reyhan’ın parmakları klavyede titriyordu. Rakamları üçüncü kez kontrol etmesine rağmen gerçek değişmiyordu: 847 milyon lira, Özer Bulut’un imzasıyla başka bir firmaya aktarılmıştı.
“Aylin,” dedi, sesinin çıktığına kendisi de şaşırarak. “Bu ‘Anadolu Tekstil Limited’ diye bir şirket, tanıyor musun?”
Aylin omuz silkti. “Hiç duymadım. Neden sordun?”
Reyhan ekranı çevirdi. “Çünkü bizim şirketimizin tüm likiditesi buraya gönderilmiş.”
İşte bu anda Reyhan Koç’un hayatı değişmeye başladı. Aklında tek bir soru yankılanıyordu: Eğer bu para hâlâ şirket varlığıysa, Bulut Holdings neden iflas ediyordu?
“Reyhan, ne oldu sana böyle?” Aylin endişeli görünüyordu. “Yüzün bembeyaz oldu.”
“Aylin, sana dürüstçe soruyorum. Elinde çok önemli bir bilgi olsa ama onu kimseye aktarmaktan korksan ne yapardın?”
“Ne konuda?”
“Şirketin batmaması konusunda.”
Aylin gergin bir gülümseme attı. “Sen kafayı mı yedin? Şirketin mali durumu hakkında biz ne bilebiliriz ki?”
Reyhan, telefonunu eline aldı. İnsan Kaynakları’nın numarasını çevirdi.
“Gizem Hanım, ben muhasebeden Reyhan. Tarık Bey’le görüşmem gerekiyor.”
Diğer taraftaki sessizlik uzundu. “Reyhan Hanım,” dedi Gizem şaşkınlıkla, “Tarık Bey’le mi görüşmek istiyorsun? Acil bir durum mu var?”
“Evet, çok acil. Ben… ben muhasebede çalışan Reyhan Koç. 12 yıldır buradayım ve Tarık Bey’in 847 milyon lira hakkında bilgi alması gerekiyor.”
Gizem’in sesi endişeyle değişti. “İmkansız Reyhan Hanım. Tarık Bey şu anda çok kritik bir toplantıda. Kimseyi kabul etmiyor.”
Reyhan kalbi çarparken telefonu kapattı. Saat 07.51’di. Dokuz dakika.
Geri Dönüşü Olmayan Yolculuk
Bilgisayara geri döndü. Bu kez daha detaylı bir araştırma yaptı. İnternet aramasının sonucu onu dondurup bıraktı: Anadolu Tekstil Limited’in sahibi: Özer Bulut.
“Allah’ım,” diye fısıldadı. Özer Bey, kendi kardeşinin parasını çalmış. Şimdi her şey netleşiyordu. Şirket iflas etmiyordu; Özer Bulut, kardeşini aldatıp parasını kendi şirketine aktarmıştı. Ve Tarık Bulut bundan habersizdi.
“Aylin!” dedi Reyhan, sesinde artık kararlılık vardı. “Sana bir şey söyleyeceğim ama buna kimse inanmayacak. Tarık Bulut iflas etmiyor. Kardeşi onu aldatıyor.”
“Ne diyorsun sen? Bu nasıl mümkün olabilir?”
Reyhan ayağa kalktı. Masasındaki evrakları topladı. “Mümkün. Çünkü elimde kanıtları var ve şimdi bu kanıtları ona göstermek zorundayım.”
“Reyhan, sen kafayı mı yedin? Tarık Bulut’un odasına giremezsin!”
“Gireceğim,” dedi Reyhan. “Çünkü dokuz dakika sonra bu adam hayatının en büyük hatasını yapacak ve ben buna izin veremem.”
Asansöre doğru yürürken, Reyhan biliyordu ki bazen doğru olanı yapmak, güvenli olanı yapmaktan daha önemliydi. Ve bu anda, Tarık Bulut’un ona ihtiyacı vardı.
Asansördeki Karşılaşma
Asansörün kapıları kapandığında, Reyhan’ın kalbi o kadar hızlı çarpıyordu ki nefes almakta zorlanıyordu. Elindeki evraklar, Türkiye’nin en büyük şirketlerinden birinin kaderini değiştirebilirdi. Ama o, sadece bir muhasebeciydi.
-
kata geldiğinde asansör durdu. İçeri, orta yaşlı, pahalı takım elbiseli, ciddi yüz ifadeli bir adam girdi. Reyhan onu tanıdı: Levent Aslan, şirketin avukatı.
“Hangi kata?” diye sordu Levent, Reyhan’ı fark etmeden.
“32,” dedi Reyhan, sesinin çıktığına şaşarak.
Levent ona baktı. “32. kata mı? Orada ne işin var?”
“Ben muhasebeden Reyhan Koç. Tarık Bey’le görüşmem gerekiyor.”
Levent’in kaşları çatıldı. “Bugün mü? İmkansız. Tarık Bey kimseyi kabul etmiyor.”
“Ama bu çok önemli,” diye ısrar etti Reyhan. “Şirketin iflas etmemesi hakkında.”
“Ne?” Levent ona iyice baktı. “Sen kimsin?”
“Özer Bey’in 847 milyon lira çaldığını kanıtlayabilirim,” dedi Reyhan, sesini olabildiğince sakin tutmaya çalışarak.
Asansör durdu. Levent ona döndü. Yüzünde şok ifadesi vardı. “Ne dedin?”
“Özer Bey, şirketin parasını kendi firmasına aktarmış. Anadolu Tekstil Limited. Elimde belgeleri var.”
Levent’in yüzü ciddileşti. “Bu çok ciddi bir suçlama. Kanıtların var mı?”
Reyhan evrakları gösterdi. Tam o anda kapılar açıldı. 32. kat.
“Gel,” dedi Levent. “Ama çok dikkatli ol. Tarık Bey bugün hiç kimseyi görmek istemiyor.”
Sekreter Sevim, onları görünce şaşırdı. “Levent Bey, Tarık Bey kimseyi kabul etmeyeceğini söyledi.”
“Bu acil,” dedi Levent. “Bu hanım önemli bilgiler getirdi.”
Sevim, Reyhan’a bakarak kaşlarını çattı. “Siz kimsiniz?”
“Ben Reyhan Koç ve Tarık Bey’in şu an imzalamak üzere olduğu evrakların gereksiz olduğunu kanıtlayabilirim,” dedi Reyhan, kararlılığını koruyarak.
Sevim tereddüt etti. Reyhan saatine baktı: 07.54. Altı dakika.
Sevim geri geldi. “Üzgünüm. Tarık Bey sizi göremeyecek. Çok meşgul.”
“Sevim Hanım,” dedi Reyhan. “Lütfen ona söyleyin ki Özer Bey hakkında bilgim var. Anadolu Tekstil Limited hakkında.”
Sevim’in yüzü değişti. Hızla ofise koştu. Levent, Reyhan’a döndü. “Bu suçlamaların arkasında durabiliyor musun?”
“Evet,” dedi Reyhan. “Çünkü elimdeki belgeler gerçek.”
Sevim tekrar geri geldi. Yüzünde endişeli bir ifade vardı. “Tarık Bey sizi görüyor, ama sadece iki dakikanız var.”
Reyhan’ın kalbi durdu. İki dakika.
Gerçeğin Ortaya Çıkışı
Ofisin kapısı açıldığında, Reyhan, masasında oturan Tarık Bulut’un karşısında durdu. Elinde kalem, önünde iflas evrakları.
“Siz kimsiniz?” diye sordu Tarık, ona bakmadan.
“Ben Reyhan Koç, Muhasebe departmanından. Ve sizin iflas etmediğinizi kanıtlayabilirim.”
Tarık başını kaldırdı. Gözlerindeki yorgunluğu gören Reyhan, bu adamın gerçekten her şeyini kaybetmiş gibi hissettiğini anladı.
“İki dakikanız var,” dedi Tarık. “Konuşun.”
“Tarık Bey, 847 milyon liranız çalınmadı. Özer Bey tarafından kaçırıldı.”
Odadaki sessizlik, İstanbul’un gürültüsünü bile bastırdı. Tarık, kalemini bıraktı ve ona dik dik baktı. “Bu çok ciddi bir suçlama. Kanıtınız var mı?”
Reyhan evrakları masaya koydu. “Tüm transfer kayıtları burada. Özer Bey’in imzası, paranın gittiği hesap bilgileri ve Anadolu Tekstil Limited’in sahibinin Özer Bey olduğunu gösteren belgeler.”
Tarık evraklara uzandı. Yüzündeki ifade, şaşkınlıktan öfkeye, sonra derin bir üzüntüye dönüştü. “Bu… Bu nasıl mümkün? Özer benim kardeşim! Bana nasıl bunu yapabilir?”
Reyhan saatine göz attı: 07.57. Üç dakika.
“Tarık Bey,” dedi Reyhan, sesinde aciliyet vardı. “Şu anda önemli olan şirketin durumu. Bu belgeler gösteriyor ki Bulut Holdings iflas etmek zorunda değil. Sadece paranız başka bir hesapta tutuluyor. Eğer o evrakları imzalarsanız, Özer Bey istediğini elde edecek.”
“Ne istediğini?”
“Şirketinizi.”
Bu kelimeler Tarık’ı durdurdu. Ona döndü. “Ne demek istiyorsun?”
Reyhan derin bir nefes aldı. “Siz iflas edince, şirketin hisseleri çok ucuza satılacak ve kim onları satın alacak? Muhtemelen Anadolu Tekstil Limited, yani Özer Bey.”
Tarık’ın yüzü bembeyaz oldu.
Tam o anda kapı açıldı ve Özer Bulut içeri girdi. Kısa boylu, gergin adam, “Abiciğim, neden gecikiyorsun? Avukatlar bekliyor,” dedi.
Sonra Reyhan’ı fark etti.
“Bu kim?”
“Bu,” dedi Tarık, sesinde soğukluk vardı, “Reyhan Koç, muhasebe departmanından. Ve senin Anadolu Tekstil Limited hakkında bilgisi var.”
Özer’in yüzündeki renk attı. “Ne? Ne demek istiyorsun?”
“Özer Bey, 847 milyon lirayı neden kendi şirketinize aktardınız?” diye sordu Reyhan.
“Ben… Ben böyle bir şey yapmadım,” dedi Özer ama sesi titriyordu. “Bu saçma. Kim bu kadın? Neden ona inanıyorsun Tarık?”
Tarık masadaki belgeleri aldı. “Çünkü imzan burada Özer. Her sayfada senin imzan var.”
Özer evraklara baktı. Yutkundu. “Bu… Bu bir yanlış anlaşılma olabilir.”
“Hayır,” dedi Tarık. Sesi artık öfkeyle doluydu. “Bu ihanet. Yirmi yıldır birlikte çalıştığımız kardeşimsin. Nasıl bana bunu yapabildin?”
Reyhan saatine baktı: 07.59. Bir dakika. “Tarık Bey, şu an en önemli şey iflas evraklarını imzalamamanız.”
Tarık, kardeşinin gözlerindeki suçluluğu gördü. Yirmi yıllık ortaklık, kardeşlik, güven hepsi bir anda yıkıldı.
“Özer,” dedi Tarık, derin bir üzüntüyle. “Neden?”
Özer’in omuzları çöktü. Yirmi yıldır sakladığı gerçek artık gün yüzüne çıkmıştı. “Çünkü,” dedi, sesinde artık savunma yoktu, “hep sen oldun favori Tarık. Ailenin göz bebeği, işin dehası. Ben hep gölgende kaldım. Milyarder olurken ben, hep Tarık Bey’in kardeşi olarak anıldım. Hiçbir zaman kendi kimliğim olmadı.”
“Sen benim hayatıma ihanet ettin,” diye devam etti Özer. “Yirmi yıldır kendi hayallerimi yaşayamadım. Benim de paraya ihtiyacım vardı. Kendi şirketimi, kendi başarımı yaratmak istiyordum.”
“Benimle konuşabilirdin!” diye bağırdı Tarık.
“Konuşabilir miydim?” Özer’in sesi yükseldi. “Sen bana hiç eşit davrandın mı? Hep küçük kardeş Özer oldum.”
Tarık, geçmişteki anılarını düşündü. Belki de haklıydı. Belki de kardeşine gereken değeri hiç vermemişti.
“Özer,” dedi Tarık, “Yarından itibaren şirketle hiçbir ilgin olmayacak. Çaldığın para geri ödenecek.”
“Hayır,” dedi Tarık kararlılıkla. “Bu iş burada bitiyor.”
Yeni Bir Başlangıç
Saat tam 08.00 oldu.
Tarık Bulut, elindeki iflas evraklarını ikiye ayırdı ve yırtıp çöp sepetine attı.
“Reyhan Hanım,” dedi, Özer’in ofisten çıkmasının ardından. “Sizinle konuşmam gerekiyor.”
“On iki yıldır benimle aynı binada çalışıyormuşsunuz ama hiç karşılaşmamışız. Bu benim hatam. Ben yıllar boyunca çalışanlarımla arama duvarlar örmüşüm. Bugün siz bana gösterdiniz ki, bazen en değerli fikirler en beklenmedik yerlerden gelir.”
“Ben sadece işimi yaptım,” dedi Reyhan.
“Hayır,” dedi Tarık. “Siz işinizden çok daha fazlasını yaptınız. Cesaret gösterdiniz, risk aldınız ve en önemlisi doğru olanı yaptınız.”
Tarık masasına döndü ve bir dosya çıkardı. “Reyhan Hanım, sizi Mali İşler Direktörü olarak atamak istiyorum. Özer’in pozisyonuna.”
Reyhan şok olmuştu. “Ama ben… Ben sadece bir muhasebeciyim.”
“Siz bu şirketi kurtaran kişisiniz. Ve böyle bir vizyona, böyle bir dürüstlüğe sahip birine ihtiyacımız var.”
Reyhan derin bir nefes aldı. Konya’dan gelen küçük kız, şimdi Türkiye’nin en büyük şirketlerinden birinin direktörü olacaktı.
“Kabul ediyorum,” dedi. “Ama bir şartım var. Şirket içinde açık kapı politikası uygulayalım. Herhangi bir çalışan herhangi bir konuda doğrudan size ulaşabilsin.”
Tarık gülümsedi. “Kabul. Ve bir şey daha. Bu hikayeyi çalışanlarımızla paylaşacağım. Herkesin bilmesi gerekiyor ki, bu şirkette her fikir değerlidir. Her insan önemlidir.”
İki saat sonra, Bulut Holdings’in tüm çalışanları toplantı salonunda toplandı. Tarık Bulut, mikrofonu eline aldığında salonda derin bir sessizlik oldu.
“Değerli çalışanlar,” dedi. “Bu sabah saat 08.00’da şirketimizin iflas evraklarını imzalayacaktım. Ama muhasebe departmanımızdan Reyhan Koç Hanım’ın cesareti sayesinde gerçeği öğrendim. Reyhan Hanım, her birinizin şu anda oturduğu koltuk gibi bu şirketin geleceğini kurtardı. Sadece işini iyi yapmakla kalmadı, cesaret gösterdi ve doğru olanı yaptı.”
Reyhan sahneye çıktığında alkışlar salonu doldurdu.
“Arkadaşlar,” dedi Reyhan, “Ben sadece dikkatli oldum. Ama öğrendiğim şey şu: Hiçbirimiz sadece işimizi yapmakla yetinmemeliyiz. Şirketimizi korumak, doğru olanı yapmak hepimizin sorumluluğu.”
Akşam evine dönerken Tarık Bulut, hayatında ilk kez şunu hissetti: Gerçek zenginlik, bankadaki rakamlar değil, etrafındaki insanların dürüstlüğü ve cesaretiydi.
Ve Reyhan Koç, o gece İstanbul’da yatarken şunu biliyordu: Bazen en büyük değişimler en sıradan anlardan doğabilir. Sadece dikkatli olmak ve doğru olanı yapmaya cesaret etmek yeterli.
Ertesi gün gazetelerin manşetleri aynıydı: “Sıradan Kahramandan Olağanüstü Kurtarış.” Bu hikaye, Türkiye’nin dört bir yanında, sıradan işlerde çalışan sıradan insanlara ilham verdi. Çünkü her birimizin içinde bir kahraman yatar, sadece onu ortaya çıkaracak anı beklememiz gerekir.