Fırtınada Gelen İki Hayat: Victor Langford’un Hikayesi

Victor Langford, gecenin karanlığında lüks arabasının kapısını sertçe kapattı. Yüzünde yorgunluk ve sinir vardı; ardı arkası kesilmeyen yönetim kurulu toplantıları, milyarlarca dolarlık anlaşmalar, ama hâlâ çözümsüz kalan sorular… Yağmur damlaları alnından süzülürken, gözleri bir anlık bir hareketi yakaladı. Malikânesinin girişindeki yaşlı meşenin altında iki küçük figür, yağmurun altında hareketsiz duruyordu.
Victor bir an durdu, kalbi hızlandı. Yağmurun sesi, ayaklarının altında çamura dönüşen toprak, her şey bulanıklaşmıştı. Ağaca yaklaştıkça, figürler netleşti: İki küçük erkek çocuğu, dört yaşlarında, birbirine yaslanmış, sırılsıklam olmuşlardı. Birinin üstünde kırmızı bir tişört ve bej pantolon vardı, diğerinde mavi bir kapüşonlu ve kot pantolon.
Victor diz çöktü, başını iki yana salladı. “Kim… Kim bıraktı sizi buraya?” Sesi beklediğinden daha yumuşak çıktı. Mavi kapüşonlu çocuk, zayıf bir şekilde kardeşinin koluna tutundu. Diğeri öksürdü, göğsü hırıltılıydı. Victor’ın elleri titredi. “Tanrım!”
Onlara dokunmak istedi ama ürkütmekten çekindi. “Hey çocuklar, korkmayın. Artık güvendesiniz.” O anda, ıslak çimlerin üzerinde eski bir bavul fark etti. Bavulu kendine çekip açtı ve gözleri büyüdü. İçinde bir kadın ve bir bebek fotoğrafı, bir adamın üniformalı resmi ve çerçeveli bir fotoğraf… Fotoğrafta Victor, genç bir kadınla yan yana gülümsüyordu. Bir zamanlar çok sevdiği, ama iş dünyası uğruna geride bıraktığı kadın.
Victor’ın dudakları kımıldadı fakat ses çıkmadı. Sonunda fısıldadı: “Hayır, bu olamaz.” Gözleri tekrar çocuklara kaydı. “Yüzleri… Yanakları… Gözleri…” “Tanrım,” diye mırıldandı. “Bana benziyorlar.” Kırmızı tişörtlü çocuk güçsüzce hareket etti, göz kapakları titredi. Victor yaklaştı: “Beni duyabiliyor musun? Dayanın, ikiniz de. Sakın gözlerinizi kapatmayın!”
Bavulun menteşesi rüzgârda gıcırdadı, katlanmış bir mektup ortaya çıktı. Üzerinde Victor Langford ismi yazıyordu. Victor mektubu eline aldı, açmaya cesaret edemedi. Gözleri mektup, çocuklar ve fotoğraf arasında gidip geliyordu. Boğazı düğümlendi. “Biri bana şaka mı yapıyor? Bu gerçek olamaz…”
Mavi kapüşonlu çocuk tekrar inledi. Victor, ellerini çimlere bastı, tüm vücudu titriyordu. “Neden burada? Neden benim evimin önünde? Neden bu lanet yağmurda?” Ellerini yüzüne sürdü. “Dört yaşındalar… Ben hiç orada olmadım… Haberim bile yoktu…”
Küçük olanı, acı dolu bir miyav gibi ağladı. Victor, son tereddütünü kaybetti. Ceketini çıkarıp ikisini birden sardı, onları kollarına aldı. “Tamam, artık yanınızdayım. Sizi kimse burada bırakmayacak. Ben nefes aldıkça kimse sizi terk etmeyecek.”
Arkada malikâne, pencereleri sıcak ışıklarla parlıyordu. Ama Victor’ın dünyası o anda değişmişti. Bavula, fotoğraflara, mektuba bir kez daha baktı. Çenesini sıktı. “Sizi buraya bırakan kişi ne yaptığını biliyordu.”
Çocuklara tekrar döndü. Sesi, içinde yıllardır sakladığı bir vaadi dışarı döktü: “Siz benim çocuklarım mısınız?” Şimşek çaktı, ikizlerin yüzünü aydınlattı. Bir anlığına Victor, kendini onların gözlerinde gördü. Korkutucu, sarsıcı ama gerçekti.
Victor, ikizleri kucağına alıp malikânenin içine taşıdı. Yağmurdan sırılsıklam olmuş ayakları mermer zeminde izler bırakıyordu. Hizmetçiler şaşkınlıktan donakaldı, ama Victor’ın bakışı onları susturdu. “Battaniye, sıcak su, hemen!” Sesi hem otoriter hem de ilk defa korku doluydu. Hizmetçiler koşuşturdu, baş uşak havlular getirdi.
Victor, çocukları şöminenin önündeki kanepeye yatırdı, dizlerinin üstünde onlarla ilgilendi. Ateşin sıcaklığı, titreyen bedenlerini ısıtmaya başladı. Mavi kapüşonlu çocuk hafifçe kıpırdadı, dudakları aralandı. Victor eğildi: “Ne oldu oğlum? Konuş bakalım.” Çocuğun sesi neredeyse bir fısıltıydı: “Anne…”
Victor dondu kaldı. Kalbi göğsünde çarpıyordu. “Nerede annen?” Çocuğun göğsü düzensiz inip kalkıyordu, zayıf bir şekilde bavulu işaret etti. “O… Seni bulmamı söyledi…” Victor’ın boğazı düğümlendi. “Neden kendisi gelmedi?” Diğer çocuk, kırmızı tişörtlü olan, başını ağır ağır çevirdi. Gözleri donuktu ama açıktı. Sesi neredeyse bir mırıltıydı: “O artık yok. Kanser…”
Kelime Victor’a çekiç gibi indi. Gözlerini kapattı, yumruğunu ağzına bastırdı. Çocuklar sessizce onu izliyordu. Gözlerini tekrar açtı, kendini toparlamaya çalıştı.
“Beni sana emanet etti…”
İkizler hafifçe başlarını salladı, minik kafaları aynı anda hareket etti. Oda bulanıklaştı. Victor ayağa kalktı, bavula doğru sendeledi. Titreyen elleriyle mektubu çıkardı. Dışarıda açmaya cesaret edememişti. Şimdi, ateşin ışığında, dikkatlice yırtıp okumaya başladı. Sesi titriyordu:
“Victor, bu satırları okuyorsan ben artık yokum. Kanser çok hızlı yayıldı. Savaşmaya çalıştım, ama başaramadım. Bu çocuklar, senin çocukların, benim verebileceğimden fazlasına ihtiyaçları var. Sana hiç söylemedim. Onları senin dünyandan korumak istedim. Ama onları yalnız bırakamam. Lütfen sırtını dönme. Onlar iyi kalpli, hayat dolu çocuklar. Onlara benim veremediğimi ver: Bir baba.”
Victor’ın çenesi titredi. Binlerce anı kafasında çarpıştı. Bir zamanlar “deli bir aşk” diyerek terk ettiği kadının gözlerini, gülüşünü, ona sırt çevirdiği anları hatırladı. Güç peşinde koşmuş, onun hayatına devam ettiğine inanmıştı. Şimdi ise iki küçük çocuk, kapısına bırakılmıştı; sanki geçmişin borcu, tahsil edilmeye gelmişti.
Mektup ellerinden kaydı. İki elini yüzüne bastırdı, hıçkırıkları kontrolünü kaybetti. Çocuklar ürkekçe ona baktı. Kırmızı tişörtlü çocuk fısıldadı: “Kızgın mısın?” Victor ellerini anında indirdi, tekrar onlara yaklaştı. “Kızgın mı? Hayır, Tanrım, hayır. Orada olmalıydım. Bilmeliydim. Annenize yardım edemedim ama size edeceğim.”
İkisini birden göğsüne bastı, küçük kolları zayıfça ceketine tutundu. “Beni dinleyin. Artık güvendesiniz. Ne pahasına olursa olsun, siz benim oğullarımsınız.” Mavi kapüşonlu çocuk burnunu çekti, yukarı baktı. “Gerçekten mi?” Victor, minik yanağını okşadı, kararlı bir şekilde başını salladı. “Gerçekten. Kimse sizi benden alamaz. Ne yağmur, ne hastalık, ne de başka biri…”
Baş uşak sıcak süt getirdi, ama Victor el sallayarak uzaklaştırdı. Dizlerinin üstünde kaldı, çocukları kollarında tuttu, titremeleri yatışana kadar bırakmadı. İlk kez, toplantıları, serveti, itibarı umursamıyordu. İmparatorluğu, iki küçük çocuğun ağırlığı yanında anlamsız kalmıştı. Saçlarına fısıldadı: “Yıllardır etrafıma duvarlar ördüm, ama bu gece siz onları yıktınız.”
Çocuklar kelimelerin hepsini anlamadı ama Victor’ın kollarının sıkılığını, sesindeki titremeyi hissettiler; bu onlara yetti.
Gece ilerledi, hizmetçiler ikizleri sıcak yataklara yatırdı. Victor, çalışma odasında yalnız kaldı. Mektup ve eski fotoğraflar masada duruyordu. Kadının gülümseyen yüzüne baktı, gözleri hâlâ canlıydı, onun hikâyesinin nasıl bittiğini bilse de.
“Orada olmalıydım,” diye fısıldadı sessizliğe. “Ama sana söz veriyorum. Onları senin istediğin gibi büyüteceğim.” Camdaki yansıması, akşamki yöneticiye hiç benzemiyordu. Artık sadece bir milyarder değil, bir babaydı. Geç kalmıştı, ama çok geç değildi.
Dışarıda fırtına dindiğinde, Victor Langford bir yemin etti. İmparatorluğu artık sadece kendi adını değil, oğullarının adını da taşıyacaktı. İki çocuk, yağmurda kapısına bırakılmıştı; ama Victor, onların hayatına sahip çıkacaktı.
Not: Hikaye, özgün olay örgüsüne ve karakterlere sadık kalınarak yaklaşık 1500 kelimeyle Türkçeye aktarılmıştır.