Küllerden Doğan Kadın

Küllerden Doğan Kadın

İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte hayat yeniden başlıyordu. Hava ağırdı; kömür dumanı ve yanmış plastiklerin keskin kokusu, şehrin yoksul sokaklarına sinmişti. Güneş, gökyüzünü delip geçmeye çalışırken, mahalle sakinlerini uyandıran şey alarm saatleri değil, sokak satıcılarının bağırışları ve eski tüplü minibüslerin motor sesleriydi.

Bu mahallede doğup büyüyen Zeynep, 24 yaşında genç bir kadındı. Hayatı boyunca yoksulluğun ne olduğunu öğrenmişti. Babasını çocukken bir maden kazasında kaybetmiş, annesi ise temizlik işlerinde çalışarak ailesini ayakta tutmaya çalışmıştı. Onların tek odalı evleri, çatısı akan, duvarları rutubetli bir gecekonduydu. Ama bu ev, Zeynep için sadece bir barınak değil, aynı zamanda hayallerinin başladığı yerdi.

Zeynep’in en büyük tutkusu tıp okumaktı. Çocukluğundan beri insanlara yardım etme hayali kurmuştu. Ancak ekonomik zorluklar nedeniyle üniversiteye gitme şansı bulamamıştı. Bunun yerine, mahalledeki yaşlı kadınlardan öğrendiği şifalı otlarla insanları iyileştirmeye çalışıyordu. Mahallede ona “şifacı kız” derlerdi. Elinde eski kitaplardan öğrendiği bilgilerle, ninesinden miras kalan bitki tarifleriyle insanlara umut oluyordu.

Bir sabah, Zeynep küçük mutfağında oturmuş, eski bir tıp kitabından insan anatomisini inceliyordu. Kitap, annesinin temizliğe gittiği bir evden getirdiği, kapağı yırtılmış, sayfaları sararmış bir kitaptı. Zeynep, bu kitabı hazine gibi saklıyordu. Her satırı ezberlemiş, her çizimi dikkatle incelemişti. Ancak bu sabah farklıydı. Kapı aniden çaldı. Zeynep, kapıyı açtığında karşısında mahallede pek sık görülmeyen siyah takım elbiseli, sert bakışlı iki adam buldu. Adamların yüzleri gergindi.

“Sen Zeynep misin?” diye sordu biri. Zeynep, şaşkınlıkla başını salladı. “Evet, benim. Ne oldu?”

“Bizimle gelmen gerekiyor,” dedi adam. Zeynep’in itiraz edecek vakti bile yoktu. Adamlar onu kolundan tutup, dışarıda bekleyen siyah bir araca bindirdiler. Zeynep’in kalbi hızla çarpıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, aracın içindeki sessizlik onu daha da tedirgin ediyordu.

Yol boyunca Zeynep, nereye götürüldüğünü sormaya cesaret edemedi. Araç, şehrin varoşlarından çıkıp lüks semtlerine doğru ilerlemeye başladı. Nihayet, yüksek duvarlarla çevrili, devasa bir konağın önünde durdular. Konağın girişinde onları bekleyen başka adamlar vardı. Zeynep, etrafına bakındı. Konağın ihtişamı karşısında şaşkına dönmüştü. Mermer zemin, dev avizeler, duvarlardaki pahalı tablolar… Bu dünya, onun fakir mahallesinden çok uzaktı.

Zeynep’i konağın içindeki büyük bir odaya götürdüler. Odada, yatağın üzerinde yatan küçük bir çocuk vardı. Çocuğun yüzü solgundu, nefes almakta zorlanıyordu. Yanında ise, takım elbiseli, sert görünümlü bir adam duruyordu. Adamın gözlerinde hem öfke hem de çaresizlik vardı. Bu adam, Ali Rıza Bey’di. Şehrin en güçlü mafya liderlerinden biriydi. Ancak şu an, tüm gücüne rağmen oğlunun hayatını kurtaramamanın acısını yaşıyordu.

“Sen Zeynep’sin, değil mi?” diye sordu Ali Rıza Bey, sesi derin ve otoriterdi. Zeynep başını salladı. “Evet, benim. Ama burada ne işim var?”

“Oğlum hasta,” dedi Ali Rıza Bey. “Doktorlar hiçbir şey yapamıyor. Ramazan bana senden bahsetti. İnsanları iyileştirdiğini söyledi. Eğer oğlumu kurtarırsan, istediğin her şeyi alırsın. Ama eğer başarısız olursan…” Cümlesini bitirmedi. Gözlerindeki tehdit yeterince açıktı.

Zeynep, korkusunu bastırmaya çalışarak çocuğun yanına yaklaştı. Küçük çocuğun nabzını kontrol etti, solunumunu dinledi. Çocuğun vücudundaki belirtileri dikkatlice inceledi. Zeynep’in zihni hızla çalışıyordu. Çocuğun durumu ciddiydi. Ancak, Zeynep’in yıllarca öğrendiği bilgiler ona bir çözüm sunuyordu.

“Bana zaman verin,” dedi Zeynep. “Bazı malzemelere ihtiyacım var. Eğer doğru tedaviyi uygularsam, oğlunuz iyileşebilir.”

Ali Rıza Bey, Zeynep’in kararlılığını gördü ve adamlarına tüm ihtiyaçlarını karşılamalarını emretti. Zeynep, konağın mutfağını bir laboratuvara çevirdi. Şifalı otlar, eski tarifler ve tıbbi bilgilerle bir tedavi hazırladı. Saatlerce çalıştı, uykusuz kaldı ama pes etmedi.

Sonunda, Zeynep’in hazırladığı ilaç çocuğa verildi. İlk başta hiçbir şey değişmedi. Ancak birkaç saat sonra, çocuğun nefesi düzeldi, rengi yerine geldi. Küçük çocuk gözlerini açtı ve “Anne” diye fısıldadı. Ali Rıza Bey, oğlunun iyileştiğini görünce gözyaşlarını tutamadı. Hayatı boyunca hiç kimsenin önünde zayıflık göstermeyen bu adam, şimdi bir genç kızın önünde minnettarlıkla eğiliyordu.

“Sen bir mucizesin,” dedi Ali Rıza Bey. “Bundan sonra bu ev senin evin. Artık bizim ailemizdensin.”

Zeynep, o günden sonra sadece bir şifacı değil, aynı zamanda Ali Rıza Bey’in sağ kolu oldu. Onun bilgisi ve zekası, hem aileyi hem de mahallesini korumak için bir kalkan oldu. Ancak Zeynep, bu yeni hayatın tehlikelerle dolu olduğunu biliyordu. Her adımı, hem kendisi hem de sevdikleri için bir sınavdı.

Zeynep’in hikayesi, yoksulluktan çıkan bir kadının azmi ve bilgeliğiyle dünyayı nasıl değiştirebileceğinin bir kanıtıydı. Onun ışığı, karanlıkta parlayan bir yıldız gibi, çevresindeki herkese umut oldu.

Eğer daha fazla detay veya başka bir yön eklemek isterseniz, memnuniyetle yardımcı olabilirim!

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News