Ona suçlu dediler, fakir diye aşağıladılar… ta ki asıl suçlu diz çöküp af dileyene kadar.

Yağmur, sanki on yılın adaletsizliğini de temizlemek istercesine, öfkeyle yağıyordu.
Cezaevi kapısında, Mehmet Kara elinde bir naylon torbayla çıktı. Gözleri, özgürlüğe mi yoksa boşluğa mı baktığını bilmiyordu.
—Şimdi nereye gideceksin? —diye sordu gardiyan, göz temasından kaçınarak.
—Gerçeği bulmaya, —dedi Mehmet, kısık ama kararlı bir sesle.
On yıl önce, İstanbul’un kenar mahallesinde küçük bir oto tamircisinde çalışıyordu.
İşinde iyiydi, hatta fazlasıyla iyiydi.
Patronu Ali Rıza Usta, bu yüzden onu hep gölgede tutardı.
Okumamış birinin motorları kendisinden iyi tamir etmesini hazmedemiyordu.
Bir gün pahalı parçalar kayboldu… ve bütün gözler Mehmet’e döndü.
Hızlı bir dava.
Şirketin tuttuğu avukat.
Ve on yıl hapis.
Yapmadığı bir suç için.
Şehir değişmişti ama sessizlik aynıydı.
Annesi, onun masum olduğunu görmeden ölmüştü.
Yine de Mehmet intikam peşinde değildi.
Sadece “neden”i öğrenmek istiyordu.
Bir gün telefona bir mesaj geldi:
“Eski atölyeye gel. Dinlemen gereken bir şey var.”
Geceydi. Kapı, rüyalarındaki gibi gıcırdadı.
Ve orada, Zeynep, Ali Rıza Usta’nın kızı, ağlamaktan kızarmış gözlerle bekliyordu.
—Mehmet… suç babamındı.
—Ne diyorsun sen?
—O çaldı parçaları, parayı… seni suçladı. Herkes senin daha iyi olduğunu söylüyordu, buna dayanamadı.
Mehmet sustu.
Artık kaybedecek hiçbir şeyi olmayanların sakinliğiyle baktı ona.
Arkasından yaşlı bir ses duyuldu.
Ali Rıza, kamburu çıkmış, sesi titrek bir haldeydi.
—Kızım, bahanelere gerek yok. Her şeyi ben yaptım.
Mehmet bir adım geri çekildi.
Hayatını mahveden adam, şimdi yaşlı ve pişman bir haldeydi.
—Vaktim az kaldı, Mehmet. Huzurla ölmek istiyorum. Beni affet.
Ağır bir sessizlik çöktü.
Mehmet ilk kez öfke hissetmedi.
Sadece acıma.
—Ben Tanrı değilim, affetmek bana düşmez…
Ama nefretle yaşamak da istemiyorum, —dedi ve yağmurun altına yürüdü.
Her adımı, bir özgürlüktü.
Artık adalet, mahkemelerde değil, ruhundaydı.
Haftalar sonra Zeynep geldi.
—Babam dün gece öldü. Sana bunu bıraktı.
Bir zarf ve bir anahtar.
“Bu senin yeni hayatın. Atölye artık senin.”
Mehmet ağladı.
Miras için değil…
Gerçeğin sonunda kazandığı için.
Şimdi, atölyesinde gençlere motor tamiri öğretirken, sadece gülümser.
Artık kimse ona “suçlu” demiyor.
Ona “usta” diyorlar.
“Onu fakir diye küçümsediler… ama o onlara gerçek değeri öğretti.”