MİRASIN SADECE ESKİ BİR TEKNEYDİ… AMA GİZLİ SIR MİLYONLAR DEĞERİNDEYDİ
.
.
Mirasın Sırrı: Eski Bir Teknenin Ardındaki Hikaye
Zeynep Yılmaz, babasının vefatından sonra avukatın ofisinde oturuyordu. Masanın ortasında paslanmış bir anahtar vardı. Avukat, gri takım elbisesiyle ciddi bir sesle konuştu: “Bu, Bernardo Yılmaz’ın size bıraktığı her şey. İstanbul’daki Ömerli Barajı’na demirli bir tekne.” Zeynep’in bacakları titredi. Paraya çok ihtiyacı vardı; pastanesi borç içindeydi, bankaya 62.000 lira borcu vardı ve ödemesi için sadece 15 gün süresi kalmıştı. Babasının mirasının bir mucize olmasını umuyordu ama karşısında sadece eski bir tekne vardı.
Ertesi sabah, tekneyi görmeye karar verdi. Belki hurda olarak birkaç bin lira ederdi. Baraja vardığında gördüğü şey, beklentisini bile aşmıştı. Tekne eski, paslı ve neredeyse batmak üzereydi. Yanında 70’lerinde bir kadın, Leyla, süpürgeyle yaklaştı. “Sen Bernardo’nun kızı mısın?” diye sordu. Zeynep başını salladı. Leyla ona babasının her hafta sonu tekneye gelip saatlerce çalıştığını anlattı. Zeynep şaşırdı. Babası ona hiç zaman ayırmamıştı; neden bu tekneye bu kadar özen göstermişti?
Teknenin içine girdiğinde, köşede plastikle kaplanmış bir kutu buldu. Kutunun içinde, ona hitaben yazılmış ama hiç gönderilmemiş onlarca mektup vardı. Babası, Zeynep’in hayatını uzaktan izleyip her ay bir mektup yazmıştı. Mektuplarda onun okuldan, doğum günlerinden, başarılarından bahsediyordu. Zeynep’in gözyaşları aktı. Babasının onu sevdiğini, hep yanında olduğunu ilk kez anladı. Ama neden bu kadar uzak kalmıştı?
Tekneyi satmaya karar verdiğinde, döşemede gevşek bir tahta fark etti. Altında eski fotoğraflar, bir harita ve bir defter buldu. Fotoğraflarda büyükannesi ve dedesi, teknenin önünde poz vermişti. Haritada barajın etrafında işaretlenmiş noktalar vardı. Defter, babasının notlarıydı. Babası, “Tekneye bir ortak para teklif etti ama kabul etmedim. Burada ne olduğunu öğrenmemeli.” diye yazmıştı.

O gece Zeynep’in aklı karışıktı. Babasının ortağından, Murat Öztürk’ten bir telefon geldi. Tekneyi satın almak istediğini söyledi ve 5.000 lira teklif etti. Zeynep, neden bu kadar acele ettiğini anlamadı. Defterdeki “ortak” ile bu adam aynı kişiydi. Tekneyi satmadı.
Ertesi gün, teknede daha fazla arama yaptı. Kutuda gazete kupürleri buldu. Pastanesinin kazandığı yarışmalar, yaptığı işbirlikleri… Babası hepsini saklamıştı. Zeynep bir kez daha ağladı. Babası onu hep izlemişti. Ama neden bu kadar korumacı olmuştu?
Annesini arayıp sordu. Annesi, babasının gençliğinde kötü insanlarla ortaklık kurduğunu ve sonradan pişman olup ailesini korumak için uzaklaştığını anlattı. Zeynep parçaları birleştirmeye başladı. Babası, onları korumak için tekneye ve geçmişe tutunmuştu.
Zeynep, haritadaki işaretlere bakarak baraj çevresinde araştırma yaptı. Sonunda teknenin yan duvarında gizli bir bölme buldu. İçinde kilitli bir kutu vardı. Leyla’nın yardımıyla kutuyu açtı. İçinde mücevher yoktu; teknik çizimler, patent belgeleri, büyükbabasının orijinal mücevher tasarımları vardı. Zeynep, dedesinin Kıbrıs’tan Türkiye’ye kaçarken bu tasarımları getirdiğini, babasının ise onları yıllarca sakladığını fark etti.
Elif, Zeynep’in çocukluk arkadaşı, bir müzede tarihçi olarak çalışıyordu. Belgeleri gösterdiğinde Elif gözlerine inanamadı. “Bunlar tarihi ve ticari açıdan çok değerli. Retro koleksiyon yapmak isteyen bir kuyumcu bunlara servet öder.” dedi. Zeynep, borcunu ödemek için acil para bulması gerektiğini söyledi. Elif, uzmanlarla iletişime geçeceğini ve tasarımların değerini araştıracağını söyledi.
Bu sırada Murat Öztürk tekrar aradı. Teklifini 10.000 liraya çıkardı. Zeynep reddetti. Murat, büyükbabasının Kıbrıs’ta borçlu olduğunu, tasarımları çaldığını iddia etti. Zeynep, dedesinin haksız yere suçlandığını biliyordu. Elif’in uzman arkadaşı, tasarımların çok değerli olduğunu, lisans anlaşmasıyla 100-200 bin lira kazanabileceğini söyledi.
Zeynep iki büyük kuyumcu ile görüştü. Birincisi 150.000 lira ve %8 telif, ikincisi ise 200.000 lira ve %10 telif artı yaratıcı danışmanlık teklif etti. Zeynep ikinci teklifi kabul etti. Borcunu ödedi, pastaneyi kurtardı.
Ama en büyük kazancı para değildi. Teknenin içinde bulduğu mektuplar, dedesinin ve babasının hikayesi, ailesinin köklerini öğrenmekti. Tekneyi restore ettirdi, bir sergi alanına dönüştürdü. Büyükbabasının tasarımlarının fotoğraflarını ve hikayesini pastaneye astı. İnsanlar sadece tatlılar için değil, hikaye için gelmeye başladı.
Zeynep, vakıf kurdu. Mücevherlerden gelen telifleri genç yeteneklere burs olarak verdi. Tekne, vakfın merkezi oldu. Her cumartesi gençlerle hikayesini paylaştı. Onlara pes etmemeyi, hayallerin değerini anlattı.
Yıllar geçti, Zeynep pastaneyi büyüttü, vakfı genişletti. Kıbrıs’tan gelen bir teklif üzerine tekneyi müzeye sattı; bir milyon lira karşılığında. Paranın bir kısmı Türkiye’deki burslara, bir kısmı Kıbrıs’taki gençlere aktarıldı. Teknenin bir parçası, babasının oturduğu bank, pastanede sergilenmek üzere ayrıldı.
Tekne Kıbrıs’a taşındı. Sergide binlerce kişi hikayeyi öğrendi. Zeynep, ailesinin mirasının sadece para değil, bir hikaye, bir amaç, bir ilham olduğunu anladı. Her pazar pastanedeki bankta oturdu, mektupları okudu, yeni nesillere hikayesini anlattı.
Bir gün, bankta otururken küçük bir kız yanına geldi. “Bu tekne okyanusu geçti mi?” diye sordu. Zeynep gülümsedi. “Evet, geçti. Ama asıl okyanus, hayallerimizi gerçekleştirmek için cesaretle geçmemiz gereken engellerdir.” dedi.
Zeynep’in hikayesi, bir mirasın sadece mal değil, sevgi, fedakarlık ve ilham olabileceğini gösterdi. O eski tekne, bir zamanlar değersiz görünen bir miras, şimdi binlerce hayalin ve yeni başlangıcın sembolü olmuştu.
Son
.