Milyarder, şaka olsun diye garsondan yatırım tavsiyesi istedi… Ama duyduğu ilk sözler onu şok etti

Cafe Sultan: Bir Güven Hikayesi
Murat Özkan, hayatının büyük bir bölümünü arkasında bıraktığı milyarlarca liralık teknoloji imparatorluğunu unutmaya çalıştığı sığınağı, Cafe Sultan’ın köşesindeki masasında oturmuş, kahvesini karıştırıyordu. 42 yaşındaydı ve zirveye ulaşmış bir adam olarak, insanlara olan güvenini kökten kaybetmişti. Her sabah kendine aynı felsefi soruyu soruyordu: “Acaba gerçekten kimse farklı mı?” Üç yıldır Üsküdar’daki bu mütevazı kafeye geliyordu; kimse onun Özkan Teknoloji’nin sahibi olduğunu bilmiyordu. O, burada sadece sıradan, iyi giyimli ama dikkat çekmeyen bir müşteriden ibaretti ve bu küçük köşede, kendi çapında acımasız bir sosyal deney yapıyordu.
Gözleri, kafenin yeni garsonu Selin Karagöz’ü takip ediyordu. 28 yaşındaki Selin’in kahverengi saçları düzenli bir topuz yapılmıştı; her adımında, her hareketinde, masalar arasında dolaşırken bile yadsınamaz bir zarafet vardı. Ancak Murat için o da, bugüne kadar test ettiği yüzlerce insan gibiydi; sadece bir denek. “Kaç kişi gerçekten farklı çıktı ki bugüne kadar?” diye düşündü Murat. “Hepsi aynı yüzeysel cevapları veriyor, para gördüklerinde hepsi aynı açgözlülüğü gösteriyor.”
Kafenin içi, öğleden sonrası güneşinin yumuşak ışığı ve Boğaz’dan esen hafif rüzgarın pencere camlarını titreten sesiyle doluydu. Bu sıradan mekân, Murat için, insanlığın gerçek yüzünü gözlemlemek için mükemmel bir laboratuvardı.
Elini kaldırdı. Selin anında fark etti ve kararlı adımlarla masasına yürüdü. Yüzünde profesyonel, ama içten bir gülümseme vardı.
“Evet efendim. Nasıl yardımcı olabilirim?” dedi Selin. Sesi sıcaktı ama araya bir mesafe koyuyordu.
Murat ona baktı, içinden aynı hayal kırıklığını yaşayıp yaşamayacağını merak etti. “Şey,” dedi, sanki dalgın bir müşteriymiş gibi yaparak, “Size ilginç bir soru sormak istiyorum.”
Selin kaşlarını hafifçe çattı. “Tabii, dinliyorum. Diyelim ki elinizde 100 milyon lira var. Bu parayı nereye yatırırsınız?”
Murat bu soruyu yüzlerce kez sormuştu. Çoğu insan ya şaşırır, ya aptalca güler ya da hemen ev, araba, tatil gibi yüzeysel isteklerini sıralardı.
Ancak Selin’in yüzünde farklı bir ifade belirdi. Şaşırmadı, gülümsemedi. Sadece düşündü.
“İlginç bir soru,” dedi, masanın kenarına hafifçe yaslanarak. “Ama cevap vermeden önce size bir şey sorayım: Bu yatırımdan beklentiniz ne? Kısa vadeli kazanç mı? Uzun vadeli büyüme mi? Yoksa toplumsal etki mi?”
Murat’ın kahve fincanı elinde dondu kaldı. Böyle detaylı bir soru beklemiyordu. “Ben… şey… siz ne düşünüyorsunuz?” dedi, bu sefer gerçekten merak ederek.
Selin doğruldu, gözleri Murat’ın gözlerinin içine kararlılıkla baktı. “Türkiye’nin teknoloji sektörü son beş yılda yüzde 300 büyüdü. Ama bu büyümenin çoğu İstanbul ve Ankara’da kaldı. Ben bu parayı Anadolu’daki küçük şehirlerde teknoloji merkezleri kurmak için kullanırdım,” dedi. Murat’ın nefesi kesilmişti. “Özellikle yapay zeka ve sürdürülebilir enerji alanlarında. Çünkü gelecek on yılda bu sektörler, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığının anahtarı olacak. Ayrıca, yerel istihdam yaratarak beyin göçünü tersine çevirebiliriz.”
Kafedeki diğer müşteriler sıradan sohbetlerine devam ederken, Murat’ın dünyası altüst olmuştu. Bu garson, kendi şirketinin yönetim kurulundaki bazı üyelerden daha akıllı konuşuyordu.
“Siz ekonomi okumuş musunuz?” diye sordu, sesindeki şaşkınlığı gizleyemeyerek.
Selin’in yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. “Ankara Üniversitesi İktisat Bölümü. Ama şu anda burada çalışıyorum, çünkü annem hasta ve onun bakımına ihtiyacım var.”
Bu cevap Murat’ı daha da şaşırttı. “Peki neden burada?”
“Çünkü hayat her zaman planladığımız gibi gitmiyor,” dedi Selin. Sesinde ne acı ne de şikâyet vardı; sadece kabul etmiş bir sakinlik. “Bazen en değerli şeyler için fedakârlık yapmak gerekiyor.”
Murat o an, karşısında çok özel biri olduğunu anladı. Üç yıldır sürdürdüğü bu test için ilk kez gerçek bir meydan okuma ile karşılaşıyordu.
“Demek Ankara Üniversitesi,” dedi Murat, sesini toparlamaya çalışarak. “Ekonometri dersinizde kim hocaydı?”
Selin’in gözleri bir an parladı. “Profesör Ahmet Kaya. O dönemde Türkiye’nin en iyi ekonometristlerinden biriydi. Siz nasıl tanıyorsunuz?”
Murat, kendini ele verecek bir duruma düştüğünü fark etti. Profesör Kaya’yı sadece iş dünyasının en üst seviyelerindekiler tanırdı. “Ben de ekonomiyle ilgileniyorum,” dedi belirsizce. “Kaya’nın makalelerini okumuştum.”
Selin şüpheli bir bakış attı. Bu sıradan müşteri, profesyonel akademik makaleler mi okuyordu? Ama o an başka bir müşteri Selin’i çağırdı. “Affedersiniz, hemen geliyorum,” dedi Selin. Giderken Murat’a anlayışlı ama meraklı bir bakış attı. Konuşmamız henüz bitmedi.
Murat yalnız kalınca ellerinin hafifçe titremekte olduğunu fark etti. Üç yıldır sürdürdüğü bu oyunda ilk kez bu kadar yoğun bir entelektüel karşılaşma yaşıyordu. Telefonunu çıkarıp asistanını aradı: “Leyla, bana Ankara Üniversitesi İktisat Bölümü 2018 mezunları listesini bul. Özellikle Selin Karagöz isimli birini ara.”
Leyla’dan beklerken Selin’i izliyordu. Diğer müşterilere olan nazik yaklaşımı, her sözündeki zarafet… Bu sadece bir garson değildi.
Telefon çaldı. “Murat Bey, buldum. Selin Karagöz, 2018 yılında iktisat bölümünden birinci olarak mezun olmuş. Üniversite süresince üç farklı akademik makale yayımlamış.”
“Makalelerin konuları neydi?”
“Biri sürdürülebilir kalkınma, biri teknoloji transferi, bir de… Türkiye’de sosyal girişimcilik ve ekonomik kalkınma ilişkisi başlıklı.”
Murat telefonu kapattı. Şimdi her şey yerine oturuyordu. Bu kadın sadece akıllı değil, aynı zamanda akademik olarak da çok başarılıydı. Peki neden buradaydı?
Selin geri döndüğünde, Murat’ın bakışlarının değiştiğini fark etti. Artık onda test eden biri değil, gerçekten merak eden biri vardı.
“Şimdi sıra sizde,” dedi Selin, masanın karşısına oturarak. “Siz kimsiniz gerçekten? Normal bir müşteri Profesör Kaya’yı tanımaz, ekonometri hakkında bu kadar şey bilmez.”
Murat gülümsedi. “Peki ya siz? Birinci olarak mezun olan, akademik makaleler yayımlayan biri neden burada garsonluk yapıyor? Ben sorumu önce sordum,” dedi Selin, ama ses tonu dostçaydı.
“Ben iş dünyasındayım,” dedi Murat, yarı gerçek söyleyerek. “Teknoloji sektöründe çalışıyorum.”
Selin başını salladı. “Ben buradayım, çünkü annem multipl skleroz hastası. Günlük bakıma ihtiyacı var. İstanbul’daki iş tekliflerimi kabul etseydim, onu yalnız bırakmam gerekirdi.”
“Hiç pişman olmadınız mı?” diye sordu Murat, içten bir merakla.
Selin pencereye baktı, Boğaz’dan geçen gemileri izledi. “Pişmanlık değil bu, seçim. Her insanın hayatında önceliklerini belirlemesi gereken anlar vardır. Benim önceliğim annemdi. Ama kariyerim, hayallerim kaybolmadı,” dedi, gözlerini Murat’a çevirerek. “Sadece ertelendi. Ve bu süreçte çok şey öğrendim. Burada çalışırken insanları gerçekten tanıdım. Teorik bilgi pratiğe dönüştü.”
Murat o an bir şey anladı: Bu kadın sadece zeki değil, aynı zamanda karakterli ve güçlüydü. Hayatın darbelerini fırsata çevirmişti.
“Ben karmaşık bir hayatım var,” dedi Murat sonunda. “İnsanlarla ilişki kurmakta zorlanıyorum. Çoğu zaman insanların benden ne istediğini merak ederim. Samimi mi, yoksa çıkarcı mı olduklarını anlamaya çalışırım.”
Selin başını salladı. “Anlayabiliyorum. Güven zor bir şey. Ama bazen insanları test etmek yerine, onlara güvenmeyi deneyebilirsiniz.”
“Ya hayal kırıklığına uğrarsam?”
“Hayal kırıklığı da hayatın bir parçası. Ama güvenmeden asla gerçek bağlantılar kuramazsınız.”
Tam bu sırada, kafenin sahibi Mehmet Arslan, dayanamadı ve masalarına yaklaştı.
“Affedersiniz,” dedi, “ama sanırım siz Murat Özkan’sınız.”
Murat dondu kaldı. Selin şaşkınlıkla ikisine baktı.
“Özkan Teknoloji’nin sahibi,” diye devam etti Mehmet. “Sizi geçen sene Ekonomi dergisinin kapağında görmüştüm. O zaman tanıdım ama müdahale etmek istemedim.”
Selin’in ağzı açık kaldı. Karşısında Türkiye’nin en genç milyarderlerinden biri oturuyordu. “Sen… sen Murat Özkan mısın?” diye sordu, sesi inançsızlıkla dolmuştu.
Murat başını salladı. Utangaç bir ifadeyle, “Evet. Özkan Teknoloji’nin kurucusu.”
Selin geriye yaslandı. “Bu… bu her şeyi açıklıyor. 100 milyon lira sorusu, Profesör Kaya’yı tanıman, beni araştırman… Sen, sen beni test ediyordun!” dedi Selin, sesinde derin bir hayal kırıklığı vardı. “Ben gerçek bir konuşma sandığım şey, senin için sadece bir deneydi.”
“Hayır, öyle değil!” dedi Murat aceleyle. “Başlangıçta belki öyleydi ama şimdi…”
Ama Selin ayağa kalkmıştı. Gözlerinde ne öfke ne de nefret vardı; sadece bir tür boşluk. “Benim düşünmem gereken şeyler var,” dedi ve masadan hızla uzaklaştı.
Murat çaresizce arkasından baktı. İşte bu yüzden insanlara açılmıyordu. İşte bu yüzden kimseye güvenmiyordu. Ama bu sefer farklıydı. Bu sefer gerçekten önemsiyordu.
Murat, Selin’in annesinin hastalığı hakkındaki sözlerini düşünürken, aklına bir anı düştü. Geçen yıl, şirketin yıllık raporunu hazırlarken akademik makaleleri araştırıyordu. Sürdürülebilir kalkınma konusunda çok etkileyici bir makale okumuştu. Yazarı genç bir ekonomistti. İsmi Selin Karagöz’dü.
Telefonunu açıp makaleyi aradı. İşte oradaydı: “Türkiye’de Teknoloji Transferi ve Bölgesel Kalkınma: Sürdürülebilir Bir Model Önerisi.” Selin Karagöz, Ankara Üniversitesi.
Kalbi hızla atmaya başladı. Bu makaleyi okuduğunda yazarının kim olduğunu merak etmişti. Fikirler o kadar vizyonerdi ki, şirketinde uygulamayı bile düşünmüştü.
Ayağa kalktı ve Selin’i mutfakta, bulaşıkları yıkarken buldu. Sırtı ona dönüktü.
“Selin,” dedi yumuşakça.
Selin döndü. Gözleri hâlâ kızgındı. “Ne istiyorsun?”
“Sen… sen Türkiye’de teknoloji transferi ve bölgesel kalkınma makalesinin yazarı mısın?”
Selin şaşırdı. “Evet. Ama nasıl?”
“Bu makaleyi geçen yıl okudum. Beni çok etkilemişti. Hatta şirketimde bazı fikirlerini uygulamayı düşünmüştüm.”
Selin’in yüzündeki öfke yavaşça kayboldu. “Sen… sen o makaleyi okudun mu?”
“Sadece okumadım. Şirketimin AR-GE departmanında tartışma konusu yaptım. Özellikle küçük şehirlerde teknoloji merkezleri kurma fikrin… bu çok vizyoner bir yaklaşımdı.” Murat kararlılıkla konuştu. “Bunu seni test etmek için yapmadım. Gerçekten senin fikirlerini merak ediyorum.”
“Neden bana söylemedin?” diye sordu Selin.
“Çünkü… çünkü test etmeye o kadar alışmışım ki, doğal olması gereken anları bile planlıyorum. Ama seninle konuşurken unutmuştum bunu. Sen beni kendim olmaya zorladın.”
Selin ona uzun uzun baktı. “Üç yıl boyunca insanları test ediyormuşsun. Peki şimdi ne değişti?”
“Belki de yanlış soruları soruyormuşum,” dedi Murat. “‘Bu kişi beni hayal kırıklığına uğratacak mı?’ yerine, ‘Bu kişiden ne öğrenebilirim?’ diye sormalıymışım. Ve cevabın ne mi? Çok şey. Fedakârlığı, sadakati, gerçek değerleri… ve belki de en önemlisi, kendi yalnızlığımın ne kadar anlamsız olduğunu.”
Selin’in gözleri yumuşadı. “Biliyorsun, o makaleyi yazarken sürekli bir şey düşünüyordum: Teknoloji transferi sadece bilgi transferi değil, aynı zamanda güven transferi. İnsanlar birbirine güvenmezse, hiçbir teknoloji çalışmaz.”
“Ve ben üç yıldır güvensizlik üzerine kurulu bir sistem geliştirmişim,” dedi Murat acı acı gülümseyerek.
“Geç olmadı henüz,” dedi Selin. “Güven inşa edilebilir.”
“Nasıl?”
“Samimi olmakla. Gerçek niyetlerini söylemekle. Ve belki de insanları test etmeyi bırakmakla.”
Murat başını salladı. “Haklısın. Ama bir şartım var.”
“Nedir?”
“Artık bana ‘sen’ diyeceksin. Çünkü test bitti. Şimdi gerçek bir diyalog başlıyor.”
Selin, o gün ilk kez gerçekten gülümsedi. “Peki, Murat. Ama benim de bir şartım var. Şirketinde Ekonomik Araştırmalar Direktörlüğü pozisyonunu kabul ederim. Ancak projenin sadece benim başarım için değil, ekip halinde çalışmamız ve projenin sosyal boyutu olması şartıyla. Küçük şehirlerdeki gençlere fırsat yaratacak projeler olmalı. Sadece para kazanmak değil, topluma da fayda sağlamak.”
Murat’ın gözleri parladı. “Bu… bu mükemmel bir fikir. Kabul ediyor musun?”
“Kesinlikle.” Selin elini uzattı. “O zaman anlaştık.”
Murat onun elini sıktığında, sadece bir iş anlaşması yapmadıklarını hissetti. Bambaşka bir şey başlıyordu.
6 Ay Sonra, Cafe Sultan
Altı ay sonra, Cafe Sultan’da her şey değişmişti.
Mehmet, kahve makinesinin başında durmuş, yeni asistanı Deniz’e teknikleri gösteriyordu. Deniz, Selin’in başlattığı teknoloji kurslarından mezun olan ilk öğrencilerdendi.
“Murat Abi geliyor,” dedi Deniz heyecanla. “Bugün proje toplantısı var, değil mi?”
Mehmet gülümsedi. “Evet, ama artık ona sadece Murat de. O da bizden biri oldu.”
Gerçekten de, Murat artık farklıydı. Kapıdan girdiğinde eskisi gibi köşedeki masaya geçmedi. Doğrudan tezgâha geldi, Mehmet’e sarıldı, Deniz’le tokalaştı.
“Nerede Selin?” diye sordu.
“Yukarıda, annesiyle konuşuyor. Bugün taburcu oluyor,” dedi Mehmet mutlu bir şekilde.
Selin’in annesi Ayşe Hanım, şirketin sağlık sigortası sayesinde en iyi tedaviyi almış ve durumu çok düzelmişti.
Murat yukarı çıktı. Selin’i annesinin yanında laptop başında çalışırken buldu. Her ikisi de gülümsüyordu.
“Gel oğlum, otur,” dedi Ayşe Hanım. “Az önce Selin’in yeni projesini dinliyordum.”
“Nasıl gidiyor, anne? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” diye sordu Murat.
“Çok şükür iyi oğlum. Ama asıl sorulması gereken sen nasılsın? Kızımla çalışmak zor olmuyor mu?” dedi Ayşe Hanım şakacı bir tonla.
Murat güldü. “Aksine, hayatımın en verimli dönemi. Selin’den çok şey öğreniyorum.”
“Mesela?” diye sordu Selin, bilgisayarından başını kaldırarak.
“Mesela, başarının sadece kâr etmek olmadığını. Bir projenin başarısını sadece rakamlarla değil, kaç kişinin hayatına dokunduğuyla ölçebileceğimizi.”
Ayşe Hanım başını salladı. “Aferin oğlum. Kızım da senden çok şey öğrendi. Sen mi, ne öğrendin?” diye sordu Ayşe Hanım.
“Cesaret,” dedi annesi. “Büyük düşünme cesareti. Sen hep mütevazıydın. Ama artık hayallerinin peşinden gitmeyi öğrendin.”
Cafe Sultan’ın alt katında, artık küçük bir sunum alanı vardı. Mahalleli gençler, Mehmet ve birkaç yatırımcı toplanmıştı. Selin projektörü açtı.
“Arkadaşlar,” dedi Selin. “Altı ay önce burada başlayan bir serüvenin sonuçlarını paylaşacağım. Üsküdar Teknoloji Merkezi projemiz başarıyla ilerliyor.”
Ekrana rakamlar yansıdı: 50 genç eğitim almış, 20 tanesi iş bulmuş, 5 tanesi kendi startup’ını kurmuştu.
“Ama en önemli sonuç,” diye devam etti Selin, “bu projenin sadece bireysel başarılar yaratmamış olması. Toplumsal bir dönüşüm başlatmış olması.”
Murat ayağa kalktı. “Selin’in söylediklerini desteklemek istiyorum. Bu proje bana gösterdi ki, gerçek yatırım insana yapılan yatırımdır. Ve bu yüzden, bu projeyi İstanbul’un diğer ilçelerine yaygınlaştırıyoruz. On beş farklı merkez açacağız.”
Alkış sesleri yükseldi.
Toplantı sona erdiğinde, Murat ve Selin bahçede yalnız kaldılar. Akşam güneşi her şeyi altın rengine boyamıştı.
“Murat, sana bir şey söylemek istiyorum,” dedi Selin.
“Dinliyorum.”
“Bu altı ayda sadece iş ortağım olmadın. Gerçek bir arkadaşım oldun ve benim için bu çok değerli.”
Murat gülümsedi. “Ben de aynı şeyi söyleyecektim. Biliyor musun? Üç yıl boyunca insanları test ettim ama asıl test edilmesi gereken bendim. Gerçek bir insanla karşılaştığımda ne yapacağımı test etmem gerekiyordu ve sanırım sınavı geçtim.”
Selin güldü. “Geçtin, ama anca anca.”
Sessizce Boğaz’ı izlediler.
“Peki, şimdi ne olacak?” diye sordu Selin.
“Şimdi gerçek iş başlıyor. Daha büyük projeler, daha büyük sorumluluklar. Hazır mısın?”
“Seninle beraber her şeye hazırım,” dedi Murat samimiyetle.
O akşam Cafe Sultan’dan ayrılırken Murat, üç yıl önce ilk geldiği günü hatırladı. O zaman yalnız, güvensiz, mutsuz bir adamdı. Şimdi ise amacı olan, arkadaşları olan, hatta bir ailesi olan mutlu bir insandı.
Selin de evine yürürken düşünüyordu. Altı ay önce sadece bir garsondu. Şimdi ise hem başarılı bir iş kadını hem de toplumsal değişimin öncüsüydü. Ve en önemlisi, güvensizliği yıkan bir arkadaşı vardı. Bazen hayatın en güzel sürprizleri en beklenmedik yerlerde gerçekleşir. Bazen de bir fincan kahve, iki insanın hayatını tamamen değiştirebilir.