900 IQ’lu Kapıcı, Tüm Bilim İnsanlarını Şok Eden Bir Sorunu Çözdü…

900 IQ’lu Kapıcı, Tüm Bilim İnsanlarını Şok Eden Bir Sorunu Çözdü…

Doğu Boston’un yoksul sokakları, kimi zaman yalnızca sessizlik içinde büyüyen sıradışı hikâyelerin taşıyıcısı olur. Will Hunting, bu sokakların gölgesinde büyümüş, hayatı boyunca tek bir şeyi öğrenmişti: savaşmak. Sınırlı imkanlarla hayatta kalmak, her gün bir öncekinden daha sert bir dünyaya uyanmak ve içindeki büyük boşluğu bastırmak…

Ama Will’in diğerlerinden farklı bir yanı vardı. Belki de kimsenin bakmadığı yerden bakabilme yetisi… Belki de korkularının arasında parlayan bir cevher…

Yirmi yaşındaydı. MIT’de temizlik görevlisi olarak çalışıyor, büyük binaların mermer zeminlerini sabahın ilk ışıklarında ovalıyordu. Ama onun asıl uğraşı, kimsenin görmediği tahtalardaki denklemlerleydi. Elinde süpürgeyle değil; aklında formüller, kalbinde cevapsız sorularla yürüyordu koridorlarda.

Bir gün, koridorda yürürken tahtada bir problem gördü. Profesör Gerald Lambo’nun öğrencilerine bıraktığı, çözene büyük bir ödül vaat edilen, adeta bir matematik canavarı. İki yıldır kimsenin çözemediği bu problemi Will sadece inceledi. Sonra, içgüdüsel bir dürtüyle eve döndü. Evindeki buharlı banyonun aynası, onun kara tahtasıydı. Tebeşir yerine kalem, tahta yerine buğu. Sayfalarca çözüm, saatlerce deneme… Sabah olduğunda cevap netti. Will, çözüme ulaşmıştı.

Bir hafta sonra, temizlik yaptığı sırada tahtaya gizlice çözümünü yazdı. Kimse fark etmedi. Ta ki Profesör Lambo sabah sınıfa girene kadar.

Profesör şaşkınlıkla tahtaya bakakaldı. Çözülmüş bir denklem… Ama kimin tarafından? Öğrenciler suskun, profesör merakta. Yeni ve daha zor bir problem tahtaya yazıldı. Lambo, bunun çözülmesi yıllar alır dedi.

Ama Will, temizlik yaparken o denklemle de karşılaştı. Yine aklı çalıştı, elleri istemsiz yazdı. Tam o sırada profesör içeri girdi, Will’in tahtaya çözümler yazdığını gördü. “Sen ne yapıyorsun?” diye sordu. Ama Will çoktan çözmüştü bile. O an, profesör Will’in sadece bir temizlikçi olmadığını anladı.

Lambo onun geçmişini araştırdı. Mahkeme kararları, toplum hizmeti cezası… Will’in MIT’de resmi bir görevi bile yoktu aslında. Sadece cezalı bir gençti. Ama zekâsı, Lambo’nun tüm öğrencilerinden farklıydı.

Mahkemede Will’in yanında durdu. Will suçluydu, evet; ama aynı zamanda dahi seviyesinde bir zekâya sahipti. Mahkeme, 50.000 dolar kefalet ve iki koşulla serbest kalmasına karar verdi: Haftada bir matematik dersi ve bir psikolog seansı.

İşte buradan sonra, Will’in en zor yolculuğu başladı: Kendisiyle yüzleşmek.

İlk psikolog pes etti, ikinci onu hipnozla çözmeye çalıştı. Ama Will, kolay lokma değildi. Sonunda, Lambo eski dostu Shawn Maguire’a başvurdu. Shawn, hayatı boyunca kayıplar yaşamış, acının içinden geçmiş bir adamdı. Will ile ilk seansları çatışmalı geçti. Will, Shawn’ın karısının ölümüne dokunacak kadar ileri gitti.

Ama Shawn sabırlıydı. İnatla, sevgiyle, kendi travmalarını Will’e ayna ederek onun duvarlarını indirmeye başladı. Zamanla Will, bu yaşlı psikologta bir baba figürü buldu. Onun yanında kendini ifade etmeye, korkularını konuşmaya başladı.

Bu arada Will, Skyler adında bir kızla tanıştı. Onunla duygusal bir ilişkiye başladı. Ama kendi geçmişinin yükleriyle, kalbini Skyler’a tam açamıyordu. “Seni sevmiyorum” dediğinde aslında söylediği şey “Korkuyorum”du. Skyler uzaklaştı. Will yalnız kaldı.

Lambo, Will’e NSA gibi güçlü kurumlardan iş teklifleri getirdi. Ama Will, bu güç oyunlarının bir parçası olmak istemiyordu. “İnsanlara zarar verecek şeylerin parçası olmayacağım,” dedi. Lambo ile arası açıldı. Shawn ile ilişkisi ise daha da derinleşti.

Günün birinde, en yakın arkadaşı Chuck ona sordu: “Will, on yıl sonra hâlâ burada olacak mısın? O zekâyı çöpe mi atacaksın?” Bu sözler Will’in aklından çıkmadı. Herkes onun için bir yol çizmek istiyordu. Ama Will, kendi yolunu arıyordu.

Sonunda kararını verdi. Arkadaşlarından aldığı eski bir arabayla, Boston’dan California’ya doğru yola çıktı. Geride bir not bıraktı: “Shawn, Skyler’a gidiyorum.” Kalbine kulak vermişti.

Artık Will ne yalnızdı ne de kaçıyordu. Geçmişiyle barışmış, içindeki dehayı kabullenmişti. Bu bir bilim adamının değil, bir insanın uyanışıydı.

Ve kim bilir — belki bir gün adı kitaplarda, keşiflerde, teorilerde geçecek. Ama en büyük başarısı, kendini bulmuş olmasıydı.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News