“Yavaş Çocuk” Diye Alay Ettiler, Üzerine Meyve Suyu Döktüler… Ama Sınav Sonuçları Gelince Ağlayan Onlar Oldu!

“Yavaş Çocuk” Diye Alay Ettiler, Üzerine Meyve Suyu Döktüler… Ama Sınav Sonuçları Gelince Ağlayan Onlar Oldu!

Jack Anderson okulun yemekhanesinde köşeye sinmiş, dizlerinin üzerinde duran eski matematik kitabına gözlerini dikmişti. Çatal bıçak sesleri, kahkahalar, tabakların gürültüsü… Hepsi çok uzakta gibiydi. Jack görünmez değildi aslında; tam tersine herkesin hedefi olmuştu.

Ve beklenen an geldi: Okulun gözdesi, banker çocuğu, Amerikan futbolunun yıldızı Carl Mason onu fark etti. Elindeki kırmızı meyve suyunu sinsi bir gülümsemeyle Jack’in üzerine boşalttı. Kitap ıslandı, gömleği mahvoldu. Kahkahalar patladı.

“Üzgünüm yavaş zekâlı,” dedi Carl alayla. “Sanırım SAT provanı da mahvettim. Bu sınav bana göre, sana değil.”

Jack’in boğazı düğümlendi. Bir şey söylemek, kendini savunmak istedi ama sesi çıkmadı. Sadece yumruklarını sıktı. Yalnızca bir aşağılanma daha, defterine yazılacak yeni bir yara…

Tam o sırada öğretmen Bay Anderson yemekhaneye girdi. Sesi bıçak gibi havayı kesti:
“Carl Mason! Müdürün odasına, şimdi!”

Sessizlik oldu. Kahkahalar sustu. Jack ilk kez öğretmeninin gözlerinde başka bir şey gördü. Ne acıma, ne küçümseme… Farklı bir ışık. Belki de tanınma.

O günün öğleden sonrası Bay Anderson, Jack’i yanına çağırdı:
“Pazar sabahları beraber çalışmaya ne dersin? Sana matematik öğreteceğim. Ama tek şartım var: gerçekten savaşmak istiyor musun?”

Jack’in boğazı yine düğümlendi ama bu kez umutla. “Evet hocam. Orada olacağım.”

İlk ders felaketti. Jack geç kalmış, annesinin hastanede olduğunu söyleyerek özür dilemişti. Anderson öfkeyle, “Ailemle kahvaltımı bırakıp geldim buraya. Ciddiyetin yoksa zamanımı boşa harcama!” dedi.

Jack’in gözleri doldu. “Lütfen hocam. Bana inanman lazım. Hayatımda ilk kez biri bana şans veriyor. Ne olur bırakma…”

O an bir şey değişti. Anderson derin bir nefes aldı, sonra sandalyeyi işaret etti. “Otur Jack. Başlıyoruz.”

Günler geçti. Pazar sabahları Jack ve Anderson, kitapların arasında, hesaplamaların içinde boğuştular. Jack’in yazısı yamuktu, dikkati dağınıktı ama zihni… keskin ve güçlüydü. Yalnızca kendine inanmıyordu.

Bir sabah Carl, kütüphane camından bakarak Jack’le dalga geçti. Dudaklarını oynatarak hakaretler savurdu. Jack’in elleri titredi. Anderson sertçe, “Ona bakma. Sen ondan daha iyisin. Tek fark, henüz buna inanmıyor olman,” dedi.

Jack yutkundu, başını salladı.

Sınav günü geldiğinde spor salonu uğultuyla doluydu. Carl her zamanki kibirli haliyle Jack’e fısıldadı:
“Öyle bir çakılacaksın ki…”

Ama Jack bu kez sessizce kalemi kavradı. Cevap vermedi. İçinde fırtına gibi bir inanç vardı.

Haftalar sonra sonuçlar açıklandı. Koridorda öğrenciler yığılmıştı. Carl, büyük özgüvenle kalabalığı yararak listeye baktı. Sonra yüzü kireç gibi oldu. Sonucu iyiydi ama zirve değildi. Beklediği zafer ellerinden kaymıştı.

Bir çığlık yükseldi:
“Jack Anderson’un sonucuna bakın!”

Jack’in adı, listede en yukarıdaydı. Neredeyse kusursuz bir puan! Carl’ınkinden daha yüksek. Herkesten yüksek.

Kalabalık alkışlarla, tezahüratlarla coştu. Jack’in göğsü kabardı. İlk kez kendini küçük değil, güçlü hissediyordu. Carl’ın kahkahası boğazında düğümlendi, sonsuza kadar sustu.

Bay Anderson uzaktan gururla izledi. Yıllardır ilk kez gerçek bir öğretmen gibi hissetti. Jack ise akşamüstü yanına giderek gözyaşlarıyla, “Benden vazgeçmediğiniz için teşekkür ederim hocam. Bu başarı sizin sayenizde,” dedi.

Anderson başını salladı. “Hayır Jack. Bunu sen kazandın. Kimse aksini söylemesin. Hatta ben bile.”

Işıkları kapattılar. O an ikisi de biliyordu: Hayatlarının yönü değişmişti. Çünkü en büyük ders kitaplarda değil, kalpteydi. İnançla, sabırla, vazgeçmeyerek yazılan kaderdeydi.

Jack Anderson artık yalnız bir çocuk değil; alay edilen, “yavaş” görülen biri hiç değildi. O bir savaşçıydı. Bir direnişçiydi. Ve herkese şunu kanıtlamıştı: Gerçek zeka başkalarının sözleriyle değil, insanın kendi cesaretiyle ölçülür.

Facebook Blog Girişi:

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News