“Bu hurdayla beni geçebilirsen şirketim senin,” dedi milyoner — sonra beklenmeyen oldu
.
.
İstanbul Bebek’teki lüks bir villanın önünde iki araba duruyordu. Birincisi, 2 milyon Euro değerinde, ateş kırmızısı parlak bir Ferrari 488 GTB. Yanında, mavi smokinli, genç bir adam kahkahalar atıyordu. İkincisi ise pas ve tozla kaplı, 50’li yıllardan kalma, eğri büğrü, paslı bir pikap. Yanında, yağ lekeli eski bir ceket giyen, yetmişli yaşlarında, yaşlı bir adam duruyordu.
Villanın merdivenlerinde toplanmış, şık giyimli bir grup insan, sahneyi eğlenerek izliyordu. Genç milyoner, parmağını yaşlı adama uzattı ve meydan okudu: “Eğer bu eski hurda, benim Ferrari’mi düz yolda geçerse, tüm şirketimi sana vereceğim. Her hisseyi, her binayı, her kuruşu.”
Herkes kahkahaya boğuldu. Bu bir şakaydı. Şaka olmalıydı. Ama yaşlı adam gülmüyordu. Başını salladı ve paslı pikabına bindi. Çünkü genç milyonerin bilmediği bir şey biliyordu: O hurda, her şeyi değiştirecek bir sır saklıyordu.
Kibirli Veliaht ve Kayıp Sözleşme
Kaan Yılmaz 32 yaşındaydı ve çoğu insanın sadece hayal edebileceği her şeye sahipti. Babasından miras kalan milyarlık inşaat şirketi, Boğaz manzaralı villa, lüks araba koleksiyonu ve partilerle dolu bir hayat. Ama Kaan’ın paranın satın alamayacağı bir kusuru da vardı: Herkesten üstün olduğuna dair sarsılmaz bir inanç. Çocukluğundan beri istediği her şeyi almıştı; hiçbir şey için çalışmak zorunda kalmamıştı. Her şey, babasının adı ve parası sayesinde kendiliğinden geliyordu.
O cumartesi akşamı Kaan, doğum günü partisi veriyordu. Misafirler, ona yaranmak isteyen iş ortakları ve sosyal çevresi, en pahalı şampanyaları içiyor, onun her şakasına gülüyorlardı. Kaan, tam o sırada misafirlerine yeni Ferrari’sini gösteriyordu; bir hafta önce 2 milyon Euro’ya aldığı, başardığı her şeyin sembolü olan kırmızı bir mühendislik harikası.

İşte o sırada, avluya paslı bir pikap girdi. Yıllardan kalma bu enkaz, o kadar kalın pasla kaplıydı ki, orijinal rengi zar zor görülüyordu. Çamurlukları eğri büğrü, camları çatlak, egzoz borusundan yanık yağ kokusu yükseliyordu.
Arabadan inen yaşlı adam, Hüseyin Usta’ydı. Gri saçlı, kırışıklıklarla kaplı bir yüzü ve yağdan kararmış elleri vardı. Kaan, yaşlı adama tiksintiyle yaklaştı. Kim olduğunu ve burada ne aradığını sordu. Sesi, rahatsız edici bir sineğe hitap eder gibiydi.
Yaşlı adam kendini Hüseyin Usta olarak tanıttı ve Hakkı olanı almaya geldiğini söyledi. Kaan, yüksek sesle güldü ve güvenliğe yaşlı adamı mülkten atmasını emretti.
Ama Hüseyin yerinden kımıldamadı. Cebinden sararmış bir belge çıkardı ve her şeyi değiştirecek bir kanıtı olduğunu söyledi.
Kaan’ın babası Cengiz Yılmaz, 40 yıl önce, Kaan henüz planlanmamışken bile bir hiçti. Bursa yakınlarındaki küçük bir köyden gelen, hırslı ama fakir bir tamirciydi. Kendi işini kurmayı hayal ediyordu ama bankalar reddetmişti. Vazgeçmek üzereyken Hüseyin Usta ile tanıştı. Hüseyin, İstanbul’da küçük bir tamirhane işleten yaşlı bir ustaydı. Cengiz’in hayallerini duyduğunda, onda kendisinin genç halini görmüş ve hayat boyu biriktirdiği tüm parasını ona ödünç vermişti. Karşılığında Cengiz, borcu ödemeyi veya gelecekteki şirketinden Hüseyin’e hisse devretmeyi taahhüt eden bir belge imzalamıştı.
Cengiz parayı aldı, İstanbul’a gitti ve kısa sürede inşaat sektöründe devleşti. Ancak borcunu asla ödemedi. Önce erteledi, sonra Hüseyin’den kaçınmaya başladı. Sonunda Hüseyin’in var olmadığını iddia etti. Cengiz öldüğünde Hüseyin, adaletin artık gelmeyeceğini düşünmüştü. Ama Kaan’ın kibirli ve pervasız yönetimini duyunca, son bir kez denemeye karar verdi.
Şimdi elinde tuttuğu belge, 40 yıl önce Cengiz tarafından imzalanmış, Hüseyin’e şirketin yarısı üzerinde hak veren orijinal sözleşmeydi.
Kaan, kâğıdı aldı ve şöyle bir göz gezdirdi. Sonra daha da yüksek sesle güldü. Belgeyi sahte olarak niteledi ve hiçbir mahkemenin bunu tanımayacağını söyledi. Ama bir şeyin onu rahatsız ettiği belliydi. Belgenin gerçek olabileceğini biliyordu.
İşte o zaman Kaan, onu kurtaracak ya da mahvedecek bir fikir buldu.
III. Saçma Bahis
Kaan, Ferrari’ye, sonra da paslı pikap’a baktı. O kendinden emin, kibirli gülümsemesiyle gülümsedi. İnsanları çıldırtan o gülümseme.
Bir bahis teklif etti. Yarış, orman içinden geçen dar ve virajlı bir yoldu. 5 kilometre gidiş, 5 kilometre dönüş.
Eğer Hüseyin, o hurdayla kazanırsa, Kaan babasının borcunu kabul edip şirketin yarısını verecekti. Kaybederse –ki elbette kaybedecekti– Hüseyin kaybolup bir daha asla ona görünmeyecekti.
Misafirler eğlenmiş bakışlar paylaştı. Bu saçmaydı. Ferrari’ye karşı paslı pikap mı? Çitaya karşı kaplumbağa çıkarmak gibiydi. Kaan’ın avukatı kulağına fısıldadı, bunun aptalca bir risk olduğunu, belgenin gerçek olabileceğini ve meseleyi mahkemede çözmenin daha iyi olacağını söyledi. Ama Kaan dinlemiyordu. Kendi kendine güveninden çok sarhoştu. Üstünlüğüne çok inanıyordu.
Hüseyin, uzun bir süre sessiz kaldı. Şık giyimli kalabalığın önünde kendisiyle alay eden genç adama baktı. Onda babasının gölgesini gördü: Aynı kibir, aynı başkalarını küçümseme. Sonra başını salladı. Kabul etti.
Kalabalık alkışlamaya başladı. Birisi yarışı çekmek için telefonunu çıkardı. Misafirler, izlemek için en iyi yeri arıyorlardı.
Kaan, Ferrari’ye zafer gülümsemesiyle bindi. Motoru çalıştırdı; Vahşi bir hayvan gibi kükredi. Hüseyin, sessizce pikabına bindi. Anahtarı çevirdi. Motor öksürdü, hırıldadı ve sonunda çalıştı; siyah bir duman bulutu püskürterek.
Kaan, camı indirdi ve Hüseyin’e hâlâ geri çekilebileceğini bağırdı. Başlamadan yenilgiyi kabul etmenin utanılacak bir şey olmadığını söyledi. Hüseyin cevap vermedi. Sadece ellerini direksiyonda sıktı ve önündeki yola baktı.
IV. Yarış ve Çöküş
Başlangıç noktasında yan yana durdular. Ferrari, lamba ışığında yakut bir mücevher gibi parlıyordu. Pikap ise ölüler arasında bir zombi gibi görünüyordu: Paslı, yıpranmış, her an dağılacakmış gibi.
Kalabalıktan biri işaret verdi. Start!
Ferrari, motor kükremesiyle öne fırladı, arkasında lastik dumanından bir iz bırakarak. Kaan, gazı sonuna kadar bastırdı. İvmenin onu koltuğa nasıl gömdüğünü hissetti. Adrenalin damarlarında kaynadı. Dikiz aynasında pikap’ın geride kaldığını, yerinden zar zor kalktığını gördü. Eski aracın farları zayıfça titreşiyordu. Kaan, kendi kendine güldü. Bu çok kolaydı. Fazla kolay.
İlk kilometreden sonra Ferrari, artık Hüseyin için görünmez olmuştu. Kaan, virajlarda yavaşladı. Riske girmeye gerek yoktu. Büyük bir avantajı vardı. Yaşlı adam yarışı tamamlamadan önce bitiş noktasına gidip dönebilirdi.
Ama üçüncü kilometrede Kaan, garip bir ses duydu. Metalik bir gıcırtı. Sonra vurma sesi. Ferrari güç kaybetmeye başladı. Motor sıcaklık göstergesi fırladı. Kaan küfretti ve yol kenarına çekti. Arabadan indi ve kaputu açtı.
Motordan duman yükseliyordu. Bir şey patlamıştı. Kaan, mekanikten anlamıyordu. Hiç anlamak zorunda kalmamıştı. Her zaman onun için tamir eden biri olmuştu. Yardım çağırmak için telefonunu çıkardı ama burada, ormanın ortasında çekim yoktu.
Ve o zaman, uzaktan bir şey duydu. Motor homurtusu, giderek yükselen. Başını kaldırdı ve virajın arkasından çıkan pikap’ın farlarını gördü.
Hüseyin, yavaş ama emin adımlarla sürüyordu. Eski aracı takırdıyor ve duman çıkarıyordu ama ilerliyordu. Ferrari’yi geçerken yaşlı adam Kaan’a bakmadı bile. Sadece bitiş çizgisine doğru ilerlemeye devam etti.
Kaan, bozuk süper arabasının yanında durmuş, paslı pikap’ın karanlıkta kaybolmasını izledi. Olanlara inanamıyordu.
V. Gerçek Değerin Ortaya Çıkışı
Hüseyin, 20 dakika sonra villaya döndü. Avludaki kalabalık, pikap’ın yalnız döndüğünü görünce sessizleşti. Herkes şaşkın bakışlar değiştirdi. Ferrari neredeydi? Kaan neredeydi?
Hüseyin, sessizce arabadan indi. Zafer çığlıkları atmadı. Sadece pikabının yanında durdu ve bekledi.
Kaan, bir buçuk saat sonra yürüyerek döndü. Mavi smokini çamurdan kirlenmiş, cilalı ayakkabıları harap olmuştu. Gözlerinde öfke vardı. Hüseyin’i sabotajla, sahtekârlıkla suçladı. Bahisin geçersiz sayılmasını talep etti.
Ama misafirlerden biri, arabalardan anlayan bir mühendis, az önce çekiciyle getirilen Ferrari’ye yaklaştı. Motoru inceledi ve başını salladı. Herkese bunun sabotaj olmadığını açıkladı: Bakım eksikliğiydi. Ferrari, düzenli bakım, sıvı değişimi, her elemana özen gerektiriyordu. Ama Kaan, hiçbirini yapmamıştı. Motor aşırı ısınmış ve çökmüştü.
Hüseyin, bunu hafif bir gülümsemeyle dinledi. Sonra pikabına gitti ve kaputu açtı. Misafirler merakla yaklaştı.
Ve herkes dondu kaldı. Paslı kaportanın altında, 50’li yıllardan kalma eski bir motor yoktu. Bir yarış motoru vardı. Modifiye edilmiş, güçlendirilmiş. Çoğu yeni arabadan daha değerli.
Hüseyin, 40 yıldır bu pikap üzerinde çalışmıştı. Her parça değiştirilmiş, her bileşen iyileştirilmişti. Dışarıdan hurda gibi görünüyordu ama içeride bir canavardı. Hüseyin, bunun acıyla başa çıkma yolu olduğunu açıkladı. 40 yıl boyunca Cengiz mektuplarını görmezden gelirken, Hüseyin tamirhanede çalışmış, her boş anını pikabına ayırmıştı. Bu onun terapisiydi, takıntısıydı, yaşam eseriydi ve şimdi o eser ona adaleti getirmişti.
VI. Adalet ve Miras
Yarışın hikayesi 24 saat içinde interneti kasıp kavurmuştu. Kibirli milyonerin, paslı pikapla dedeye yenildiği videosu viral oldu.
Kaan, avukatının ofisinde duvar gibi solgun oturuyordu. Avukat, bahisin bağlayıcı olduğunu açıkladı. Tanıklar, kayıtlar, belgeler vardı. Dahası, Hüseyin’in belgesi gerçek çıkmıştı. Kaan’ın iki seçeneği vardı: Ya Hüseyin’e şirketin yarısını gönüllü olarak verecekti ya da her şeyi kaybedeceği davalarda yıllarca sürünecekti.
Birinciyi seçti.
Bir ay sonra Hüseyin Usta, yüz milyonlarca lira değerinde inşaat şirketinin resmi ortağı oldu. Ancak hisselerini sattı ve elde ettiği parayla bir vakıf kurdu. Vakıf, fakir ailelerden gelen, hayalleri olan ama gerçekleştirmek için parası olmayan genç girişimcileri destekliyordu. Tıpkı 40 yıl önce Cengiz’in olduğu gibi. Sadece Hüseyin, yardım ettiklerinin kendilerine yardım edenleri unutmamalarını sağlıyordu.
Paslı pikap, bir otomobil müzesine gitti. Bir sembol olarak, gerçek değerin her zaman ilk bakışta görülmediğinin kanıtı. Binlerce insan gelip, yarışın hikayesini yazan tabelayı okuyarak onu görmeye geldi.
Peki Kaan? Kaan, şirketin yarısını korudu ama daha önemli bir şey kaybetti: İtibarını, kendine güvenini, paranın ona her şey hakkı verdiği inancını. İş ortakları ondan uzaklaştı. Bankalar kredileri geri çekti. Bir yıl içinde Kaan, kalanların çoğunu kaybetti. Hüseyin yüzünden değil, kendi kibrinden ve aptallığından.
Hüseyin Usta, intikam için fazla yaşlı ve fazla bilgeydi. Onun için bu sadece sonuçtu. Her eylemin sonucu vardır. Bazen hızlı gelir, bazen 40 yıl sonra. Ama her zaman gelir.
Hüseyin, hayatının son gününde, dairesindeki koltuğunda oturuyordu. Duvarda pikap’ın fotoğrafı asılıydı. Yanında, vakfının yola çıkmasına yardım ettiği genç girişimcilerden gelen mektup yığını vardı. Gözlerini kapadı ve hayatını değiştirdiği tüm insanları düşündü. Onu aldatan Cengiz’e bile öfke hissetmedi. Sadece üzüntü.
Gülümsedi. Çünkü gerçek galibiyetin birini yenmek olmadığını biliyordu. Arkanda iyi bir şey bırakmaktı. En pahalı Ferrari’den daha uzun sürecek bir şey. Ve Hüseyin başardığını biliyordu.