Büşra ve Fatma: Sessiz Çığlıkların Hikayesi

Büşra ve Fatma: Sessiz Çığlıkların Hikayesi

İstanbul’un kenar semtlerinden birinde, yoksulluğun gölgesinde ama sevgiyle örülü küçük bir evde yaşayan Büşra ve kızı Fatma’nın hikayesi, sessiz çığlıkların en derinlerinden biriydi. Büşra, 29 yaşında genç bir dul kadındı. Eşi, bir inşaat kazasında hayatını kaybetmiş, geriye onu ve küçük kızını bırakmıştı. Hayattaki en büyük varlığı, 7 yaşındaki Fatma’ydı. Sessiz, içine kapanık, oyunlarda hırçınlaşmayan, ama son zamanlarda davranışlarında gariplikler başlamış olan bir çocuktu.

Fatma, televizyon izlerken dizlerini karnına çeker, ellerini özel bölgesine götürürdü. Geceleri ağlayarak uyanır, sessizce tuvalete koşar, sonra sabaha kadar yatağında otururdu. Başta Büşra bunun basit bir idrar yolu enfeksiyonu olduğunu düşündü. Ama annelik içgüdüsü ona, kızının yaşadığı şeyin çok daha derin ve karanlık olduğunu fısıldıyordu.

Büşra gündüzleri tekstil atölyesinde çalışıyor, Fatma ise okuldan sonra genellikle alt komşuları olan Necla teyzenin evine bırakılıyordu. Necla, 70 yaşlarında, dedikoduyu seven ama özünde iyi kalpli bir kadındı. Bir gün Necla, Büşra’ya yaklaşarak, “Senin kız çok sessizleşti. Geçen gün yanına gittim, elini çekti. Garip bir şeyler var,” dedi. Büşra, bu sözleri önemsemek istemedi ama içi kemirilmeye başladı.

Özellikle Fatma’nın anaokulundan ilkokula geçerken öğretmeniyle yaptığı kısa görüşme aklına geldi. Fatma derslerde dalgın, bazen anlamsız tepkiler veriyordu. O zaman önemsememişti ama şimdi parçalar bir araya geliyordu.

O gece Fatma yine ağlayarak uyandı. Büşra yanına koştuğunda, kızını yatakta oturmuş, bacaklarını karnına çekmiş, sessizce ağlarken buldu. Işığı açınca Fatma ellerini hızla aşağı indirdi, yorganın altına sakladı. “Anne, oram yanıyor. Oraya dokunma,” dedi fısıltıyla. Büşra’nın kalbi bir an durdu. Titreyen elleriyle kızının alnına dokundu, ter içinde kalmıştı. Hemen altını kontrol etti ama bir şey göremedi. O sabah hiç vakit kaybetmeden kızını hastaneye götürmeye karar verdi.

Hastanenin çocuk polikliniğinde doktor Ayşen, Büşra’nın anlattıklarını dinledikten sonra Fatma’yla yalnız görüşmek istedi. Fatma önce annesinden ayrılmak istemedi ama doktorun yumuşak sesi ve oyuncak dolu oda biraz rahatlatmıştı onu. Yarım saat süren görüşmenin ardından doktor Büşra’yı çağırdı. Yüzü ciddiydi, her kelimeyi dikkatle seçiyor, incitmemeye çalışıyordu.

“Büşra Hanım, Fatma’nın bazı davranışları bizi endişelendiriyor. Çocuk psikiyatristine yönlendirme yapmamız gerekiyor. Muayene sırasında bazı fiziksel bulgulara da rastladık. Küçük çaplı bir travma var,” dedi doktor. Büşra nefessiz kaldı. “Travma mı? Nasıl yani?” diye sordu. Doktor yavaşça açıkladı: “Bazı durumlarda bu tür bulgular istismar göstergesi olabilir. Kesin konuşmak için uzman ekip değerlendirmesi gerekiyor ama mutlaka derinlemesine incelenmeli.” Büşra’nın beyninde “İstismar” kelimesi yankılandı.

Kimi suçlayacağını bilemeden hastaneden çıktı. Kucağında Fatma, gözlerinde bin parça acı vardı. Çocuk izleme merkezine yönlendirildi. Uzmanlar eşliğinde Fatma’nın yeniden dinlenmesi gerekiyordu. Büşra çaresizlikle randevu tarihini beklemeye başladı. O süre içinde gözlemlerine daha çok dikkat etti. Fatma, Necla teyzenin evine gitmek istemiyor, “Orası kokuyor,” diyordu. Necla’nın oğlu Kemal geldiğinde korkuyla odasına kaçıyor, göz temasından kaçınıyor, titriyordu. Büşra artık gece uyuyamaz hale gelmişti.

Çocuk izleme merkezi, travmaya uğramış çocuklar için özel tasarlanmıştı. Renkli duvarlar, çizgi film karakterleriyle dolu bekleme odaları… Ama orada bekleyen annelerin gözleri bu neşeli süslemeleri görmüyordu. Orada bir şeyler çok kırılmıştı. Fatma, uzman pedagog eşliğinde içeri alındı. Oyunlar oynandı, resimler çizildi. Her çizgi, kelime, jest dikkatle analiz edildi.

Bir hafta boyunca uzman ekip, oyun temelli görüşmeler yaptı. Sonunda Fatma, ağlayarak söyledi: “Annemin komşusunun oğlu bana kötü şeyler yaptı. Söylersem annem bana kızar sanmıştım.” Büşra yıkıldı. Kemal, mahallede sakin biri olarak tanınırdı. Uzun boylu, hafif kambur, göz temasından kaçan, işsiz biriydi. Çoğunlukla annesi Necla’nın evinde televizyon karşısında vakit geçirirdi. Mahallede özel bir sevgi ya da nefret beslenmezdi. Ama Büşra’nın gözünde artık canavardı.

Olay adliyeye yansıdı. Necla hemen Büşra’nın kapısını çaldı. “Oğluma iftira atıyorsun. Fatma çocuk, çocuklar saçmalar,” dedi. Büşra kapıyı açtı, gözleri kan çanağı gibiydi: “Benim çocuğum yalan söylemez. Doktorlar, psikologlar, savcılar hepsi yalan mı söylüyor? Kızımın hayatını kararttı sizin oğlunuz.” Necla’nın yüzü kireç gibi oldu. “Oğlum yapmaz,” dedi. Büşra sinirle bağırdı: “Fatma yalan söylemez.” Necla geri çekildi.

Kemal polis tarafından gözaltına alındı. İfade verirken suçlamaları reddetti: “Ben kimseye bir şey yapmadım, çocuk uyduruyor.” Ancak Fatma’nın ifadesi, uzman raporları, fiziksel bulgular aleyhinde ciddi kanıttı. Evdeki dijital cihazlarda çocuklara dair uygunsuz içerikler bulundu. Savcı tutuklama kararı çıkardı.

Büşra adliye çıkışında bayıldı. Kızına bu acıyı yaşatanın yıllardır alt komşusu, emanet edilebilir sandığı biri olması onu darmadağın etmişti. Fatma, çocuk psikiyatristi gözetiminde tedaviye alındı. Oyuncaklar, terapi seansları, annesiyle geçirilen güvenli zamanlar onun kırılan parçalarını onarmak içindi.

İyileşme hemen olmadı. Geceleri korkuyla uyanıyor, kalabalıklardan uzak duruyor, yabancı erkeklerden çekiniyordu. Ama annesi yanındaydı. Büşra işini bıraktı, hayatını kızının iyileşmesine adadı. Bir gün terapi sonrası Fatma annesine sokuldu: “Anne, Kemal abiden sonra kimse bana dokunamaz değil mi?” Büşra gözyaşlarını tutamadı: “Asla yavrum. Seni kimse bir daha incitemez.”

Dava zorlu geçti. Kemal’in avukatı psikolojik rahatsızlık iddiasıyla ceza indirimi istedi. Ancak Fatma’nın ifadesi, fiziksel bulgular, dijital deliller sanığın suçluluğunu açıkça gösteriyordu. Mahkeme süreci boyunca Büşra, kızını düşündü: “Adalet yerini bulmalı.” dedi. Savcı 25 yıla kadar hapis talep etti.

Mahkeme karar aşamasına yaklaşırken, komşu apartmandan bir kadın, yıllar önce kendi kızının da Kemal tarafından taciz edildiğini itiraf etti. Bu dosyaya girdi. Artık tekil değil, örüntülü bir karanlık ortaya çıkıyordu.

Fatma’nın yaşadıkları adli vaka oldu. Medyada yer almadı, çocuk koruma kararı nedeniyle gizli tutuldu. Semtte fısıltılar dolaşıyordu. Kemal tutuklandı. Büşra artık kimsenin ne dediğini umursamıyordu. Tek hedefi adaletti.

Necla Hanım oğlunun tutuklanmasından sonra evden çıkmaz oldu. Önceden balkonunda çiçeklerle uğraşan, çocuklara şeker veren kadın gitmiş, yerine yaşlanmış bir gölge gelmişti. Bazıları ona acıyordu, bazıları nefretle bakıyordu. Çünkü sessiz kalmak bazen suç ortaklığıydı.

Bir gün apartmanın merdivenlerinde Necla ile Büşra karşılaştı. Necla gözlerini yere eğdi: “Bilseydim, oğlumu tanıyamazdım.” Büşra ona bakmadı: “Bilmek istemediniz. Gördünüz ama sustunuz. Annelik bu değil.” ve yanından yürüdü. Artık Büşra dimdik yürüyordu. Utanan kendisi değil, utanç duyması gerekenlerdi.

Bazı anneler Büşra’nın hikayesinden cesaret aldı. Okullarda çocuklara mahremiyet eğitimi başladı. Fatma’nın yaşadıkları görünmez kalmadı. Bu sessiz çığlık başka hayatları kurtaracak kadar yankı buldu.

Büşra okul yönetimine gidip rica etti: “Çocuklara hayır demeyi öğretin. Kim olursa olsun dokunma hakkı olmadığını bilsinler.” Okul müdürü başını salladı. Ertesi hafta okulda rehberlik semineri düzenlendi.

Mahkeme günü geldi. Salon doluydu. Basın yoktu ama toplumsal vicdan oradaydı. Savcı son sözlerinde dedi ki: “Sanık insanlık dışı bir eylem gerçekleştirdi. Somut deliller, uzman görüşleri, dijital materyaller ve diğer şikayetlerle desteklenen bir örüntü var. Sanığın toplumdan izole edilmesi elzemdir.”

Kemal’in avukatı son ana kadar zihinsel yetersizlik iddiasıyla savundu ama bilirkişi raporları cezai ehliyetini gösterdi. Hakim kararını açıkladı: “Sanık 31 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Pişmanlık göstermemesi ve benzer vakaların varlığı nedeniyle takdiri indirim uygulanmadı.”

Salonda çıt çıkmadı. Büşra gözlerini kapattı, ağlamadı, derin nefes aldı. Bir annenin adalet arayışı böyle sonuçlandı.

Aylar sonra bahar geldiğinde Fatma hala terapiye devam ediyordu. Ama resimleri artık güneşli, kedili, ağaç gölgeliydi. Bir gün parkta annesine sordu: “Anne, ben kötü biri değilim değil mi?” Büşra gözyaşlarını tutamayıp cevapladı: “Sen dünyanın en güzel kalbine sahipsin. Sana kötü olanlar vardı ama artık yoklar ve sen hep iyi kalacaksın.”

Fatma gülümsedi. Annesinin elini tuttu. O gülümseme aylar sonra Büşra’nın gördüğü ilk gerçek gülümsemeydi. Belki de dünyanın en güzel tebessümüydü.

Büşra yaşadıklarından sonra “Kırılmadan Önce” adlı sosyal medya sayfası açtı. Çocuk istismarı, hakları, farkındalık seminerleri ve rehber içerikler paylaşıyordu. Kısa sürede on binlerce takipçiye ulaştı. Birçok anne mesaj attı: “Kızımda da aynı belirtiler var. Cesaret verdiğiniz için teşekkürler. Yıllarca sustum, artık susmayacağım.”

Büşra yaşadıklarını yazıya döktü, paylaştı. Acısını başka hayatlara dokunmak için araç yaptı. Kırıldı ama yeniden ördü kendini. Fatma büyüdükçe o da büyüdü. Artık sadece anne değil, bir savaşçıydı.

Fatma 16 yaşına geldiğinde bir etkinlikte konuşmak istedi. Küçük bir salonda kadınlar ve genç kızlar dinliyordu onu. Sesi titriyordu ama gözleri netti: “7 yaşımdayken bir canavarla tanıştım. Beni inciten, korkutan, konuşmamı yasaklayan biri. Ama sustukça içim çürüdü. Annem bana ‘Ne olursa olsun seni dinleyeceğim’ dedi. İşte o gün konuşabildim. Kırıldım ama yeniden doğdum. Artık o canavardan korkmuyorum. Çünkü ben bir çocuğum ve çocukların suçu olmaz.”

Salon sessizdi, herkes ağlıyordu. Bu gözyaşları acının değil, cesaretin gözyaşlarıydı.

Yıllar sonra Necla Hanım vefat etti. Büşra’ya el yazısıyla yazılmış bir mektup bıraktı. Zarf yıpranmış ama temizdi. Mektupta şöyle yazıyordu:

“En büyük hatam oğlumdan şüphelenip sustuğum gündü. Kalbim bir şeylerin yanlış olduğunu söylüyordu ama sustum. Konuşsaydım belki başka çocuklar zarar görmezdi. Anneliği anlamamışım. Affetmek kolay değil biliyorum. Ama cesaretin bana geç ulaştı ve içimi temizledi. Sizi izledim, gurur duydum.”

Büşra gözyaşlarıyla mektubu kapattı. Fatma uzun süre baktı, sonra dedi: “Belki kalbimde yer olmaz ama onun oğlu gibi biri çıkarsa susmam.”

Bu cümle bile Necla’nın dileğine cevap gibiydi.

Mahallede artık çocuklara özel bölgeler öğretiliyor, öğretmenler farkındalık seminerlerine katılıyor, imamlar hutbelerinde çocukların sesi olun çağrısı yapıyordu. Bir annenin feryadı, bir kız çocuğunun sustuğu çığlık, bir mahalleyi, ilçeyi, belki ülkeyi değiştirmişti. Sessizlik yerini farkındalığa, utanma yerini savunmaya bırakmıştı. Çünkü her çocuk korunmayı hak eder.

Bir gece Fatma annesinin dizine yattı. Saçlarını okşayan annesiyle yıldızlara baktılar. Fatma usulca sordu: “Anne, ben bir gün tamamen iyileşir miyim?” Büşra cevapladı: “İyileşmek yara almamak değil, o yarayı taşıyabilmektir. Sen o yarayı taşıyorsun, onunla dans ediyorsun ve her gün daha güçlüsün.”

Fatma gözlerini kapadı ve gülümsedi: “Ben güçlüyüm çünkü sen varsın anne.”

Bu hikaye, bir annenin inancı, bir çocuğun iç sesi, toplumun uyanışı ve adaletin ağır ama kaçınılmaz yürüyüşünü anlatır. Fatma ve Büşra yaşadıkları acıyı susarak değil, konuşarak iyileştirdiler. Onlar sadece yaşamadılar, başka hayatlara da umut oldular. Ve gerçek hayatta da nice Büşralar, nice Fatmalar var; onlar yalnız değil.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News