Hırslı ama tembel misiniz? Bu hikaye sizi sonsuza dek değiştirecek…
Küçük bir köy vardı; yemyeşil tarlalarla çevrili, rüzgârın sessizce ağaçların yapraklarında dans ettiği, sabahları çiğle uyanan bir yer. Orada, Amir adında yirmi beş yaşında bir genç yaşardı. Sağlıklı, güçlü, hayalleri büyük biriydi. “Bir gün bu köyün en zengin çiftçisi olacağım,” derdi arkadaşlarına. “Tarlalarım altın sarısı ürünlerle dolacak, insanlar öğüt almak için bana gelecek, her yerde saygı göreceğim.”
Herkes Amir’in hırsına hayrandı. Fakat kimse onun içinde taşıdığı başka bir gerçekliği bilmiyordu: Amir tembeldi. Güneş doğduğunda, diğer çiftçiler tarlalarına giderken o yatakta dönüp durur, gölgede oturur, hayallerinden söz ederdi. Diğerleri, sıcak güneş altında toprakla uğraşırken o demli gölge köşelerinde oturur, “Yarın yaparım” derdi. Kuyudan su taşımak gerektiğinde, su kovalarını taşımak gerektiğinde, tohum ekmek gerektiğinde—hep erteliyordu. Ama sözleri, “Büyük bir şey başaracağım” sözleri hiç eksik olmazdı.
Bir akşam, amcası – yaşlı ve bilge bir çiftçi – Amir’i ziyaret etti. Tarlasına baktı; verimsiz, çorak topraklar. “Amir,” dedi, “Niçin toprağın bomboş? Altın ürünlerden söz ediyorsun ama kuru bir toprak görüyorum.” Amir gülümsedi, “Amca, endişelenme. Yarın başlayacağım. Tarlam en güzel olacak, bekle ve gör.” Amca iç çekti; bu “yarın” sözü çok kez duymuştu. Fakat bu sefer ders vermeye karar verdi.
Cebinden iki küçük torba çıkardı. İçlerinden biri, hırs tohumu; diğeri, tembellik tohumu. “Bu sıradan tohumlar değil,” dedi. “Birincisi, hırs tohumu. Eğer her gün sulanır ve bakımı yapılırsa, meyve, gölge ve zenginlik veren bir ağaca dönüşür. İkincisi tembellik tohumu; o hızla büyür ama tarlan boyunca yabani otlar yayar, her şeyi yok eder. Geleceğin, bu iki tohumu nasıl besleyeceğine bağlı.”
Amir tohumlara baktı. “Tabii ki hırs tohumunu ekeceğim,” dedi. “Başarılı olmayı istiyorum.” Ama sabah olunca, uykunun ağır esiriyle mırıldandı: “Yarın eklerim.” Günler geçti, Amir her iki tohumu da toprağa ekti; fakat bakmadı, sulamadı, unuttu. Günleri uyku, dedikodu ve hayallerle doldurdu.
Bir gün tarlasına gitti. Şaşkınlıkla gördü ki tembellik tohumu hızla büyümüş; kalın yabani otlar tarlanın her köşesini sarmıştı. Hırs tohumu ise zayıf, soluk, neredeyse yok oluyordu. Amca geldi, tarlayı gördü:
“Amir, bak tarlan bu. Tohumlar senin iç dünyanı yansıtıyor. Hırs küçük bir tohumdur; çaba, disiplin ve eylem olmadan yaşayamaz. Tembellik ise kendi kendine büyür, yayılır, her şeyi yok eder. Sen büyük olmak istedin ama tembelliğin geleceğini çaldı.”
Amir diz çöktü. Solgun hırs fidanına elini uzattı, gözleri doldu. O an anladı: Hayaller yetmezdi; eylem onları canlı tutardı. O gece uyuyamadı. Kayıp zamanlarını, boş sözlerini, fırsatları düşündü. Fısıldadı kendine: “Eğer şimdi değişmezsem, tembellik beni sonsuza dek ele geçirecek.”
Sabah güneşi doğmadan önce kalktı. Kendi elleriyle yabani otları söktü. Sırtı ağrıyordu, elleri yara olmuştu. Ama durmadı. Hırs fidanını suladı, her gün bakımını yaptı. Zamanla o küçük fidan güçlü bir bitkiye dönüştü; yıllar geçtikçe meyve verdi, gölge sundu, köyün en verimli arazisi haline geldi. Amir değişmişti. Artık tembel değildi. Köyde, tembelliği yenen çiftçi olarak anılır oldu.
Amir’in hikâyesi yalnızca tarımla ilgili değildi; hayata dair bir metafordu. Bizden her birimiz içimizde iki tohuma sahibiz: Birisi hırs, diğeri tembellik. Hırs, her gün çaba, disiplin, düzenli eylem ister; tembellik kendi kendine büyür, yayılır ve rüyaları yok eder. Eğer sen de hırslı ama tembelsin, Amir’in tarlasını unutma. Yarın için etme; bugün başla. Hırsını sulama; tembelliğin yabani otlarını çek. Çünkü ne kadar çok beklersen, rüyan o kadar çürür.