MİLYONER, HİZMETÇİNİN ALTI BEBEĞİYLE NE YAPTIĞINI GÖRÜNCE GÖZLERİNE İNANAMADI
.
.
Altı Bebeğin Gizemi: Bir Milyonerin Gözden Kaçırdığı En Büyük Hazine
Kapının çarpma sesi, Bursa’daki gösterişli konakta yankılandı. Bu ses, altı ay içinde kaçan on ikinci dadının gidişini işaret ediyordu.
Sinem Aydın, elleri hâlâ nemli, mutfak penceresinden kadının bavulunu telaşla sürükleyerek ana kapıya doğru, sanki bir hayaletten kaçıyormuşçasına uzaklaşmasını izliyordu. Evin kahyası Emine Hanım, hoşnutsuzluğunu mırıldanırken, konağın sahibi Serhan Karadağ, ofisinin yüksek pencerelerinden aşağıdaki sahneyi seyrediyordu.
İkizlerin (Mert, Sinan, Cihan, Poyraz, Mehmet ve Levent) doğumundan iki yıl önce karısı Handan onları terk etmişti. Serhan, altı bebekle tek başına başa çıkmanın ezici sorumluluğuyla tükenmişti. Bursa’daki başarısının sembolü olan bu konak, Serhan için artık altın bir hapishaneye dönüşmüştü.
Emine, telsizden dadının ayrılışını bildirirken, çocukların istikrara ihtiyacı olduğunu, ancak kendisinin onları imkânsız olarak nitelendirdiğini ve yatılı okul önerdiğini söyledi. Serhan bu fikri kesin bir şekilde reddetti. Çocuklarının kendisi gibi evden uzakta büyümesini istemiyordu.
Mutfak kapısının diğer tarafında, temizlik görevlisi Sinem, Serhan ve Emine arasındaki her kelimeyi duyuyordu. Genç kadın, Yeşilköy’ün mütevazı bir mahallesinde doğmuş, öğretmen olmayı hayal etmişti. Üç yıldır konakta çalışıyor, altı ikizin yalnızlığını ve gelen geçen dadıların kaça kaç kaçışını gözlemliyordu.
Sinem, pencereden dışarı bakarken, o derin yalnızlığı hatırladı. “İyi bir anne olmak için zengin olmaya gerek yok,” diye düşündü. “Sadece sevgi ve sabır gerekiyor.” Annesinin sesi kulaklarında çınladı: “Hayatta bazen kendinden daha büyük bir şey için cesur olmalısın, kızım.”
Mutfak saatinin tik takları sessizliği bölerken, Sinem kararını verdi. Önlüğünü çıkardı, saçını düzeltti ve kapı kolunu tuttu. Yaşamını sonsuza dek değiştirecek bir adım atmak için cesaretini topladı.
Sınırların Aşılması
Sinem’in kararlı sesi, Serhan ile Emine arasındaki tartışmayı böldü. Kapıda belirdi, elleri titriyordu ama bakışları kararlılıkla doluydu.
“Bağışlayın müdahalemi, ama çocuklara ben bakabilirim,” diye teklif etti.
Odayı sağır edici bir sessizlik doldurdu. Emine, Sinem’in teklifini küçümseyerek, “Temizlik görevlisi böyle bir sorumluluğu nasıl üstlenebilir?” diye sordu.
Ancak Serhan, gözlerini Sinem’den ayırmıyordu. Genç kadının açık mavi gözlerinde, kendisinde de tanıdığı bir güç ve samimiyet vardı. Serhan, Emine’ye onları yalnız bırakmasını söyledi. Kahya, koridorda öfkeli adımlarla uzaklaştı.
Daha yumuşak bir sesle Serhan, Sinem’e neden böyle bir şey yapmak istediğini sordu.
Sinem açıkladı: “Nasıl muamele gördüklerini görüyorum. Onlar imkânsız çocuklar değil, sadece yalnızlar. Bu hissi iyi bilirim.” Serhan’ın tecrübesizlik itirazına Sinem, beş küçük kardeşine küçüklüğünden beri baktığını söyleyerek cevap verdi. “Sert disipline değil, sevgiye ihtiyaçları var.”
Serhan, uzun zamandır karşılaşmadığı bu içtenliği fark etti. İki haftalık deneme süresine razı oldu.
Sinem ertesi sabah konuta geldiğinde, altı ikizin odasında alışılmış kargaşayla karşılaştı. Ama bu kez azarlamak yerine yere diz çöktü ve onlara annesinin ninnisini neşeli bir kahvaltı şarkısına uyarlayarak söylemeye başladı: “Güneş doğdu pencereden, minik kuşlar uyandı erken. Kahvaltı vakti geldi işte, yumurta, peynir, bal ve ekmek.”
Çocuklar güldü ve aylardır ilk kez direniş göstermeden onu mutfağa kadar takip etti.
Günler geçtikçe konakta olağanüstü bir şey olmaya başladı. Gözyaşlarıyla geçen günler geride kalmış, çocuklar gülümsemeye başlamıştı. Serhan, başlangıçta şüpheci olsa da, çocuklarının kahkahalarını duydukça artan bir hayranlıkla izliyordu.

Altı Küçük Yüreğin Annesi
Bir öğleden sonra, Serhan bahçede Sinem’i ikizlere masal anlatırken buldu. Anlattığı, sevginin her zorluğu aşabileceği, karanlığın içinde bile umut ışığının bulunabileceği eski bir Türk masalıydı: “Bülbül’ün Yüreği.”
Masalın sonunda, en cesur ikiz Mert, başını kaldırıp sordu: “Sinem abla, sen bizimle kalacak mısın?”
Sinem, her çocuğun gözüne tek tek bakarak yanıtladı: “Beni istediğiniz sürece kalacağım.”
Levent, en küçük ikiz, Sinem’in kollarına tırmandı ve fısıldadı: “Sonsuza kadar kal.” O anda Sinem, bu altı küçük yüreğin kendisine bağlandığını ve kendi yüreğinin de onlara bağlandığını hissetti.
Bir başka öğleden sonra, Serhan ofisten erken döndüğünde onu tamamen sözsüz bırakan bir sahneyle karşılaştı. Bahçede Sinem, yeşil bir plastik havuz hazırlamış, altı ikiz neşeyle suda oynuyor, halk türküleri söylüyordu. Sinem, baştan aşağı ıslanmıştı. Serhan’ı gören Mert, kollarını açarak ona koştu.
Serhan, çocuklarını yıllardır ilk kez gerçekten mutlu görürken, göğsünde bir şeylerin kımıldadığını hissetti. Emine Hanım, verandada belirdi, durumu “uygunsuz” ve “kabul edilemez” olarak nitelendirdi.
Serhan, Emine’yi sert bir şekilde kesti, çocukların mutlu olduğunu tekrarladı. Kahya, geri çekildi. Serhan, daha sonra Sinem’e döndü, sesinden duygular boğuluyordu: “Özür dilemene gerek yok. Her şey mükemmel.”
O gece çocuklar uyuduktan sonra, Serhan, mutfakta bulaşıkları temizleyen Sinem’i buldu. “Çocukları sevmek kolaydır,” dedi Sinem yumuşak bir sesle. “Gerçekte kim olduklarını gördüğünüzde.”
Serhan yavaşça başını salladı. “Birinin kim olduğunu gerçekten gördüğünüzde sevmek kolaydır.” Aralarında filizlenen, adlandırmaya cesaret edemedikleri bir duygu vardı.
Gerçeğin Işığında Aile Olmak
Ancak Emine’nin gölgesi, Serhan’ın annesi Nezihe Karadağ aracılığıyla geri döndü. Nezihe, Sinem’i küçümseyerek gözlemledi ve Serhan’a kendi sosyal çevresinden uygun kadınları tanıştırdı.
“Oğlum, o bir hizmetçi kızı. Bizim sosyal çevremizden değil,” dedi Nezihe acımasızca.
Sinem, Serhan’a annesinin haklı olduğunu, farklı dünyalardan geldiklerini söyledi. Serhan’ı kaybetme fikri, eve ve kalbine getirdiği ışığın sönmesi dayanılmazdı. O anda ona olan aşkının düşündüğünden çok daha derin olduğunu fark etti.
“Sinem, bunu yapma,” dedi boğuk bir sesle, elini tutarak. “Ben ve çocuklar sana ihtiyacımız var.” Serhan annesine karşı ilk kez sağlam durdu. “Gerçek soyluluk kan bağında değil, kalbin eylemlerinde yatar, ve senin kalbin hepimizinkinden daha soylu.”
Annesinin baskısına rağmen, Serhan, Sinem’e evlilik teklif etti.
İlişkileri derinleşirken, Emine son bir darbe indirdi. Sinem’in sorumsuzlukla suçlandığı bir sahne düzenledi: masada kırık oyuncaklar ve paramparça bir İznik çinisi vazo fotoğrafı vardı.
Serhan, Sinem’e soğuk bir sesle doğru olup olmadığını sordu. Sinem, Kahya’nın yalanını açıklayamadan gözyaşları içinde başını eğdi.
Tam o sırada, altı ikiz, uykulu gözlerle belirdi. En çekingen olan Cihan, doğrudan babasına baktı ve net bir sesle, “Baba, Emine Hanım vazoyu kırdı. Biz gördük,” dedi.
Serhan’ın yüzü dondu. Altı yaşındaki oğlunun dürüstlüğü, Emine’nin yalanını yerle bir etmişti. Serhan, tereddütsüz bir sesle Emine’yi kovdu.
Serhan, Sinem’in önünde diz çöktü. “Beni affet. Sana güvenmeliydim.” O anda çocukların en küçük ikizi, Mehmet, Serhan’a elindeki resmi gösterdi: mavi gökyüzü altında yedi figür; “Burada sen varsın, burada kardeşlerim, ve burada Sinem abla var. O artık ailemizin bir parçası.”
Serhan, Sinem’e baktı. “Evet,” dedi yumuşak bir sesle. “Sanırım öyle.”
Sonsuza Dek Birlikte
Serhan ve Sinem, Bursa’da sade ama güzel bir törenle nişanlandılar. Serhan’ın annesi Nezihe bile, torunlarının mutluluğunu görünce, sonunda Sinem’i kabul etti.
Altı ay sonra, Sinem’in Yeşilköy’deki küçük caminin bahçesinde düğünleri yapıldı. Nikâhın ardından altı ikiz, sevinç çığlıklarıyla bağırdı: “Yaşasın babamız, yaşasın annemiz, yaşasın ailemiz!”
Düğünden iki yıl sonra, Serhan ve Sinem, Bursa’da Umut Bahçesi adlı, zengin ve fakir çocukların bir arada okuduğu devrim niteliğinde bir okul açtı. Sinem, artık sadece dadı değil, hayalini gerçekleştiren bir pedagogdu.
Bir öğleden sonra, Serhan okulun bahçesinde Sinem’i izlerken, sonunda mutlu sonun ne anlama geldiğini anladı. “Zenginlik veya statü değil,” dedi. “Birlikte güzel bir şey yaratmak. Dünyayı biraz daha iyi bir yer haline getirmek.”
Sinem, ona sarılarak yanıtladı: “Sen benim toprağımsın, sağlam, güvenli, hayat veren. Ve sen benim ayçiçeğimsin,” diye yanıtladı Serhan. “Her zaman ışığa dönen.”
Böylece, Serhan Karadağ, hayatına giren altı küçük kalbin ve onlara annelik yapan bir hizmetçi kızın sayesinde, zenginliğin asla satın alamayacağı bir hazineye kavuşmuştu: Gerçek bir aile ve ikinci bir şans.
.