Hemşire, kanser hastası yaşlı adamın, geçmişte yanlış anlaşılan bir olay yüzünden otuz yıl boyunca nefret ettiği oda arkadaşına ağrı kesicilerini gizlice verdiğini keşfetti

Hemşire, kanser hastası yaşlı adamın, geçmişte yanlış anlaşılan bir olay yüzünden otuz yıl boyunca nefret ettiği oda arkadaşına ağrı kesicilerini gizlice verdiğini keşfetti

İstanbul’daki Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, koridorların uğultusu ve makinelerin durmaksızın çıkan sesleri arasında uyukluyordu. Dışarıda yağmur, akrebi olmayan bir saatin tekdüze ritmiyle camlara vuruyordu. On yıldır hemşirelik yapan Elif, onkoloji servisinin koridorlarında sessiz adımlarla, yorgun bir yüzle ilerliyordu. Bu saatte hastalar ya uyuyor ya da öyleymiş gibi yapıyordu; fakat acı hiçbir zaman uyumazdı.

214 numaralı odada, yetmiş sekiz yaşındaki Ahmet Yalçın yatıyordu; teşhis: metastatik pankreas kanseri. Gururlu bir adamdı; sesi sert, bakışları demir gibiydi. Hiçbir şey istemez, nadiren konuşurdu. Sadece izlerdi. Yan odada, 215’te ise, emekli bir edebiyat öğretmeni olan Yusuf Demir yatıyordu; aynı tür kanseri vardı ama daha erken evredeydi. Konuşkan, alaycı, hikâyelerle doluydu. Hastanedeki kimse bilmezdi ama bu iki adam, otuz yılı aşkın süredir ezeli düşmandı.

Elif bunu tesadüfen fark etti.

O gece, Ahmet Bey’e her zamanki morfin dozunu götürdüğünde bir tuhaflık sezdi. Adamın yüzünde garip bir huzur vardı, sanki acı ona tam olarak ulaşamıyordu. Fakat ilaç tepsisini kontrol ettiğinde, kayıtlarda görünmeyen iki dozun eksik olduğunu fark etti.

—Bugün kendinizi daha iyi mi hissediyorsunuz Ahmet Bey? —diye sordu Elif, belli etmeden.
—Acı zihindedir, hemşire hanım, —dedi kuru bir sesle.— Hayatla hesaplaşırken insan dayanmayı öğrenir.

Elif birkaç saniye sessiz kaldı. Adamın bakışları duvarın ötesine, 215 numaralı odaya yönelmişti. Bu küçük ayrıntı, genç kadının içindeki merakı uyandırdı.

Ertesi sabah, Elif daha dikkatli olmaya karar verdi. Gün ağarırken koridordan geçerken, bastonuna dayanarak yavaş adımlarla yan odaya giden Ahmet Bey’i gördü. Bu halde ayakta bile durmaması gerekiyordu.

Elif onu uzaktan izledi. Kapı aralığından, Ahmet Bey’in sessizce içeri girip, uyuyan hastanın başucuna küçük bir şişe bıraktığını gördü.

Elif’in kalbi sıkıştı.

Ahmet Bey odasına döndükten sonra yavaşça yaklaştı. Başucunda gerçekten de Ahmet Yalçın adına kayıtlı bir morfin flakonu duruyordu.

Elif ne düşüneceğini bilemedi. Terminal dönemdeki bir hasta, kendi ağrı kesicisini neden başkasına verirdi?

Birkaç saat sonra, Elif onu yüzleşmek için aradı.
—Ahmet Bey, bana gerçeği söylemenizi istiyorum, —dedi kararlı bir sesle.— Morfin şişenizi Yusuf Bey’in odasında buldum.
Adam başını kaldırdı, şaşırmadı.
—Tahmin etmiştim, işinizi iyi yapıyorsunuz.
—Neden yapıyorsunuz bunu? —diye sordu Elif.
Ahmet derin bir nefes aldı, haftalar sonra yüzünde bir duygu belirdi.
—Çünkü borcum var, —dedi sessizce.— Ama o bunu asla bilmeyecek.

Otuz yıl önce, Bursa yakınlarındaki küçük bir kasabada Ahmet bir tamirhane işletiyordu, Yusuf ise kasabanın ortaokulunda öğretmendi. Bir gün Ahmet’in oğlu Murat, okul kasasından para çalmakla suçlandı. Yusuf, öğretmen olarak, yeterli kanıt olmadan onu ihbar etti. Söylenti yayıldı, Ahmet’in ailesi lekelendi, Murat kısa süre sonra kasabayı terk etti.
Yıllar geçti, sonunda asıl suçlunun başka bir öğrenci olduğu ortaya çıktı. Fakat artık çok geçti. Murat şehirde bir iş kazasında hayatını kaybetmişti. Ahmet, Yusuf’u asla affetmedi.

Üç on yıl boyunca birbirlerinden uzak kaldılar. Ama hayat, ironik bir şekilde, onları aynı hastanede, aynı hastalıkla tekrar karşılaştırdı.

Elif duygulandı, ama profesyonel etik gereği uyardı:
—Ahmet Bey, ilaçlarınızı vermemeniz tehlikeli, dayanamayabilirsiniz.
—Dayanıyorum zaten, —dedi adam yorgun bir tebessümle.— Ama fiziksel olanına değil. Diğeri… otuz yıldır içimde taşıdığım o acı, kanserden daha yavaş öldürüyor beni.

Haftalar geçti. Yusuf’un morali düzeldi, tedavisinin arttığını sanıyordu. Ahmet ise günden güne zayıflıyordu, ama yüzünde yeni bir şey vardı: huzur.

Bir öğleden sonra Elif çarşafları değiştirirken, Ahmet ondan bir ricada bulundu:
—Ben gittiğimde, ona affını istemediğimi söyleyin. Sadece, artık kin taşımadan uyumasını istedim.

Elif’in boğazı düğümlendi.
İki gün sonra, sabahın ilk ışıklarında Ahmet sessizce öldü. Ne arayanı ne de çiçeği oldu. Sadece komodinin üzerinde katlanmış bir mektup.

Elif titreyen ellerle açtı:
“Hayat uzun bir yanlış anlamadır; bazen küçük bir jestle düzelir. Artan morfinim hem onun acısını hem benimkini dindirsin. —A.Y.”

Aynı gün, Yusuf zayıf sesiyle sordu:
—Yan odadaki bey nerede? Dünden beri duymuyorum.
Elif tereddüt etti, sonra eline mektubu verdi. Yusuf sessizce okudu, gözlerinden yaşlar süzüldü.
—Murat… İyi bir çocuktu. Öldüğünü bilmiyordum.
Elif başını eğdi.
—Bilmenizi istememişti, —dedi yumuşakça.— Sadece huzur bulmanızı istiyordu.

Yusuf uzun süre konuşmadı. Sonra yalnız kalmak istedi.
O gece Elif, 215 numaralı odanın önünden geçtiğinde onu uyurken gördü. Göğsünün üzerinde mektup vardı. Gülümsüyordu.
Sabah olduğunda, artık nefes almıyordu.

Hastane kayıtlarında iki oda boş kaldı. Ama Elif için o duvarlar başka bir hikâye anlatıyordu: Aynı acıyı, aynı morfini paylaşarak barışan iki düşman.
Elif her o koridordan geçtiğinde, kapalı kapılara bakıp hatırlardı: bazen affetmek geç gelir… ama yine de iyileştirir.

Ve hayat devam etti, ama Elif o derse asla unutmadı:
Bazen en insanca eylem, tedavi etmek değil, anlamaktır.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News