Gerçek Değer: Arif’in Mücevher Dükkanındaki Yolculuğu

Gerçek Değer: Arif’in Mücevher Dükkanındaki Yolculuğu

Arif’in elleri hafifçe titriyordu. On yedi yaşında bir çocuktu, ama o gün kendini daha da küçük hissediyordu. Güneş ışıkları, mücevher dükkanının geniş camlarından içeri süzülüyor, parlak mermer zeminde yansıyordu. Arif’in eski spor ayakkabıları, mermerin üzerinde iz bırakıyor, sanki ait olmadığı bir yerde olduğunu fısıldıyordu. Dükkanın içi göz kamaştırıcıydı; vitrinlerdeki yüzükler, kolyeler, pırlantalar, Arif’in dünyasına çok uzaktı. Sararmış ekose gömleğinin dirsekleri solmuş, kot pantolonunun paçaları yıpranmıştı. Buraya gelen müşteriler genellikle takım elbiseli, parlak ayakkabılı, kendinden emin insanlardı. Arif ise, annesi için bir hediye almak isteyen sıradan bir gençti.

Dükkanın içinde üç çalışan vardı. Hepsi ütülü üniformalar giymiş, inci düğmeli ceketleriyle vitrinlerin arkasında duruyordu. İsimlikleri ışıkta parlıyordu. Arif daha tezgaha yaklaşamadan, çalışanların alaycı kahkahaları havada yankılandı. Birisi onu işaret etti, diğer ikisi birbirine eğilip fısıldadı. Gözlerinde küçümseme vardı. Arif’in cesaretini, sevgisini, buraya getiren nedeni görmediler. Sadece buraya ait olmayan bir çocuk gördüler.

Arif’in kalbi sıkıştı. Hayat ona defalarca insanlardan aşağılanma göstermişti; ayakkabısına, kıyafetine, sessizliğine bakıp hüküm verenler çok olmuştu. Ama bugün, annesi için bir kolye almak istiyordu. Annesi, babası öldüğünden beri Arif için her şeyi feda etmişti. Dikiş makinesinin başında sabahlara kadar çalışmış, Arif’in okulda kalabilmesi için yeni ayakkabılarından, kendi ihtiyaçlarından vazgeçmişti. Arif, annesinin de güzelliğe layık olduğunu göstermek istiyordu.

Tezgaha doğru yavaşça yürüdü. Her adımı kulaklarında gök gürültüsü gibi yankılandı. Kısık bir sesle, kadife tepside sergilenen basit bir gümüş kolyeyi görmek istediğini söyledi. Kolyenin ucu yaprak şeklindeydi, annesinin hoşuna gideceğini düşünmüştü. Ama kahkahalar daha da keskinleşti. Bir çalışan, “Burada nefes alacak paran var mı?” dedi, sesi alay doluydu. Arif’in yanakları kızardı, boğazı düğümlendi. Bir an için yok olmak istedi. Ama gitmedi. Çünkü mesele kendisi değil, annesiydi.

Cebinden buruşturulmuş banknotları çıkardı. Yaz tatilinde bahçe biçerek, mahallede çocuklara matematik dersi vererek biriktirdiği paraydı. Ellerinin nasırını, yorgunluğunu, umudunu cam tezgaha bıraktı. Bir an için kahkahalar sustu. Sonra daha da gürültülü bir şekilde geri geldi.

Dükkanın köşesinde, sade bir takım elbise ve geniş kenarlı şapkasıyla yaşlı bir adam vardı. Kimse ona dikkat etmemişti. Bu adam, Kabir’di. Arif’in babası olduğunu kimse bilmiyordu. Arif, babasının yıllar önce öldüğüne inanıyordu. Oysa Kabir, şehir dışında bir çiftlikte sakin bir hayat sürüyor, oğluna hep alçakgönüllülüğü ve emeğin değerini öğretiyordu. Mücevher dükkanının sahibi de oydu; ama bunu kimseye söylememişti. Bugün tesadüfen dükkana uğramış, oğlunun aşağılanmasına sessizce tanık olmuştu.

Kabir’in kalbi oğlunun başı öne eğildiğinde sızladı. Çalışanların alaycı tavırları, yıllarca oğluna anlatmaya çalıştığı erdemleri bir anda anlamsız kılmıştı. Kabir, oğlunun zenginlikten değil, karakterden güç almasını istemişti. Ama bu an bir ders değil, bir onur meselesiydi.

Kabir ağır adımlarla tezgaha yaklaştı. Ayakkabılarının sesi dükkanda yankılandı. Kahkahalar kesildi, çalışanlar bir anda ciddileşti. Kabir’in kim olduğunu fark edince yüzleri soldu. Kabir, Arif’e nazikçe ne almak istediğini sordu. Arif başını kaldırdı, şaşkınlıkla yaşlı adama baktı. Kabir, elini oğlunun omzuna koydu. Gözlerinde gurur vardı.

O anda gerçekler ortaya çıktı. Kabir, çalışanlara döndü, sesi kararlıydı:
“Bu çocuk, benim oğlum. Sizin küçümsediğiniz, alay ettiğiniz kişi, buradaki her şeyin gerçek varisi.”
Çalışanlar şok içinde sustu. Kahkahalarının yerini utanç aldı. Müşteriler hayretle izledi. Dükkanın içindeki herkes, o gün paranın değil, insanlığın değerini gördü.

Arif’in dünyası bir anda değişti. Artık sadece alay edilen bir çocuk değildi. Karakterin, emeğin, sevginin gerçek miras olduğunu anlayan bir adamın oğluydu. Kabir, hiçbir zaman servetini göstermeye çalışmamıştı; çünkü gerçek güç, alçakgönüllülükteydi.

Kabir, Arif’in seçtiği kolyeyi aldı. Onu annesi için seçmişti, fiyatı değil, sevgisi önemliydi. Dükkandan birlikte çıktıklarında, Arif kendini daha güçlü hissediyordu. Artık utançla değil, gururla yürüyordu.

O akşam, Arif eve geldiğinde annesi onu kapıda karşıladı. Arif, kolyeyi annesinin ellerine bıraktı. Kadının gözlerinden yaşlar süzüldü. Kolyeyi tutarken, oğlunun ona sadece bir mücevher değil, onur ve sevgi armağan ettiğini anladı.

Şehirde o gün her şey değişti. İnsanlar Arif’in hikayesini konuştu. Zenginliğin değil, alçakgönüllülüğün, nezaketin, gerçek değerin hikayesiydi bu. Arif, bir daha asla kimseyi dış görünüşüne göre yargılamayacağına söz verdi. Kabir ise artık kimliğini saklamadı; oğluyla birlikte, onurla yürüdü.

Arif, annesinin gülümsemesini izlerken, yaşadığı aşağılanmanın geride kaldığını biliyordu. O gün, bir mücevher dükkanında yaşananlar, şehrin hafızasına bir ders olarak kazındı:
Gerçek değer, insanın kalbinde saklıdır.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News