ANNESİ ONU 6 YAŞINDA KRALİÇE OLSUN DİYE EVLENMEYE ZORLADI. 10 YAŞINDA DUL KALDI VE 19’UNDA ÖLDÜ

ANNESİ ONU 6 YAŞINDA KRALİÇE OLSUN DİYE EVLENMEYE ZORLADI. 10 YAŞINDA DUL KALDI VE 19’UNDA ÖLDÜ

Çocuk Kraliçenin Sessiz Direnişi — Isabel de Valois’nin Trajedisi

Westminster Manastırı’nın kalbinde sonbahar rüzgarı buz gibi taş duvarların arasından süzülüyordu. Mumlar korkuya kapılmış gibi titriyor, hava bal mumu ve kadim bir nemle doluydu. Vitraylardan sızan ışığın altında toz zerrecikleri, vebayla damgalanmış bir imparatorluğun külleri gibi süzülüyordu.

O kasvetli alaca karanlıkta, herkesin yüreğini donduran bir görüntü belirdi: Altın işlemeli, ağır bir gelinlik giymiş, başında yaşından büyük incilerle, başını eğmiş bir çocuk. Henüz altı yaşında: Fransa Prensesi Isabel de Valois. Yanında ise eldivenli eliyle küçük parmaklarını tamamen saran heybetli bir adam; 29 yaşındaki İngiltere Kralı II. Richard. Aralarındaki yaş ve güç farkı o kadar acımasızdı ki, soyluların sıralarında bir sessizlik yayıldı. Siyasette olgun bir adam ve oyuncak bebeklerini henüz bırakmış bir kız. Müzik çalıyor, kilise çanları ürpertici bir mırıltıyı bastıramıyordu. İngiltere Kraliçesi bugün daha okula gidecek yaşta bile değildi.

Tarih bu birleşmeyi diplomatik bir pakt, Yüzyıl Savaşları’ndaki kan dökülmesini durdurmak için İngiltere ve Fransa’yı birbirine bağlayan altın bir zincir olarak kaydetti. Ancak kadife ve ipeğin altında aslında kutlanan çocukluğun hanedanlık tahtası üzerinde bir piyon gibi feda edildiği soğuk bir güç alışverişiydi. O kız henüz bir hapishaneye dönüşmüş bir tahta yeni adım attığını, kaderinin isyanlar, ihanetler ve bir kralın aşağılayıcı ölümü sarmalında sıkışıp kalacağını bilmiyordu.

Köklerdeki Karanlık

Isabel de Valois 1389’da Paris’te, Luvr Sarayı’nda doğdu. Babası Fransa Kralı VI. Charles, Avrupa’nın en istikrarsız hükümdarlarından biriydi. “Deli Charles” olarak anılan kral, akıl hastalığı ile boğuşuyordu. Bazen kendi şövalyelerine saldırıyor, bazen vücudunun camdan yapıldığına inanıyordu. Isabel’in çocukluğu şefkat ve dehşet arasında geçti. Luvr bir koruma sarayı olmaktan çok belirsizliğin bir hapishanesiydi.

Annesi Bavyaralı Isabel ise güzel, kurnaz ve hırslıydı. Çocuklarına siyasi satranç tahtasında değerli taşlar gibi bakıyordu. Isabel ise kanı ve güzelliğiyle ittifakları güvence altına almak için en umut vadeden piyondu.

Avrupa Yüzyıl Savaşları ile parçalanıyordu. Fransa ve İngiltere ateşkese muhtaçtı. Ancak sözler yetmiyordu; barış et ve kanla mühürlenmeliydi. İngiltere Kralı II. Richard dul ve varissizdi. Soylular baskı yapıyordu, yeniden evlenmeli ve veraseti sağlamalıydı. Fransızlar devasa bir çeyiz ve 28 yıllık ateşkes teklif etti. Isabel henüz altı yaşındaydı; bu yaşta evlilik bile o dönemde aşırıydı ama masumiyeti yeni bir başlangıcı simgeleyecekti.

Bir Piyonun Yolculuğu

1396’da Isabel Paris’ten ayrılırken şehir halkı nehir kıyısında toplandı. Beyaz pelerine sarılmış küçük bir figür, vatanını son kez seyretti. Bu yolculuk çocukluğa kesin bir veda idi. İngiltere’ye geçtiğinde ilk düğün töreni Fransız topraklarında yapıldı. Altı yaşındaki bir kız, neredeyse 30 yaşındaki bir kralın yanında, ağır bir gelinlikle sunağa götürüldü.

Londra merak ve fısıltılarla kaynıyordu. Çocuk kraliçe hem hayranlık hem de endişe uyandırıyordu. Bir yıl sonra Westminster Manastırı taç giyme töreniyle doldu taştı. Isabel’in başında, boynu için fazla ağır bir taç duruyordu. İngiliz sarayında Richard ona beklenmedik bir şefkatle davrandı; eş sevgisi değil, babacan bir koruma vardı. Isabel ise köksüzlükle mücadele ediyordu; dil, gelenekler, ritüeller yabancıydı.

Sarayda kendi yaşındaki soylu kızlarla çevriliydi. En yakın arkadaşı Margaret Holland’dı. Isabel, sarayın gülümsemelerinin altında görünmez hançerler saklandığını öğreniyordu. Öğretmenleri krallığın en iyileriydi. Yavaş yavaş yabancı olmaktan çıktı, İngilizce konuşmaya, kraliçe gibi davranmaya başladı.

Barışın Kırılgan Sembolü

Richard, sanat ve törenleri seven, savaştan uzak bir kraldı. Isabel ile evliliği İngiltere’ye büyük bir çeyiz ve uzun bir ateşkes getirdi. Ancak soylular arasında şüpheler vardı. Isabel, aynada görünmez iplerle hareket ettirilen bir kukla olduğunu fark etti. Bahçelerde koşmak isteyen çocuk ile kaderinin altın bir kafes olduğunu sezinleyen genç kız arasında bölünüyor, Paris’i ve annesini hatırlıyordu.

1397 ve 1398 yılları sakin geçti. Ancak bu yüzeyin altında gerilim birikiyordu. Isabel, Richard’ın gölgeli ifadesinde, azalan hediyelerde bir şeylerin değiştiğini seziyordu. Manastırın duvarları sağlam görünüyordu ama isyanın kükremesi karşısında bir seraptan başka bir şey olmadıkları kısa sürede ortaya çıkacaktı.

Fırtına ve Düşüş

1399’da Richard’ın kuzeni Henry Bolingbroke sürgünden döndü. Yeni bir monarka yönelen İngiltere’de, Richard rolünü tekrarlayan bir aktör gibi görünüyordu. Isabel, kocası ve koruyucusunun korkunun çatlaklarını göstermeye başladığını gördü. Bir yaz akşamı iki yaşlı hanımefendinin fısıltılarını duydu: “Peki ya çocuk kraliçe ona ne olacak?” O zaman Isabel kaderinin bir adamın kaderine bağlı olduğunu anladı.

Richard ele geçirildi, Londra Kulesi’ne götürüldü. Isabel ise Westminster’da koridorları sessizlik kapladı. “Kral nerede?” diye soruyordu. Kimse yanıtlamaya cesaret edemiyordu. Sonunda haber geldi: Richard tahttan feragat etti. Henry IV kendisini kral ilan etti. Isabel ise kralsız kraliçe, tahttan indirilmiş bir hükümdarın eşi, siyasi bir hayalete dönüşmüştü.

Bir gece onu kuleye götürdüler. Orada, nemli kalede hayatını belirleyecek kelimeyi ilk kez duydu: Kanı onu değerli kılıyordu. Bir Fransa kralının kızıydı. Varlığı bozulmuş ittifakların rahatsız edici bir hatırlatıcısıydı. Haftalarca Richard’ı sordu. Onu bir daha asla görmedi. Yıllar sonra onun açlıktan öldüğünü öğrenecekti.

Sessiz Direniş ve Dönüş

Henry onu oğlu ile evlendirmek istedi. Isabel henüz 10 yaşındayken herkesi şaşırtan bir kararlılıkla reddetti: “Kocamı yok eden adamın oğlunu kocam olarak almayacağım.” Bu çocukça ama ciddi red, tarihin neredeyse unuttuğu bir direniş eylemi oldu.

Fransız elçiler araya girdi. 1401’de Isabel Fransa’ya geri döndü. Artık çocuk değildi. Gözlerinde ihaneti, hapsi ve ölümü zamanından önce tanımış birinin gölgesi vardı. Paris’te resmi törenlerle karşılandı ama Isabel gülümsemedi. Sanki ruhunun bir kısmı Londra Kulesi’nin taşlarında sıkışıp kalmış gibiydi.

Yeni Bir Hayat, Eski Yaralar

13 yaşında, yeni bir evlilikle Orleanslı Charles ile evlendirildi. Ancak bu birlik sembolikti, evlilik yükümlülükleri ertelendi. Isabel melankolik ve çekingen bir karakter sürdürüyordu. Sağlığı bozulmaya başladı. Eylül 1409’da henüz 19 yaşında hayatını kaybetti. Çocuksuz öldü. Sa Lomer bazilikasındaki cenaze töreni görkemliydi ama yetişkin bir kraliçeye eşlik edecek ihtişamdan yoksundu.

Kronikler onu İngiltere’nin çocuk kraliçesi, çok erken dul kalmış, kırılgan bir eş ve bozulmuş bir anlaşmanın gölgesi olarak hatırladılar. Isabel kısa ömrüyle nadiren kalıcı olan ittifaklar uğruna feda edilen piyonlar olarak kullanılan birçok Orta Çağ prensesinin acımasız kaderini somutlaştırmıştı.

Bir Sembolün Sessizliği

Isabel’in paradoksu, görünen pasifliğine rağmen sessiz bir direniş göstermesiydi. Henry’nin oğluyla evlenmeyi reddetti. Küçük bir jest gibi görünse de, dönemin bağlamında anıtsal bir meydan okumaydı. Kırılganlığıyla bize insan hırsının sınırlarını gösterdi. Orta Çağ siyasetinin acımasızlığında sadece kralları değil, çocuklukları da yok ettiğini hatırlatıyor bize.

Bugün Isabel de Valois’i düşündüğümüzde onu sadece İngiltere’nin çocuk kraliçesi olarak değil, siyasetin nesnelerine indirgenmiş tüm kadınların bir sembolü olarak görmeliyiz. Varlığı bizi şunu sormaya zorluyor: Başka kaç tane Isabel vardı? Kaç tanesi arşivlerin sessizliğinde kaldı? Kaç hikaye hiç anlatılmadı?

Isabel krallıklar fethetmedi, ordular yönetmedi ama kırılganlığıyla bize insan hırsının sınırlarını gösterdi. Ve bu anı da onun figürü bir deniz fenerine, tüm sonraki nesiller için bir uyarıya dönüşüyor. Kısa hayatının yankısında tarih bizi rahatsız edici bir soruyla karşı karşıya bırakıyor:

Barışa ulaşmak için masumiyet feda ediliyorsa barışın değeri nedir?

Isabel de Valois’in hikayesi tarihin engin okyanusunda kısa, neredeyse algılanamaz bir nefes gibi kapanıyor ve yine de bu nefeste yüzyılları aşan bir gerçek yoğunlaşıyor. Gücün amansız ağırlığı karşısındaki kırılganlık, sessizlikte yankılanan bir direniş…

Ve belki de en büyük ders şudur: En unutulmuş hayatlar bile kendi gölgelerimizi tanıdığımız aynalar haline gelebilir.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News