“BANA BIR ÇOCUK VER, SERVETIMI SANA VERECEĞIM” DEDI MILYONER TEMIZLIKÇIYE

Kira Kontratından Doğan Aşk
Yasemin Altun, elinde taşıdığı ağır su kovasını neredeyse düşürecekti.
“Bana bir çocuk ver. Servetimi sana vereceğim.”
Bu sözler, İstiklal Caddesi’ndeki o ticari binanın en üst katında, Boğaz’a nazır lüks bir ofiste yankılanmıştı. Saat akşam 6’yı gösteriyordu; Ekim ayının yağmurlu bir Perşembe akşamıydı. Dışarıda İstanbul, bir sis perdesi ardında gizlenirken, içeride 32 yaşındaki temizlikçi Yasemin’in kaderi saniyeler içinde baştan yazılmak üzereydi.
Üç yıldır bu binada çalışıyordu Yasemin. Görünmez olmayı öğrenmişti; koridorlardan aceleyle geçen yöneticilerin gözlerinde bir hayaletten farksızdı. Erken gelir, işini kusursuzca bitirir ve kimseyi rahatsız etmeden kaybolurdu.
Ancak Hakan Demirtaş farklıydı. Türkiye’nin en büyük ithalat ve ihracat şirketlerinden birinin 42 yaşındaki sahibi, her karşılaştıklarında Yasemin’e nazik bir baş selamı verirdi. Omuzlarında devasa bir sorumluluk taşıyan, yorgun ama her zaman kibar bir adamdı.
O akşam Hakan, deri koltuğunda oturmuş, pencereden dışarıdaki gri denizi seyrediyordu. Yasemin, masasının arkasındaki pahalı kitaplarla dolu rafları temizlemeye başladığında, patronunun varlığını fark etmediğini sanmıştı.
“Yasemin,” dedi Hakan, arkasını dönmeden. Sesi sakin, ama tuhaf bir ağırlık taşıyordu. “Sana kişisel bir soru sorabilir miyim?”
Yasemin, ismini bildiğine şaşırarak elindeki bezi durdurdu. “Tabii ki, Bay Demirtaş.”
Hakan nihayet koltuğunu çevirdi. Kahverengi gözlerinde Yasemin’in daha önce hiç görmediği, yoğun bir bakış vardı.
“Çocukların var mı?”
Soru, Yasemin’i hazırlıksız yakaladı. Yutkundu. “Hayır, efendim. Yok.”
“Peki ister miydin?”
Yasemin’in elleri terlemeye başladı. Neden böylesine zengin bir adam ona bu soruları soruyordu? “Şey… her zaman anne olmayı hayal ettim ama koşullar hiç elverişli olmadı.”
Hakan yavaşça başını salladı.
“Yasemin, açık konuşacağım,” dedi. “Bir varise ihtiyacım var. Şirketim milyonlarca lira değerinde, ama onu bırakacak kimsem yok. Hiç evlenmedim, hiç çocuğum olmadı. 42 yaşındayım ve zamanın geçtiğini biliyorum.”
Ayağa kalktı ve sırtını dönerek pencereye yürüdü. “Evlilikten ya da aşktan bahsetmiyorum. Bir anlaşmadan bahsediyorum. Bana bir çocuk verirsen, ikinizin de bir daha asla bir şeye ihtiyaç duymayacağınızı garanti ederim. Kendi evin, çocuğun en iyi eğitimi, çalışmak istemezsen bir daha çalışmana gerek kalmayacak bir aylık gelir.”
Yasemin, ayaklarının altındaki zeminin kaydığını hissetti. Bu, Fatih Mahallesi’ndeki küçük dairesinin kirasını ödemek için durmaksızın çalışan bir temizlikçi için gerçek olamazdı.
“Bay Demirtaş, ben… anlamadım.”
“Dürüst bir kadınsın, Yasemin. Üç yıldır burada çalışırken seni izledim. İnsanlara nasıl davrandığını gördüm. Karakterin var. Çocuğumun böyle bir anneye sahip olmasını istiyorum. Karakterli bir anneye.”
Tekrar ona döndü. “Şimdi cevap vermen gerekmiyor. İyice düşün. Ama şunu bil: Kabul edersen, sadece senin hayatını değil, benim de paramın asla satın alamayacağı bir şeyi, bir aileyi değiştirmiş olursun.”
O gece uyuyamadı. Soyulan duvarlara ve neredeyse boş buzdolabına bakarak küçük dairesinde bir aşağı bir yukarı yürüdü. 32 yaşında, mimarlık okuma hayali gibi birçok hayalinden vazgeçmişti. Ama anne olma hayali… O tamamen ölmemişti.
Cumartesi günü, mahallesindeki küçük kafede, sokaktan geçen aileleri izlerken kararını verdi. Mesele sadece para değildi. Bu, ne kadar alışılmadık bir yolla olursa olsun, anne olma şansıydı.
Pazartesi sabahı kartın arkasındaki numarayı çevirdi.
“Alo, Bay Demirtaş. Ben Yasemin.”
“Yasemin, karar verdin mi?”
“Teklifinizi kabul ediyorum.”
Hattın diğer ucunda sonsuz gibi gelen bir sessizlik oldu. “Emin misin?”
“Eminim.”
“O zaman detayları konuşalım. Bugün akşam 6’da ofisime gelebilir misin?”
Üç ay geçti. Yasemin, Hakan’ın teklifini kabul ettiğinden beri hayatı tamamen değişmişti. Beşiktaş’ta deniz manzaralı geniş bir daireye taşınmış, artık temizlikçi olarak çalışması gerekmiyordu. Tıbbi testler hamile olduğunu doğruladı.
Ama o ilk konuşmadan beri aralarında bir şeyler değişmişti.
Başlangıçta anlaşmanın ticari şartları konusunda net olan Hakan, sözleşmenin ötesine geçen, gerçek bir ilgi göstermeye başlamıştı. Her gün arayıp nasıl olduğunu soruyor, doktor ziyaretlerine eşlik ediyor ve artık düzenli olarak onu ziyarete geliyordu.
Ocak ayının güneşli bir öğleden sonrasıydı. Hakan, elinde bir alışveriş poşetiyle kapıdaydı.
“Bugün nasılsın?”
“İyi. Sabah bulantılarım nihayet geçti,” dedi Yasemin, Hakan’ın karnına bakarken gözlerinin her zaman parladığını fark ederek.
Salonda oturdular ve Hakan poşetten eşyalar çıkarmaya başladı: Hamilelik hakkında kitaplar, vitaminler ve küçük sarı bir bebek tulumu.
“Bunları yapmana gerek yok,” dedi Yasemin, tulumu nazikçe okşayarak. “Anlaşmamız bunları kapsamıyordu.”
“Anlaşmayı unut,” diye sözünü kesti Hakan. Sesinde farklı bir ton vardı. “Yasemin, sana bir şey söylemem gerek.”
Yasemin, onun yüzündeki gerginliği fark ederek baktı. “Nedir?”
Hakan ayağa kalktı ve sinirliyken yaptığı gibi pencereye yürüdü. “Bu teklifi neden yaptığım konusunda tamamen dürüst olmadım.”
Yasemin’in midesinde bir soğukluk hissetti. “Ne demek istiyorsun?”
“On beş yıl önce farklı bir adamdım. Genç, fevri, sadece şirketimi kurmaya odaklanmıştım. O zamanlar Elif adında bir kadınla çıkıyordum. Çok gençtik. O, hamile olduğunu söyledi.”
Derin bir nefes alarak durdu. “O haberi aldığımda hazır değildim. Korkunç şeyler söyledim. O an çocuk istemediğimi, bunun iş planlarımı bozacağını söyledim. Ondan bebeği aldırmasını istedim.”
Yasemin elini göğsüne götürdü.
“Elif, bana ne istersem yapacağını söyledi, ama karar vermek için birkaç gün istedi. Ben o hafta önemli bir iş anlaşmasıyla o kadar meşguldüm ki onunla neredeyse hiç konuşmadım. Sonunda aradığımda, telefonu kız kardeşi açtı ve Elif’in gittiğini söyledi. Benimle iletişim kurmak istemiyormuş.”
Hakan’ın gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. “Aylar boyunca onu bulmaya çalıştım. Yıllar sonra ortak bir arkadaş aracılığıyla bebeği kaybettiğini öğrendim. Hamilelikte komplikasyonlar olmuş. Eğer yanında olsaydım… onu destekleseydim, yerine reddetmeseydim…”
Yasemin ayağa kalktı ve ona yaklaştı.
“Yasemin,” dedi Hakan. “On beş yıl boyunca bu suçluluk duygusunu taşıdım. Kendi çocuğumu reddetmenin, en çok ihtiyacı olduğu anda sevdiğim kadını terk etmenin suçluluğunu. Bir iş imparatorluğu kurdum, birkaç ömre yetecek kadar para kazandım, ama bir ailem olabileceğini unutamadım.”
Yasemin’e döndü. “Sana bu teklifi yaptığımda, sadece bir varis istediğimi düşünüyordum. Ama gerçek şu ki, geçmişteki hatayı düzeltmeye çalışıyordum. On beş yıl önce olamadığım baba olma şansını istiyordum.”
“Bunu neden şimdi söylüyorsun?” diye sordu Yasemin, gözleri yaşla dolarak.
“Çünkü bir şeyler değişti. Yasemin, son aylarda seni izlerken, kendine ve bebeğimize nasıl baktığını görürken, bunun sadece ticari bir anlaşma olmasını istemediğimi fark ettim.”
Ellerini tuttu. “Sana aşık oldum. Bunun anlaşmamızın bir parçası olmadığını biliyorum. Bana hiçbir şey borçlu olmadığını da biliyorum. Ama bunu bilmen gerekiyordu.”
Yasemin uzun bir süre sessiz kaldı. “Hakan, ben de sana karşı bir şeyler hissediyorum,” dedi sonunda. “Ama bunun geçmişteki suçluluk duygusundan mı kaynaklandığından nasıl emin olabilirim? Gerçekten beni sevdiğini, sadece kendini affetmek için bir yol olarak beni görmediğini nasıl bilebilirim?”
Soru, Hakan’a bir yumruk gibi çarptı.
“Ben bunu sana nasıl kanıtlayacağımı bilmiyorum. Belki kanıtlamam gerekmez. Belki sadece zamana bırakmalıyız.”
Mayıs, İstanbul’un karakteristik sıcağıyla ve her şeyi değiştirecek bir telefonla geldi. Yasemin yedi aylık hamileydi. Bir Pazar sabahı telefonu çaldı.
“Alo, Yasemin. Ben Hakan. Seni görmem gerek. Hemen.”
Sesinde daha önce hiç duymadığı bir aciliyet vardı. “Bir şey mi oldu?”
“Elif ortaya çıktı.”
Yasemin’in dünyası döndü. Hakan’ın geçmişindeki kadın, on beş yıl boyunca suçluluk duyduğu o kadın geri dönmüştü.
Bir saat sonra Hakan, Yasemin’in dairesindeydi. Yüzü solgundu, gözleri kıpkırmızıydı.
“Dün gece beni aradı,” dedi salonda otururken. “Bunca yıldan sonra sonunda beni buldu.”
Yasemin, karnı belirgin bir şekilde öne çıkarak karşısına oturdu. “Ne istedi?”
“Konuşmak. Tüm bu yıllar boyunca o da suçluluk hissettiğini, beni suçlamadığını söyledi. ‘Çok gençtik. Belki böyle olması daha iyiydi’ dedi.” Hakan ellerini saçlarında gezdirdi. “Tekrar denemek istiyor. Evlenmemiş, hiç çocuğu olmamış. Hala beni sevdiğini söylüyor.”
Yasemin’in kalbi durmuş gibi hissetti. “Peki ya sen? Onu hala seviyor musun?”
Hakan doğrudan gözlerine baktı. “On beş yıl boyunca öyle sandım. On beş yıl boyunca Elif’i idealize ettim. Aptallığım yüzünden kaybettiğim mükemmel kadın olarak gördüm.”
Öne eğildi. “Ama dün onu gördüğümde, üç saat boyunca konuştuğumuzda, bir şey fark ettim. Ben bir anıya aşıktım. Gerçek bir insana değil. Hayalimdeki Elif artık yok. Belki de hiç var olmadı.”
Yasemin’in gözünden bir yaş süzüldü. “Hakan, bebek yüzünden benimle olmak zorunda değilsin. Eğer onunla yeniden denemek istiyorsan…”
“Hayır!” diye sözünü kesti Hakan. Ayağa kalkıp önünde diz çökerek, “Yasemin, seninle geçirdiğim bu son aylarda gerçek aşkın ne olduğunu öğrendim. Bu, suçluluk ya da idealizasyon üzerine kurulu bir tutku değil. Her sabah kalkıp ne olursa olsun, sevdiğin kişinin yanında olmayı seçmek.”
Ellerini tuttu. “Elif ortaya çıktığında, ilk düşüncem o ya da geçmiş değildi. Seni düşündüm. Eve koşup olanları sana anlatmak istedim. Çünkü sen artık her şeyimi paylaştığım insan oldun.”
“Ama onun için suçluluk hissediyorsun.”
“Suçluluk her zaman orada olacak, Yasemin. Ama geleceği geçmişteki bir suçluluk üzerine inşa edemem. Sadece bundan sonra daha iyi olmaya çalışabilirim.”
Karnına dokundu. “Bu bebek bir ticari anlaşmadan doğmadı, Yasemin. Aşktan doğdu. Belki başta değil, ama şimdi. Şimdi o, sana duyduğum aşkın meyvesi.”
Yasemin gözlerini kapattı. Gözyaşlarının düşmesine izin verdi. “Ben de seni seviyorum, Hakan. Ama senin beni terk etmenden, yeterli olmadığımı fark etmenden korkuyorum.”
“Sen fazlasıyla yeterlisin. Sen her şeysin.”
O gece sabaha kadar konuştular. İstanbul’un üzerinde güneş doğduğunda, bir şeyden emindiler: Bir anlaşma ya da geçmişteki bir suçluluk yüzünden değil, aşk yüzünden bir aile kurmak istiyorlardı.
İki ay sonra Kerem doğdu. Annesinin gözlerine ve babasının gülüşüne sahip, sağlıklı bir erkek bebek. Hakan oğlunu ilk kez kucağına aldığında ağladı ve Yasemin, aralarında büyüyen aşka güvenmenin buna değdiğini biliyordu.
Kerem’in doğumundan altı ay sonra Hakan, Yasemin’e evlenme teklif etti. Zorunluluktan ya da sözleşmeden değil, onsuz bir hayat hayal edemediği için.
“Benimle evlenir misin?” diye sordu. Aylar önce kendini açıkladığı aynı yerde, diz çökerek.
“Evet,” dedi Yasemin. Bu kez ticari bir anlaşma değil, kalbinin seçimi olduğunu bilerek.
Düğün, Yasemin’in büyüdüğü mahalledeki küçük bir camide, sade bir törenle yapıldı. Yasemin, Kerem’i kucağında tutarken, Hakan ona daha önce hiç görmediği bir gülümsemeyle bakıyordu. Suçluluktan, korkudan arınmış, sadece sevgi ve umutla dolu bir gülümseme.
Yıllar sonra nasıl tanıştıklarını anlattıklarında Hakan her zaman Yasemin’e dünyanın en tuhaf teklifini yaptığını söylerdi. Yasemin ise, bunun hayatında aldığı en iyi karar olduğunu söylerdi. Ne zengin olduğu, ne maddi güvenlik sağladığı için; ama parayla asla satın alınamayacak bir şeyi verdiği için: Gerçek aşktan inşa edilmiş bir aile.