“Benimle Gel” Dedi Yörük Adam, Ağaca Bağlı Kadına – 3 Kız Doğurdu Diye Ölüme Terk Edilmişti!

“Benimle Gel” Dedi Yörük Adam, Ağaca Bağlı Kadına – 3 Kız Doğurdu Diye Ölüme Terk Edilmişti!

Ocak Evi – Dağlarda Doğan Aile

Rüzgar dereye bıçak gibi saplanırken, Turgay atını Toros Dağları’nın dar patikasından sürdü. 1877 yılının Ocak ayı, her zamankinden daha soğuk gelmişti. Karla kaplı çamların arasından ilerlerken, atın toynakları donmuş toprakta ritim tutuyordu. Turgay üç gündür köyünden uzaktaydı; yüklü heybelerinde geyik postları ve yuka kökleri vardı, bunları yakındaki handa takas edecekti. Nefesi buhar olup havada atın burun deliklerinden çıkan dumanla karışıyordu. Her şey durgun, toprak nefesini tutmuş gibiydi.

Sonra bir ses duydu; keskin bir ağlama sesi. Kırılgan, tekrar tekrar gelen bir ses. Sessizliği bıçak gibi yardı. Turgay atını durdurdu. Ses doğudan, çıplak kavakların arkasından geliyordu. Puma ya da çakal çığlığı değildi; insan bebeği ağlamasıydı. Yavaşça indi, dizginleri alçak bir dala bağladı, sese doğru yürüdü. Kar dizlerine kadar geliyordu ama kararlı adımlarla ilerledi.

Ormanda bir açıklıkta, yaşlı bir kavak ağacına dikenli telle bağlanmış genç bir kadın gördü. Kadının kumral saçları yüzüne düşmüş, donmuş gözyaşları yanağına yapışmıştı. Dudakları çatlamış, kuru kan lekesi vardı. Gözleri kapalı, başı yana eğilmişti. Mavi pamuk elbisesi yırtık ve ıslaktı, bazı yerleri donmuştu. Kadının ayaklarında üç küçük bohça vardı; yaslı bezlere sarılmış bebekler. Turgay yavaşça yaklaştı, dikkatli davrandı. Bohçalardan biri hafifçe kımıldadı, zayıf bir ağlama çıktı. Diğer ikisi sessizdi ama göğüsleri inip kalkıyordu, yorgun nefesler alıyorlardı.

Kadın gözlerini açtı, yeşil gözleri dağ göllerinin derin suları gibi camdı. Yine de bir şey yanıyordu içlerinde; annenin kararlılığı. “Kızlarımı götürmesinler,” diye fısıldadı kadın. Sesi yanan kağıt gibiydi, hışırtılı ve kırıktı. “Geri gelip onları almasınlar.” Turgay sessizce çömeldi, minik yüzlere dokundu. Soğuktular ama içlerinde ince bir yaşam nabzı atıyordu.

Turgay eğri bıçağını çıkardı, dikkatle kadının bileklerindeki paslı teli kesti. Her kesiği kadını biraz daha özgürleştirdi. Sonunda kadın öne yıkıldı, Turgay düşmeden tuttu. Hafifliğine şaşırdı; kemik ve havadan yapılmış gibiydi. Kadını ve üç bebeği kucağına aldı, vücut ısısını paylaştı. Atına dönerken her adım dikkatliydi, taşıdıklarını sarsmamak için. Rüzgar daha sert esmeye başlamıştı; fırtına habercisiydi.

Turgay’ın kulübesi yamaçta, uzun çamların ve gri kayaların arasında gizliydi. Kendi elleriyle inşa ettiği, çamur ve hayvan kılıyla doldurduğu sağlam bir sığınaktı. İçeride çam ağacı ve odun dumanı kokusu vardı. Şöminede ateş gözlere inmişti, kırmızı nabız gibi atıyordu. Turgay Aysel’i yatağına yatırdı, bebekleri ateşin yanına aceleyle hazırladığı beşiğe yerleştirdi, en iyi battaniyeye sardı.

Hayatta kalma sorunlarını çözmeye alışmış adamın verimliliğiyle önce alevleri canlandırdı, sonra kilerden keçi sütü aldı, közlerin üstünde ısıttı. Bebekleri sabırla besledi, yaralarını sardı. Kadın ilk kez huzurla uyudu. Bebekler uyudu; kulübe yaşamla doldu.

Aysel yavaş iyileşti, bebekler de güçlendi. Bir hafta sonra Aysel hikayesini anlattı. 17 yaşında evlenmişti, babası onu zengin Meto Ağa’ya vermişti. Üç kız doğurmuştu ama kocası oğlan beklerken kızların doğuşunu başarısızlık saymıştı. Aysel ve kızları evde yük olarak görülmüş, horlanmıştı. Sonunda bir gece, Meto Ağa onları ip ve telle ormanda ağaca bağlamış, “Allah yaşamanızı istiyorsa yol bulursunuz,” demişti. Turgay onları bulmasaydı hepsi donarak ölecekti.

Turgay’ın yardımıyla Aysel ve kızları hayata tutundu. Fakat Meto Ağa onları geri almak için paralı adamlar gönderdi. Kulübeyi savunmaya hazırlayan Turgay, Aysel’e ve kızlara aile olmayı teklif etti. “Aile,” dedi Turgay, “bu muyuz şimdi?” “Evet,” diye cevapladı.

Bir sabah, Meto Ağa ve adamları geldiler. Turgay onları geri çevirdi. Ardından handan askeri yüzbaşı ve köyün yaşlı ninesi geldi. Aysel yaşadıklarını anlattı, bileklerindeki izleri gösterdi. Nine, “Her hayat mucizedir. Gerçek sevgi ırk ya da kültür tanımaz,” dedi. Yüzbaşı, Turgay’ın Aysel’e iyi baktığını kabul etti, ama kasabada yörük kabul etmenin zor olduğunu söyledi. Nine, “Yörük bize güvendi, hayatını riske attı,” diyerek topluluğu ikna etti.

Turgay’ın iyileşmesi yavaş oldu, Aysel yanından ayrılmadı. Kızlar ilk adımlarını attı, ev yaşamla doldu. Turgay kulübeyi genişletmeyi önerdi, Aysel konuk evi fikrini sundu. “Ocak Evi” dediler yeni yuvalarına. Yaz boyunca birlikte çalıştılar, yeni odalar ve mutfak eklediler.

İlk misafirler sonbaharda geldi; gezginler, tüccarlar, kasaba çocukları… Aysel olağanüstü aşçı oldu, Turgay bilgeliğiyle köyün hakemi oldu. Kızlar büyüdü; Elif izci, Gül şifacı, Yasemin şarkıcı oldu. Ev, gitar, flüt, piyano gibi enstrümanlarla doldu, duvarlarda sürekli müzik yankılandı.

Yıllar geçti, Ocak Evi yerel efsane oldu. Gezginler yemek, barınak ve hikaye bulmak için geldiler. Kasaba çocukları okuma yazma öğrendi, Aysel’in şarkılarını dinledi. Turgay ve Aysel, birlikte kurdukları aileyle dağlarda bir fener gibi yanmaya devam etti. Hiç pişman olmadılar; seçimle kurulmuş, fedakarlık ve sevgiyle büyüyen bir aile oldular.

Ocak Evi dağlarda, seçimle kurulan bir aileyle sonsuza dek yanmaya devam etti.

SON

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News