Çirkin Olduğu İçin Yabancı Bir Adama Verildi – Ama O, Onu Hiçbir Kasabalı Adam Gibi Sevmedi…

Dağların Gölgesinde Rahime’nin Hikayesi
Küçükpınarbaşı kasabasında, Toros Dağları’nın sessiz devler gibi yükseldiği Malatya yöresinde Rahime adında genç bir kız yaşıyordu. 1890 yılıydı ve değişim rüzgarları Anadolu’nun üzerinden esiyordu. Ancak bu unutulmuş köşede zaman, çöl taşları kadar sert geleneklerde donup kalmış gibiydi.
Rahime 22 yaşındaydı ama çektiği sıkıntılar yüzüne yaşına uymayan çizgiler kazımıştı. Elleri durmaksızın çalışmaktan nasırlaşmış, ailesinin üç yıl önce sarı humma yüzünden babasını kaybetmesinden bu yana yaşanan yoksulluğun hikayesini anlatıyordu. Hatice Ana, annesi beş çocukla dul kalmıştı ve yoksulluk evlerine hiç ayrılmayan bir konuk gibi yerleşmişti.
Kasabanın güzellik ölçülerine uymayan Rahime, bronzlaşmış teni, keskin ve köşeli hatları, hafifçe kıvrık burnu ve küçük ama yoğun bakışlı gözleriyle kasabanın kızlarından ayrılıyordu. Kasaba kadınları onu pazara giden yolda yamalı elbiselerle görünce acıma ve küçümseme karışımı bakışlar atıyorlardı. “Zavallı Rahime, o yüz ve o fakirlikle asla koca bulamaz,” diyorlardı. Sözleri genç kızın yüreğine diken gibi batıyordu. Ama o yıllardır maruz kaldığı alay ve hakaretlere rağmen başını dik tutmayı öğrenmişti.
Ailenin durumu umutsuz bir noktadaydı. Hatice Ana hastaydı, biriktirdikleri az para ilaç ve doktorlara gitmişti. Rahime’nin üç küçük kardeşi, İbrahim, Döndü ve Ömer, tamamen onun ve kardeşi Şerife’nin kasabanın zengin ailelerine çamaşır yıkayıp dikiş yaparak kazandıkları paraya bağımlıydı. Aşağılanmalar sürekli ve acımasızdı. Kasabanın en zengin tüccarının karısı Fatma Hanım, Rahime’yi evinin arka kapısından sanki dilenciymiş gibi kabul ediyordu. Süleyman Ağa ise meyhanede arkadaşlarıyla Rahime’yi alay konusu yapıyordu.
Ancak kader, Pınarbaşı kasabasında kimsenin hayal edemeyeceği bir sürpriz hazırlamıştı. Sonbaharın son aylarında kasabaya dağlardan inen bir ticaret kafilesi gelmişti. Bu grubun lideri Yılmaz adında görkemli bir adamdı. 35 yaşlarında, boyu kasabadaki çoğu erkekten uzundu ve hareketleri doğayla uyum içinde yaşamış birinin doğal zarafetini taşıyordu. Yılmaz, kasabaya yaptığı ziyaretlerde Rahime’yi kuyudan su taşırken görmüştü. Genç kadının başkalarının hor gören bakışlarına rağmen gösterdiği onur Yılmaz’ın dikkatini çekmişti.
Bir gün Yılmaz, Rahime’nin ailesinin mütevazi kerpiç evine iki yaşlı adamla geldi. “Kızınız Rahime’nin elini istemek için geldim,” dedi. Teklif olağanüstüydü: 50 baş sığır, en iyi kaliteden 10 at, iki yıl yetecek mısır ve fasulye, ayrıca 50 gümüş lira. Aile için bir kurtuluştu. Ancak kasabada dedikodular yangın gibi yayıldı; kimse Rahime için bu kadar başlık teklif edilmesini akıl almaz buldu.
Hatice Ana için karar salt bir hayatta kalma meselesiydi. “Biliyorum ki senden istediğim en zor şey bu,” dedi Rahime’ye. “Ama bu teklifi kabul etmezsek kış bitmeden hepimiz açlıktan öleceğiz.” Rahime, annesinin çaresizliğini anlayarak kaderini kabul etti.
Yılmaz, nikah ile ayrılış hazırlıklarını başlattı. Rahime, bildiği her şeye veda etmek ve dağlarda kültürünü ancak yüzeysel olarak anladığı bir adamın yanında tamamen belirsiz bir geleceğe hazırlanmak için sadece bir haftası olacaktı. Ayrılık sabahı gri ve soğuk doğdu. Küçük kardeşleriyle vedalaşırken Rahime, “Anneye çok iyi bakın. Her şey sizlere olan sevgimden,” dedi.
Kervan yola çıktığında kasaba sakinleri ayrılığa tanık olmak için sokaklarda toplanmıştı. Fatma Hanım alaycı bir gülümsemeyle izliyordu. Ancak Yılmaz, Hatice Ana’ya “Kızınız benim köyümde her kadının hak ettiği onur ve saygıyla karşılanacak,” diye söz verdi. Rahime, güzel bir kızılata bindi. Kervan dağ yollarına girince manzara değişti; ekili tarlalar yerini muhteşem kaya formasyonlarına, şelalelere ve çam ormanlarına bıraktı.
Dağlı topluluğun topraklarına vardıklarında Rahime, Gülsüm Nine tarafından karşılandı. “Burada değerli bir evlat olarak karşılanacaksın,” dedi yaşlı kadın. Topluluğun kadınları Rahime’yi sıcaklıkla kabul etti. Beyza adlı genç bir kadın ilk gerçek arkadaşı oldu. Gülsüm Nine ona, “Her tane farklı ama hepsi aynı şekilde besler. İnsanlar da öyledir,” diyerek farklılıkların değerini öğretti.
Rahime’nin doğal tıp alanındaki yeteneği kısa sürede ortaya çıktı. Gülsüm Nine ona dağ bitkilerinin şifa özelliklerini öğretirken Rahime sezgisel bir anlayış gösterdi. Yılmaz, “Sende kendi içinde göremediğini gördüm,” dedi. Aralarındaki ilişki saygı ve sevgiye dönüştü.
Bir gün kasabadan dizanteri salgını haberi geldi. Rahime, ailesini ve kasabalıları kurtarmak için geri dönmeye karar verdi. Yılmaz ona eşlik etti. Kasabaya döndüğünde, artık başı eğik, utançla çökmüş bir kadın değil, dik ve onurlu bir şifacıydı. Eskiden onu küçümseyenler şimdi yardımını yalvarıyordu. Süleyman Ağa ve Fatma Hanım bile çocuklarını ona getirdi. Rahime, kimseyi ayırmadan herkese yardım etti.
Bir seyyah, Malatya şehir arşivlerinden Rahime’nin gerçek soyunu ortaya çıkardı: O, bölgenin kurucularından ve en zengin gümüş madenlerinin sahibi olan bir ailenin doğrudan torunuydu. Artık büyük bir mirasa sahipti. Ancak Rahime, bu zenginliği topluluğuna yardım için kullanmaya karar verdi. Pınarbaşı kasabasında dağlı tıp bilgisini birleştireceği kalıcı bir tedavi merkezi kurdu. Evlat edinilen halkına ve dağlı ailesine hizmet etmeye devam etti.
Rahime’nin tedavi merkezi bir hastaneden daha fazlasına dönüştü; Anadolu kadınlarının dokuma ve şifa teknikleri öğrendikleri, dağlı kadınlarının okuma yazmayı öğrendikleri bir kültürel buluşma merkezi oldu. Farklılıkların korkulmak yerine kutlandığı bir yerdi. Kardeşleri de kendi yollarında başarılı oldular. Hatice Ana, son günlerinde “Seni kaderinden uzaklaştırmıyordum, ona yönlendiriyordum,” dedi.
Rahime orta yaşa geldiğinde tüm bölgede efsanevi bir şifacı ve iki dünyayı birleştiren kadın olarak tanınıyordu. Valiler ve yetkililer ona danışmak için seyahat ediyorlardı. Ama onun için en önemli anlar çocuklarının iki kültürde eşit derecede rahat büyüdüğünü görmek, Yılmaz’ın gençlere sürdürülebilir tarım öğretmesi ve Gülsüm Nine ile oturmaktı.
Sonbahar bir öğleden sonrasında, Yılmaz ona “Hiç pişman oldun mu?” diye sordu. Rahime, “Gerçek aşkı bulmaya, hayattaki amacımı keşfetmeye, gerçek güzelliğin içsel olduğunu öğrenmeye pişman olmam,” dedi. “Tek üzüntüm gerçek evimi bulmak için 22 yıl beklememdi.”
Evliliklerinin 30. yıldönümünde her iki topluluk bir araya geldi. Rahime’nin konuşması nesiller boyunca hatırlanacaktı: “Hayatta nasıl başladığımız değil, onu nasıl sürdürmeyi seçtiğimiz önemli. Gerçek aşk gözlerle değil, ruhla görür. En büyük zenginliğimiz sahip olduklarımızda değil, başkalarına verebileceklerimizdedir. Ve bazen sonumuz gibi görünen şey gerçekte başlangıcımızdır.”
Rahime 92 yaşında gözlerini sonsuza kapattığında, dört nesille çevriliydi. Yılmaz üç gün sonra onsuz bir dünya hayal edemeyerek ayrıldı. Birlikte iki dünyanın buluştuğu bir tepede gömüldüler. Tedavi merkezi çocukları ve torunları tarafından yönetilerek çalışmaya devam etti. Topluluklar arası uyum sürdü ve yaşlılar hala Rahime’nin hikayesini anlatırdı.
Rahime’nin hikayesi, kendini değersiz, göz ardı edilmiş veya yetersiz hisseden tüm kadınlar için bir umut feneri haline geldi. Hayatı, her insanın benzersiz bir amacı ve armağanı olduğunu, gerçek aşkın bu eşsizliği tanıyıp kutladığını gösterdi. Yıllar geçti, Rahime’nin mirası daha da büyüdü. Torunları müzik ve eğitim alanında iki kültürü birleştirdi. Evi, iki topluluğun açık kapısı oldu. Ziyaretçiler önyargı olmadan karşılanıyordu.
Karanlık gecelerde kamp ateşlerinin etrafında yaşlılar hala Rahime’nin hikayesini anlatırlardı. Sadece bir kadının hikayesi değil, kalbin gücünün, içsel güzelliğin ve iki dünya arasında köprü kurma cesaretinin evrensel bir hikayesiydi.
“Unutmayın,” derlerdi genç kulaklara. “Rahime bize en önemli dersi öğretti. Dışarının bizi nasıl gördüğü kim olduğumuzu tanımlamaz. Kendimizi nasıl gördüğümüz ve başkalarına nasıl davrandığımız önemlidir. Ve gerçek güzellik, hiç solmayan tür, her zaman içten gelir.”
Hikaye, anneannelerden torunlara, her yeni nesle aktarılan bir bilgelik hazinesi olarak yaşamaya devam etti. Her anlatıldığında Rahime’nin mesajı yeni bir kalbe dokundu, yeni bir ruhu ilham verdi, yeni bir kişiye en karanlık anlarda bile kendi içindeki ışığı bulma cesareti verdi.
Çünkü sonunda Rahime’nin hikayesinin gerçek mirası, sadece onu seven bir adam bulmak ya da zengin olmak değil, kendimizin olmamız gereken versiyonu olmaya cesaret etmek, reddedilmeyi tanımlamamıza izin vermemek ve dünyayı olduğu gibi değil, olabileceği gibi görme yeteneği hakkındaydı. Ve bu miras, Rahime’nin dokunduğu hayatlarda, değiştirdiği topluluklarda ve ilham verdiği kalplerde yaşamaya devam etti.
O sadece bir kadından fazlasına dönüşmüştü; gerçek güzelliğin asla ölmediğinin, kalpten kalbe, ruhtan ruha, nesilden nesile aktarıldığının yaşayan bir sembolü olmuştu.
SON