Fakir Bir Adamla Evlendiği İçin Aşağıladılar… Ta Ki Onun Kim Olduğunu Keşfedene Kadar!

Kalpten Gelen Asalet: Esma’nın Hikayesi
Sabahın karanlığında uyanırdı her gün. 25 yıldır aynı konakta yaşıyordu Esma. Ama hiç kimse onun gerçek adını hatırlamıyordu. Bazen odacı diyorlardı, bazen hiç seslenmeye gerek duymuyorlardı. Çünkü Esma, oradaki bir masa kadar, bir sandalye kadar, bir ibrik kadar görünmezdi.
Bursa’nın Malikâne mahallesindeki büyük konak hâlâ uykudaydı o saatte. Ama Esma’nın elleri çoktan soğuk suda bulaşık yıkıyordu. Önceki gecenin tabakları parlıyordu ellerinde. Hiç kimse uyanmamıştı henüz. 25 yıldır sabahlar böyle başlıyordu. 5 yaşındayken gelmişti bu konağa. Yetim bir çocuktu, korkmuştu. Hiç kimse ona nereden geldiğini anlatmamıştı. İskender Ağa ile Gülizar Hanım onu “hayır için” almışlardı. Bunu her fırsatta hatırlatıyorlardı: “Biz seni sokaklardan aldık,” diyorlardı, “Bize minnettarsın,” diyorlardı.
Şimdi 30 yaşındaydı. Hâlâ o yetim çocuk gibi davranılıyordu. Elbiseleri eskiydi, yüzü soluktu. Saçları sıkı bir topuzla bağlıydı ama gözlerinde bir şey vardı, duruşunda bir zarafet vardı. Başını kaldırdığında bir asalet vardı. Kimse bakmıyordu çünkü kimse görmüyordu.
Kahve kokusu mutfağa yayılırken Esma, gümüş tepsiye börekleri diziyordu. Hareketleri zarif gibiydi ve eski elbisesine rağmen bir şeyler farklıydı. Ama 25 yıldır kimse fark etmemişti.
Kahvaltıyı büyük salona götürdüğünde İskender Ağa ve Gülizar Hanım masada oturuyor, konuşuyorlardı ve Esma’nın varlığını fark etmiyorlardı. O, masa gibiydi, sandalye gibiydi. “Esma, kahveyi dök ve ses çıkarma,” dedi Gülizar Hanım, gözlerini bile kaldırmadan, “Ve sıcak olsun, dünkü gibi ılık değil.”
Esma sessizce itaat etti ve 20 yıldır yaptığı gibi yaptı. İstemeden, ağaların konuşmasını dinliyordu. Çiftliğin sıkıntıları hakkında konuşuyorlardı. Hayvan fiyatları düşüktü, yağmurlar azdı ve masraflar çoktu. “Toprakları satmayı düşünüyorum,” dedi İskender Ağa kaygılı bir sesle. “Asla,” dedi Gülizar Hanım sertçe. “O topraklar nesillerdir bizim ve ölsem de satmam.”
Esma geri mutfağa giderken at nallarının sesi geldi. Avluya baktığında siyah bir araba gördü; dört at çekiyordu ve iki atlı vardı. Erken saatte bu kadar önemli bir ziyaret hiç gelmemişti. İskender Ağa hemen kalktı, yeleğini düzeltti ve bıyığını okşadı. “Gülizar, önemli misafirlerimiz var galiba. Esma, taze kahve hazırla ve her şey kusursuz olsun.”
Esma mutfağa koştu ama elleri titriyordu. Yeni ibriği tutarken porselen elinden kaydı ve taş zemine düştü. Bin parça oldu ve ses tüm konakta yankılandı, bir çığlık gibiydi.
Gülizar Hanım mutfağa fırtına gibi girdi ve gözleri öfkeyle yanıyordu. “Beceriksiz! Bu dala ne yaptın? Babaannenin ibriğini kırdın! Ve tam şimdi misafirler varken!” Kelimeler kamçı gibiydi. Esma diz çöktü ve parçaları toplamaya başladı. Gözyaşları gelmek üzereydi ama yutkundu çünkü 25 yılda ağlamayı unutmuştu. “Affedersiniz hanımefendi, kasıtsızdı,” diye fısıldadı Esma, sesi kırılarak. “Hemen temizleyeceğim.”
“Kasıtsız, kasıtsız!” diye alay etti Gülizar Hanım. “Seninle her şey kasıtsız ve bilmiyorum seni neden tutuyoruz, dertten başka bir şey değilsin!”
Tam o anda, derin ve sakin bir ses havayı kesti. Fırtınanın ortasında bir esinti gibiydi. “Affınıza sığınırım hanımefendi,” dedi ses kararlıca. “Ama sanırım genç kadına çok sert davranıyorsunuz.”
Herkes mutfak kapısına döndü. Orada uzun, zarif bir adam duruyordu. Koyu renkli kaliteli bir ceket giyiyordu. Varlığı mekânı dolduruyordu. Doğal bir otoritesi vardı ama gözleri Esma’ya öyle bir nezaketle bakıyordu ki Esma hayatında hiç görmemişti.
Gülizar Hanım sapsarı oldu. Böyle önemli bir misafirin önünde mahcup olmuştu. “Fazıl Bey,” dedi telaşla. “Bilmiyordum ki oradasınız. Bu hizmetçi…” “Bu genç kadın bir kazayı temizliyor,” diye araya girdi Fazıl, kararlı ama sert olmayan bir sesle. “Kazalar olur hanımefendi. Kasıtsız bir şey için birini küçük düşürmek olmaz.”
İskender Ağa Fazıl’ın arkasında belirdi. Yüzü utançtan kıpkırmızıydı. “Fazıl Bey, lütfen,” dedi İskender Ağa. “Eşim… şey, bilirsiniz, ev işleri…”
Fazıl öyleydi adı. Esma başını kaldırdı. Kahverengi gözlerle karşılaştı. O gözler ona hiç kimsenin göstermediği bir saygıyla bakıyordu. Hayatında ilk kez biri onu savunmuştu, biri onun değerini görmüştü. “Öz dilenecek bir şey yok İskender Ağa,” dedi Fazıl sakin bir sesle. “Ama herkes saygıyı hak eder, işi ne olursa olsun.”
Sessizlik ağırdı, fırtına öncesi hava gibiydi. Gülizar Hanım nereye bakacağını bilemiyordu. İskender Ağa yerin yarılıp yutmasını istiyordu. Esma hâlâ yerde diz çökmüştü ama artık kendini küçük hissetmiyordu. İlk kez 25 yılda biri onu insan olarak görmüştü.
Fazıl ona yaklaştı ve elini uzattı. “İzin ver, yardım edeyim,” dedi gülümseyerek ve gülümsemesi yüzünü aydınlattı. Esma utangaç elini tuttu. Ayağa kalkarken elleri birbirine değdi ve kalbinde bir şey kıpırdadı. Gözleri buluştu ve an sonsuz gibiydi. “Teşekkür ederim efendim,” diye mırıldandı Esma ve yıllardır ilk kez sesi kararlıydı.
İskender Ağa ile Gülizar Hanım manzarayı şaşkınlık ve korkuyla izliyorlardı. Biliyorlardı ki Fazıl Bey bölgenin en zengin tüccarıydı. Üç çiftliği vardı, başkentte işleri vardı. Onun görüşü, aileler için zenginlik ya da yıkım farkıydı. O, onların hizmetçisini savunmak için mutfağa girmişti.
“Fazıl Bey,” diye kekeledi İskender Ağa. “Salona geçelim mi? Gülizar taze kahve hazırlasın. İşlerden konuşalım.” Ama Fazıl hareket etmedi. Esma’ya bakmaya devam etti. Öyle yoğun bakıyordu ki Esma ruhunun içini görebileceğini hissetti.
“Adın ne?” diye sordu doğrudan ona. İskender Ağa’nın rahatsızlığını umursamadan. “Esma efendim,” diye cevapladı. Kalbi bilinmeyen bir güçle çarpıyordu.
“Esma,” diye tekrarladı. Sanki her hecenin tadına bakıyordu. “Güzel bir isim. Güzel bir kadın için.” Kelimeler mutfağa taş gibi düştü. Sakin bir göle atılan taş gibi dalgalar yarattı. Kimse Esma’ya güzel dememişti. Kimse ona gerçekten bakmamıştı.
Gülizar Hanım boğazını temizledi. Fazıl, gözlerini Esma’dan ayırmadan, “Sanırım haklısınız,” dedi. “Birbirimizi daha iyi tanımalıyız. Esma, umarım yakında konuşabiliriz.”
Bu sözlerle İskender Ağa’yı takip etti, salona gitti. Esma, mutfağın ortasında kaldı. Kalbi savaş davulu gibi çarpıyordu. Hayatında ilk kez biri onu gerçekten görmüştü ve o kişi, bu konağa gelen en önemli adamdı. Gülizar Hanım ona öldürücü bir bakış fırlattı ama Esma artık o bakış altında küçülmüyordu. İçinde bir şey uyanmıştı, 25 yıl boyunca uyuyan bir şeydi. Kırık ibriğin parçalarını toplarken Esma, o kahverengi gözleri düşünmeden edemiyordu. O gözler, ona tanımaya değer biri gibi bakmıştı. Savunmaya değer biri gibi bakmıştı. Sevmeye değer biri gibi bakmıştı. Kader, o sabah kapısını çalmıştı. Zarif bir ceket giymişti, Fazıl Bey adını taşıyordu.
Sonraki günler tuhaf bir rüya gibiydi Esma için. Her sabah uyanıyor, mutfaktaki o anın gerçek olup olmadığını merak ediyordu. Ama Gülizar Hanım’ın endişeli bakışları, İskender Ağa’nın telaşlı fısıltıları gerçekti. Fazıl Bey, Bursa’nın en saygın tüccarı, görünmez hizmetçiyi savunmak için mutfağa girmişti.
Fazıl, işleri için kasabada kalmıştı. Belediye Başkanı Davut Bey’in konağında kalıyordu ama her öğleden sonra farklı bahanelerle İskender Ağa’nın çiftliğine geliyordu. “Belgelere bakmam lazım,” diyordu. “Hayvanları görmek istiyorum,” diyordu. “Bölgenin topraklarını tanımam gerek,” diyordu. Her seferinde bir şekilde mutfağa giden yolu buluyordu.
İlk kez, Esma hamur yoğururken oldu. Elleri ritimle çalışıyordu, yıllarca yaptığı bir hareketti bu. Koridordan ayak sesleri geldiğinde Gülizar Hanım’ı bekledi ama kapıda Fazıl’ın zarif silueti belirdi. “İyi günler Esma,” dedi o derin sesle. Esma’nın göğsünde bir şeyler kıpırdandı. “İyi günler Fazıl Bey,” diye cevapladı. Ellerini önlüğüne sildi. “Bir şeye mi ihtiyacınız var?”
Fazıl gülümsedi. O gülümseme yüzünü tamamen değiştirdi, daha genç, daha ulaşılabilir yaptı. “Aslında var. Akıllı bir insanla dürüst bir sohbete ihtiyacım var. Sen tam o kişisin gibi geliyor bana.”
Esma kelimeleri bulamadı. 25 yıldır kimse onun fikrini sormamıştı. Çorbanın tuza ihtiyacı olup olmadığından daha önemli bir şey için. Şimdi bu adam onu “akıllı” diye çağırıyordu, en doğal şeymiş gibi. “Bilmiyorum, doğru kişi miyim efendim?” diye mırıldandı, gözlerini indirdi. “Oturabilir miyim?” diye sordu Fazıl, çalışma masasının yanındaki tahta sandalyeyi işaret etti. Esma başını salladı. Kalbi o kadar güçlü çarpıyordu ki Fazıl’ın duyabileceğinden korktu.
Fazıl doğal bir şekilde oturdu. Sanki her gün mutfaklarda hizmetçilerle sohbet ediyormuş gibi. “Söyle bana Esma, bu bölgedeki çiftlikler hakkında ne düşünüyorsun? Birçok ailenin sıkıntı çektiğini fark ettim.”
Soru onu şaşırttı. Esma, bölgenin ekonomik durumu hakkında çok şey biliyordu. Sadece istemeden duyduğu konuşmalardan değil, görmeye gözleri vardı, analiz etmeye aklı vardı. Yıllarca patronlarının kötüleşen kararlarını izlemişti ama kimse ona ne düşündüğünü sormamıştı. “Şey,” diye başladı çekingen bir şekilde. “Sanırım sorun sadece kuraklık ya da düşük hayvan fiyatları değil.”
Fazıl öne doğru eğildi, gerçekten ilgileniyordu. “Peki nedir Esma?” İçindeki güvenin büyüdüğünü hissetti. “Patronlar hâlâ zenginmiş gibi yaşıyorlar ama toprağı geliştirmeye, yeni çalışma yöntemlerine yatırım yapmıyorlar. Parayı, görünüşü korumak için harcıyorlar, çiftlik çökerken.”
Fazıl’ın gözleri parladı. “Çok keskin bir gözlem. Peki ne yapmaları gerektiğini düşünüyorsun?”
Sonraki bir saat boyunca Esma hiç konuşmadığı gibi konuştu. Mahsulleri çeşitlendirme fikirlerinden bahsetti. İşçilere daha iyi davranmanın öneminden, daha fazla verim almaları için büyük fark yaratabilecek küçük iyileştirmelerden. Fazıl her kelimeyi dikkatle dinledi. Değerli bulduğunu gösteren akıllı sorular sordu. Sonunda giderken Esma mutfakta öylece durdu kaldı. 25 yıllık bir uykudan uyandığı gibiydi. Hayatında ilk kez biri düşüncelerini dinlemişti, onları değerli bulmuştu.
Ertesi gün Fazıl tekrar geldi, ondan sonraki günde… Her öğleden sonra mutfağa kaçmak için bir an buluyordu, Esma ile konuşmak için. Her şeyden konuşuyorlardı: Fazıl’ın okuduğu kitaplardan, onun anlattığı yerlerden, hayallerinden, umutlarından… Esma keşfetti ki, biri dinlediğinde söyleyecek çok şeyi vardı.
İskender Ağa ile Gülizar Hanım sinirlenmeye başladı. Fazıl gibi birinin neden hizmetçileriyle vakit harcadığını anlamıyorlardı ama doğrudan bir şey söylemeye cesaret edemediler. Bunun yerine Esma’yı meşgul etmek için bahaneler bulmaya başladılar. “Esma, kasabaya git, un almaya,” emretti Gülizar Hanım tam Fazıl’ın ayak seslerini duyunca. “Esma, yukarıdaki odaları hemen temizlemen gerek,” dedi İskender Ağa Fazıl’ın arabasının yoldan geldiğini görünce.
Ama Fazıl ısrarlıydı. Mutfakta Esma’yı bulamazsa soruyordu. Meşgul olduğunu söylediklerinde bekliyordu. Ona olan ilgisi o kadar açıktı ki kör bile görebilirdi.
Bir öğleden sonra Esma arka bahçede çamaşır asıyordu. Akşam güneşi kahverengi saçlarını altın rengine boyuyordu, basit bir topuz şeklinde toplamıştı. Fazıl’ın geldiğini görmek için döndüğünde adamın nefesi kesildi.
“Esma,” dedi yavaşça yaklaşarak. “Sana bir şey sormak istiyorum. Tamamen dürüst olmanı umuyorum.” Esma asığı çarşafı bıraktı, önlüğüne ellerini kuruladı. “Buyurun Fazıl Bey.”
“Hiç farklı bir hayali kurdun mu? Hizmetçi olmaktan daha fazlası olmayı?”
Soru ona şimşek gibi çarptı. Esma hayaller kurmuştu tabii. Kendi ailesi olmasını hayal etmişti. Sevilmeyi hayal etmişti. Yararlı bir el çiftinden daha fazlası olarak görülmeyi. Ama o hayalleri o kadar derine gömmüştü ki bazen var olduklarını unutuyordu. “Hayaller sizin gibi insanlar için efendim,” diye cevapladı üzüntüyle. “Seçenekleri olan insanlar için.”
Fazıl daha da yaklaştı. O kadar yakın ki Esma kolonya kokusunu alabiliyor, gülümsediğinde gözlerinin etrafındaki küçük kırışıklıkları görebiliyordu. “Ya sana düşündüğünden daha fazla seçeneğin olduğunu söylesem?” Esma’nın kalbi şiddetle atmaya başladı. Sesinde bir şey vardı, ona bakış şeklinde. İmkânsız şeyler düşündürüyordu ona. “Anlamıyorum efendim.”
Fazıl ellerini onun elleri arasına aldı. Esma, vücudundan bir elektrik akımı geçtiğini hissetti. Hiçbir erkek ona bu kadar şefkatle dokunmamıştı. “Esma,” dedi, kısılmış bir sesle. “Bu iki haftada seni hayatımda saygı duyduğum herkesten daha fazla hayran oldum. Zekânı, iyiliğini, iç gücünü… Tanıdığım en olağanüstü kadınsın.”
Esma dünyanın ayaklarının altında sallandığını hissetti. “Fazıl Bey, böyle şeyler söylememeli. Ben sadece…”
“Aşık olduğum kadınsın,” diye kesti sözünü kararlıca. “Bilmeni istiyorum ki niyetlerim seninle tamamen ciddi ve onurlu.” Gözyaşları Esma’nın yanaklarından aşağı akmaya başladı. Yıllarca görünmez olduğuna, hiçbir değeri olmadığına, tek kaderi ölene kadar başkalarına hizmet etmek olduğuna inanmıştı. Şimdi bu harika adam ona aşık olduğunu söylüyordu.
“Ama Fazıl Bey,” diye fısıldadı gözyaşları arasında. “Siz bir beysiniz. Toplumun bir adamısınız. Ben kimseyim. Ailem yok, param yok, eğitimim yok.”
“Bunların hepsinden çok daha değerli bir şeyin var,” dedi. Başparmaklarıyla gözyaşlarını sildi. “Saf bir kalbin var. Parlak bir zihnin var. Ve sevgin var, eğer istersen.”
O anda Gülizar Hanım bahçeye fırtına gibi girdi. Gözleri öfkeden kıvılcım saçıyordu. Fazıl’ın hizmetçisinin ellerini tuttuğunu görünce, “Fazıl Bey, bu ne demek?” diye bağırdı. Sesi o kadar tizdi ki yakındaki ağaçlardan kuşlar uçtu.
Fazıl Esma’nın ellerini bırakmadı. Bunun yerine Gülizar Hanım’a döndü, kadının histerisiyle keskin bir tezat oluşturan bir sakinlikle. “Demek oluyor ki hanımefendi,” dedi. “Esma’ya aşkımı ilan ediyorum. Hak ettiği gibi kur yapmam için rızasını istiyorum.”
Gülizar Hanım şimşek çarpmış gibi şaşırmıştı. Ağzı birkaç kez açılıp kapandı, ses çıkarmadan, sudaki bir balık gibi. “Ama… ama o bir hizmetçi!” diye kekelemeyi başardı sonunda.
“O bir hanımefendidir,” diye düzeltti Fazıl kararlıca. “Böyle tanınma şansı olmamış bir hanımefendi. Ama ben onu gördüm.”
İskender Ağa koşarak geldi. Karısının çığlıklarıyla uyarılmıştı. Sahneyi görünce yüzü pancar rengi oldu. “Fazıl Bey, dostum,” diye kekeledi. “Bu şaka olmalı. Sen ciddi olamazsın, ona… onun hakkında…”
“Tamamen ciddiyim,” diye cevapladı Fazıl. İlk kez sesi sert bir ton aldı. “Sizden ikinizin de Esma’ya, kur yaptığım herhangi bir kadına göstereceğiniz saygıyı göstermenizi bekliyorum.”
Gelen sessizlik o kadar yoğundu ki bıçakla kesilebilirdi. İskender Ağa ile Gülizar Hanım birbirlerine baktılar. Tamamen kaybolmuşlardı: Hizmetçileri, 25 yıldır evlerinde yaşayan görünmez kadın, bölgenin en güçlü adamı tarafından kur ediliyordu.
Esma ise rüya görüyormuş gibi hissediyordu. Fazıl’ın sözleri kulaklarında cennet müziği gibi yankılanıyordu. Biri onu seviyordu. Biri onu bir hanımefendi olarak görüyordu. Biri saygıyı hak ettiğine inanıyordu.
“Esma,” dedi Fazıl, İskender Ağa ile Gülizar Hanım’ı tamamen görmezden geldi. “Bana resmi olarak seni ziyaret etme şerefini verir misin? Sana ne kadar değerli olduğunu gösterme şansını?”
Mutluluk gözyaşları yanaklarından akarken Esma başını salladı. “Evet Fazıl Bey, şeref benim olur.”
Fazıl ellerini kaldırdı, nazikçe öptü. O kadar zarif, o kadar saygılı bir jestti ki İskender Ağa ile Gülizar Hanım bile kelime bulamadılar.
“O zaman efendiler,” dedi, ev sahiplerine dönerek, “Umarım Esma’yı düzenli olarak ziyaret etmemde sakınca yoktur. Bir bey bir hanımefendiyi kur yaptığında doğal olan şey bu.” Cevap beklemeden saygılı bir şekilde eğildi, uzaklaştı. Bahçede tamamen değişmiş üç kişi bıraktı. Esma hâlâ Fazıl’ın dudaklarının ellerindeki sıcaklığını hissediyordu. Hayatında ilk kez güzel hissetti. Hayatında ilk kez değerli hissetti. Hayatında ilk kez sevilen hissetti. İskender Ağa ile Gülizar Hanım ona daha önce hiç görmemişler gibi baktılar. Belki de hiçbir zaman gerçekten görmemişlerdi.
O gece yatmadan önce saçını tararken Esma aynaya baktı. Farklı bir şey gördü. Artık görünmez hizmetçiyi görmüyordu. Yıllarca olduğu değersiz kadını değil, Fazıl’ın gördüğü kadını görüyordu: Akıllı, güzel, sevgiye layık. 25 yıldır kimsenin görmediği kalp sonunda keşfedilmişti. Bin davul gücüyle atıyordu. Umutla dolu, sevgiyle dolu, her şeyi değiştirecek bir sevgiyle.
Düğün hazırlıkları hemen başladı. Mütevazı olacaktı, Esma’nın gösterişli bir gelinlik için parası yoktu. Ama kasaba kadınları hikayesinden etkilenmişti. Ona yardım etmek için organize oldular. Saliha Nine özellikle şaşırtıcıydı. Kasabanın sonunda yaşayan yaşlı kadın. Nadiren evinden çıkardı ama bir öğleden sonra çiftliğin kapısında belirdi. Sesi titriyordu ama kararlıydı: “Fazıl Bey’le evlenecek kızı görmek istiyorum.”
Esma karşılamaya çıktığında olağanüstü bir şey oldu. Saliha Nine ona bir süre dik dik baktı. Gözleri gözyaşlarıyla doldu. “Allah’ım,” diye fısıldadı. Ellerini göğsüne götürdü. “Olamaz. Bunca yıldan sonra.”
“İyi misiniz Nine?” diye sordu Esma endişeyle.
Saliha Nine yavaşça yaklaştı. Titreyen elleriyle Esma’nın yüzüne dokundu. “Kızım, sen gerçekte kim olduğunu bilmiyor musun?” Soru bomba gibi düştü. Esma kaşlarını çattı. “Ne demek istiyorsunuz Nine?”
“O gözlerin, o gülüş şekli… Sol kulağının yanındaki küçük ben. Tıpatıp annensin.”
“Annem ben çok küçükken öldü,” diye cevapladı Esma üzüntüyle. “İskender Ağa ile Gülizar Hanım bana söylediler.”
“İskender Ağa ile Gülizar Hanım sana yalan söyledi!” diye bağırdı Saliha Nine şaşırtıcı bir güçle. “Annen ölmedi kızım. Annen Selma Hanım’dı, benim hanımımdı. Sen onun kızısın.”
Esma’nın dünyası sallandı. Pencereden her şeyi duyan İskender Ağa ile Gülizar Hanım avluya koşarak çıktılar. Yüzleri korkuyla solmuştu. “Saliha Nine, karıştırıyorsunuz galiba,” diye kekeledi İskender Ağa. “Bu kız yetimdir. Biz onu hayır için aldık.”
“Yalancılar!” diye gürledi yaşlı kadın. “Ben Selma Hanım’ın konağında hizmetçi başıydım. Bu çocuk 25 yıl önce kaybolduğunda her şeyi hatırlıyorum. Hepimiz kaçırıldığını düşündük ama siz, siz onu burada saklıyordunuz!” Saliha Nine, gözyaşları kırışık yanaklarından akarken Esma’ya döndü. “Kızım, sen bu bölgenin en büyük servetinin varisisin. Şu anda hizmetçi olarak çalıştığın çiftlik dahil, üç çiftliğin gerçek sahibisin.”
Esma sanki zemin ayaklarının altında açılıyormuş gibi hissetti. “Hayır, doğru olamaz.”
“Annen Selma Hanım, hayatımda tanıdığım en iyi kadındı. Sen kaybolduğunda deliye döndü. İki yıl sonra kırık bir kalple öldü. Ama ölmeden önce bana yemin ettirdi. Seni bir gün bulursam gerçeği söyleyeceğime.” Saliha Nine çantasından küçük bir altın madalyon çıkardı. “Bu senindi kızım. Annen seni bulursam vermem için bana verdi.”
Esma titreyen ellerle madalyonu aldı. Açtığında içinde küçük bir fotoğraf buldu. Aynaya bakmak gibiydi. Aynı gülüş, aynı gözler. Sol kulağının yanında aynı ben.
“Selma Hanım’ın ailesi bu çiftliğin sahipleriydi, İskender Ağa ile Gülizar Hanım’dan önce. Sen kaybolduğunda ve annen öldüğünde bilinen varis yoktu. İskender Ağa ile Gülizar Hanım toprakları gerçek değerinin çok altına satın aldılar. Ama sen yaşıyorsan, sen benim düşündüğüm kişiysen, o zaman hepsi sana aittir, hak olarak.”
İskender Ağa ile Gülizar Hanım hayaletler kadar soluktu. 25 yıllık korkunç sırları keşfedilmişti. “Saliha Nine,” diye yalvardı Gülizar Hanım, “Kimsenin bunu bilmesine gerek yok. Kız bizimle iyi yaşadı.”
“İyi mi?” Yaşlı kadın ona öldürücü bir bakış attı. “Onu köle gibi muamele ettiniz! Kimliğini çaldınız, mirasını çaldınız, tüm hayatını çaldınız!”
Fazıl günlük ziyareti için geldiğinde son kelimeleri duydu. Hızla Esma’ya yaklaştı. Titreyen nişanlısını kollarıyla sardı. “Burada neler oluyor?” diye sordu. Saliha Nine her şeyi hızlıca anlattı. Bitirdiğinde Fazıl, İskender Ağa ile Gülizar Hanım’a daha önce hiç göstermediği bir inanmazlık ve öfke karışımıyla bakıyordu.
“Bu doğru mu?” diye sordu. Tehlikeli derecede sakin bir sesle.
İskender Ağa inkâr etmeye çalıştı ama Gülizar Hanım çöktü. “Ona zarar vermek istemedik,” diye ağladı. “Sadece kayıp bir çocuktu. Kimsenin özleyeceğini düşünmedik.”
“Tüm hayatını çalmayı planladınız!” diye gürledi Fazıl. Esma bu arada Esma’ya bakıyordu. Hâlâ annesinin fotoğrafını tutuyordu. Hayatında ilk kez nereden geldiğini biliyordu. Gerçekte kim olduğunu biliyordu. Artık geçmişi olmayan yetim değildi. Bursa valilerinin gerçek torunuydu, bölgenin en güçlü ailelerinden birinin son varisiydi. Artık görünmez kadın, kendisine ait olan her şeyi talep etmek üzereydi.
Bir ay sonra Esma değişmişti. Artık mor kadife bir entari giyiyordu. Madalyon göğsünde gururla parlıyordu. Fazıl ile birlikte Bursa’ya geri dönmüştü. İskender Ağa onu görünce şok oldu. “Ben artık sattığın o kız değilim,” dedi Esma. “Ben artık yok saydığın o hizmetçi değilim.”
Fazıl belgeleri çıkardı. İskender Ağa’nın yüzü kül rengi oldu. “Esma Selma Hanımoğlu, Bursa valilerinin doğrudan torunu,” diye ilan etti Fazıl. “Siz bir valinin torununu 25 yıl hizmetçi olarak tutmuşsunuz. Kendi çiftliğinde.” İskender Ağa dizlerinin üzerine düştü. Yaptığının korkunçluğunu anlamıştı.
Ertesi gün Fazıl, başkentin en saygın avukatıyla geldi. Sefer Hoca, Esma’nın kimliğini kanıtlamak için gereken tüm belgeleri getirmişti: Doğum kâğıtları, vasiyetnameler, mülkiyet kayıtları, her şey Saliha Nine’nin açıkladığını doğruluyordu.
Esma, eski patronlarıyla, İskender Ağa ile Gülizar Hanım’la binlerce kez temizlediği salonda karşılaştığında artık aynı çekingen kadın değildi. Duruşunda farklı bir şey vardı. Çenesini kaldırış şeklinde, gözlerindeki parıltıda. Hayatında ilk kez tam olarak kim olduğunu biliyordu.
“İskender Ağa, Gülizar Hanım,” dedi, sesinde nefret değil ama kararlılık vardı. “25 yıl boyunca kimliğimi çaldınız, mirasımı çaldınız, haysiyetimi çaldınız. Beni değersiz bir yetim olduğuma inandırdınız. Aslında bu evin sahibesiydim.”
İskender Ağa bir yaprak gibi titriyordu. “Esma, lütfen. Biz seni büyüttük. Sana çatı verdik, yemek verdik.”
“Benim kendi masamdan artıkları verdiniz,” diye cevapladı. Sakin bir şekilde herkesi şaşırtan, “Beni kendi evimde köle gibi çalıştırdınız. Ama intikam için gelmedim.”
Gülizar Hanım çaresizce ağlıyordu. “Bize ne yapacaksın? Bizi sokağa mı atacaksın?”
Esma pencereden şimdi kendisine ait olduğunu bildiği tarlalara baktı. “Size, sizin bana asla yapmadığınız bir şeyi yapacağım. Sizi insanca muamele edeceğim. Nehrin yanındaki küçük evde kalabilirsiniz. Yiyeceğiniz ve çatınız olacak. Ama artık hiçbir şeyin sahibi değilsiniz.”
Avukat resmi belgeleri uzattı. “Hanımefendi, imzanızla sizden çalınan tüm mülkleri resmen geri alıyorsunuz: Malikâne Çiftliği, Yeşilköy Çiftliği, Gülbahçe Çiftliği, ayrıca banka hesapları ve yatırımlar.” Esma, 25 yılda ilk kez gerçek adını imzaladığında yeniden doğuyormuş gibi hissetti. Artık Esma hizmetçi değildi. Esma Selma Hanımoğlu’ydu, kendi kaderinin sahibesiydi.
Dönüşüm sadece yasal değil, fiziksel de oldu. Fazıl onu başkente götürmeyi ısrar etti. Konumuna yakışır kıyafetler almak için. Zarif, lacivert bir entari ve incelikle taranmış saçlarla Bursa’ya döndüğünde kimse onu tanıyamadı. Yıllarca görünmez olan kadını.
Ama Esma’nın gerçek dönüşümü kararlarında görüldü. İlk emri, üç çiftliğin tüm işçilerini toplamaktı. “Bugünden itibaren,” diye duyurdu. Bir hizmetçi olarak çamaşır astığı aynı avluda durarak. “Maaşlarınız iki katına çıkacak. Çocuklarınız kuracağımız okulda ücretsiz eğitime sahip olacak. Gelecek ay açacağımız dispanserde sağlık hizmetine erişiminiz olacak.”
İşçiler inanamıyordu. Birçoğu onu mutfakta çalışan sessiz kız olarak hatırlıyordu. Şimdi, daha önce bildikleri tüm patronlardan farklı bir patronu görüyorlardı. “Bunu bizim için neden yapıyorsunuz hanımefendi?” diye sordu en yaşlı ustabaşı Davut.
Esma üzüntüyle gülümsedi. “Çünkü görünmez olmanın ne demek olduğunu biliyorum. Kimsenin emeğine değer vermemesinin ne demek olduğunu, kimsenin haysiyetinize saygı göstermemesinin… Bu topraklarda hiç kimse 25 yıl hissettiğim gibi hissetmeyecek.”
Sonraki haftalarda Esma, devrimci değişiklikler uyguladı. İşçilerin ürünlerini doğrudan pazarda satabilmeleri için bir kooperatif kurdu. Zorluk çeken aileler için acil durum fonu oluşturdu. Başkentten öğretmenler getirtti, çocuklara ve yetişkinlere okuma yazma öğretmek için.
Fazıl onu çalışırken hayranlıkla izledi. “İnanılmazsın,” dedi bir öğleden sonra yeni okulun planlarını incelerken. “Tembelce zengin yaşayabilirsin ama eskisinden daha çok çalışmayı seçiyorsun.”
“Amaçsız zenginlik boştur,” diye cevapladı. “Bu toprakların kimsenin umutsuz yaşamak zorunda olmadığı bir yer olmasını istiyorum.”
Değişiklikler bölgede fark edilmedi. Diğer çiftlik sahipleri Esma’nın devrimci fikirleri hakkında mırıldanmaya başladılar ama o sindirilemedi. Sessizlikte çok fazla yıl yaşamıştı, şimdi sessiz kalmak için.
Bir öğleden sonra şimdi annesinin olduğunu bildiği tarlaları yürürken Esma, Selma Hanım’ın unutulmuş mezarını buldu. Küçük taş mezarın yanına diz çöktü. Hiç tanımadığı annesiyle ilk kez konuştu. “Anne,” diye fısıldadı gözyaşlarıyla. “Bizim olan her şeyi geri aldım ama daha da önemlisi, haysiyetimi geri aldım. Bu toprakları senin isteyeceğin gibi, adaletin olduğu bir yer yapacağım.” Hafif rüzgâr bir cevap getiriyor gibiydi. Sanki Selma Hanım’ın ruhu sonunda huzur buluyordu, kızının dünyada yerini bulduğunu biliyordu.
Esma o gece eve döndüğünde artık 25 yıl önce hizmetçi olarak girdiği kadın değildi. Sadece toprakların değil, kendi kaderinin de sahibesiydi. Dönüşüm tamamdı. Görünmez kadın artık herkes tarafından görülüyordu. Saygı görüyordu, seviliyordu.
Düğün günü altın bir şafakla geldi. Esma nikâhını camide kıydı. Yıllarca sessizce dua ettiği, daha iyi bir gelecek için yalvardığı aynı cami… Şimdi o gelecek başlamak üzereydi. Gösterişli bir gelinlik istemedi. Bunun yerine sade ama zarif bir elbise seçti, beyaz, kalbi gibi. Şimdi kendisine ait olduğunu bildiği tarlalardan toplanan yabani çiçekler.
Tüm kasaba davetliydi. Özellikle çiftliklerin işçileri. Artık onları uzak bir patronu olarak değil, mücadelelerini paylaşan bir kardeş olarak görüyorlardı. Fazıl onu gördüğünde nefesi kesildi. Beyaz entarisi altın güneşte parlıyordu. Saçlarına takılmış yabani çiçekler rüzgârda hafifçe sallanıyordu. Bu kadın 25 yıl görünmez yaşamıştı. Şimdi herkesin gözü ondaydı.
Sefer Hoca minberde duruyordu. Yanında iki şahit vardı. Davut Ağa, Esma’nın velisi olarak oturuyordu. Nikâh töreni başladı.
“Fazıl Bey,” dedi Sefer Hoca. “Esma hanımefendiyi, yüce Allah’ın emri, Peygamber Efendimizin kavli üzerine nikâhına almayı kabul ediyor musun?” Üç kere sordu. Fazıl, “Kabul ediyorum,” dedi her seferinde. Sesi kararlıydı. Sonra Esma’ya döndü. Aynı soruyu ona sordu, üç kere. Esma’nın sesi açık ve güçlüydü. “Kabul ediyorum,” dedi her seferinde.
“Allah mübarek eylesin,” dedi Sefer Hoca. “Hayırlı olsun.”
Yüzükler el değiştirdi. Salondaki herkesin mutluluk gözyaşları arasında… İskender Ağa ile Gülizar Hanım bile caminin arkasında oturuyorlardı, ağlıyorlardı. Yıllarca gölge gibi muamele ettikleri kadın, en parlak gelin olmuştu.
Sonraki aylar refah ve sevinçle geçti. Malikâne Çiftliği, sosyal adalet modeline dönüştü. Esma’nın inşa ettirdiği okul bölgenin her yerinden çocukları kabul ediyordu. Tıbbi dispanser, daha önce sağlık hizmetine erişimi olmayan ailelere bakıyordu. İşçiler artık kulübelerde değil, çalışan su ve elektriği olan saygın evlerde yaşıyorlardı.
Ama gerçek mucize, beklenmedik ziyaretçiler geldiğinde gerçekleşti. Bir öğleden sonra Saliha Nine, yaşlı, nazik gözlü bir adamla birlikte geldi. “Esma,” dedi Nine heyecanla. “Amcan Davut Ağa’yı tanıtmak istiyorum. Annenin erkek kardeşi. 25 yıldır seni arıyor.”
Buluşma duygusaldı. Davut Ağa ona Selma Hanım hakkında hikâyeler anlattı. Hiç tanımadığı ailenin fotoğraflarını gösterdi. Annesinin onun için sakladığı mücevherleri verdi. Hayatında ilk kez Esma’nın onu seven bir kan ailesi vardı.
“Annen ölmeden önce senin için bir mektup yazdı,” dedi Davut Ağa gözyaşlarıyla. “Bir gün sana verebileceğimizi umuyordu.” Mektup yıllar geçmiş, sararmıştı. Esma’nın okuduğu en güzel kelimeleri içeriyordu: “Benim küçük yıldızım. Nerede olursan ol, sevilen biri olduğunu bilmeni istiyorum. Güçlü birisin, akıllısın. Dünyayı değiştirebilirsin. Kimse sana aksini söylemesin. Sonsuz sevgimle annen Selma.”
Fazıl ile Esma’nın evlenmesinden bir yıl sonra ilk kızları doğdu. Ona Ümit adını verdiler. Saliha Nine onuruna, gerçeği açığa çıkaran kadın. Bebek, bir zamanlar Esma’nın hizmetçi olduğu aynı odada doğdu ama şimdi sevgi ve umutla dolu güzel bir çocuk odasına dönüşmüştü.
40 günü kutlaması sırasında başkentten bir gazeteci geldi. Esma’nın olağanüstü hikayesini yazmak için. “Hanımefendi,” diye sordu. “İnsanların hikâyenizi nasıl hatırlamasını istersiniz?”
Esma etrafına baktı. Bebeğini tutan Fazıl’a, aile gibi kutlama yapan işçilere, öğrenen çocuklarla dolu okula, hayat kurtaran dispansere… Sonra o gülümsemeyle gülümsedi. Fazıl’ın kalbini fethetmiş olan, dedi ki: “Gerçek asaletin para ya da soyadından gelmediğini hatırlamalarını istiyorum. Kalpten gelir. Görünmez bir insan tüm dünyayı değiştirebilir. Biri onu sevgiyle gördüğünde en güzel adalet intikamdan değil, merhametten doğar.”
O gece yatak odasının penceresinden yıldızlara bakarken Esma, inanılmaz yolculuğunu düşündü. Görünmez hizmetçiden sevilen kadına, isimsiz yetimden güçlü varise, kırık kalpten tam ruha… 25 yıldır kimsenin görmediği kadın, şimdi Bursa’nın gökyüzündeki en parlak yıldız gibi parlıyordu. Onun gibi görünmez olanlar için yolu aydınlatıyordu ama asla umudu kaybetmemiş olanlar için.