FETÖ’cü Yunanistan’da Saklanıyordu — Mit Gizli Operasyonla Türkiye’ye Getirdi

MİT’in 72 Saatlik Sessiz Operasyonu: Atina’dan Ankara’ya Mehmet Arslan Dosyası
Atina’nın sessiz, dışarıdan bakılınca sıradan görünen bir semtinde, küçük bir apartman yükseliyordu. Oysa bu binanın üçüncü katında, Türkiye’nin en çok aranan isimlerinden biri, 15 Temmuz hain darbe girişiminin kilit figürlerinden Emekli Tuğgeneral Mehmet Arslan saklanıyordu. O gece, köprü ablukasını yönetmiş, emrindeki 24 askerin açtığı ateş sonucu 7 sivil yaşamını yitirmişti. Girişim başarısız olunca Mehmet, önce İstanbul’dan Edirne’ye geçmiş, ardından gizlice sınırı aşarak Yunanistan’a sığınmıştı.
Tam dokuz yıl boyunca Atina’da yaşadı. Saçını siyaha boyadı, kalın çerçeveli gözlükler taktı ve sahte bir kimlikle dolaştı. Artık herkes onu Dimitrios Papadopulos olarak tanıyordu. Yunan makamları, Türkiye’nin tüm iade taleplerini “kanıt yetersizliği” gerekçesiyle reddetmiş, Mehmet bu yüzden güvende olduğunu düşünüyordu. Ancak Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) onu hiçbir zaman unutmadı. Dokuz yıl boyunca iz sürdü; nerede yaşadığını, kimlerle görüştüğünü, hangi saatlerde dışarı çıktığını tek tek kaydetti.
Dosya kalınlaşmış, diplomasi kanalları kapanmıştı. Geriye tek bir yol kalmıştı: Gizli bir görev. Yetmiş iki saatlik kusursuz bir plan hazırlandı. MİT, Atina’ya girecek, Mehmet’i bulacak, sessizce alacak ve Türkiye’ye getirecekti. Ne Yunan yetkilileri durumu fark edecek, ne de dünya basını bir şey öğrenecekti. Fakat hiçbir plan kusursuz değildir; o gece yaşanacaklar, yıllarca gizli kalacak bir dosyanın da başlangıcı olacaktı.
Planlama ve Kilit Zayıflık
Ankara’daki MİT merkezinde, görevin sorumluluğu Yunanistan coğrafyasına hakim, 18 yıllık deneyime sahip 40 yaşındaki görevli Selim’e verildi. Masada sadece dört kişi vardı: birim amiri, Selim ve iki üst düzey görevli. Konu son derece hassastı; operasyonun her adımı iz bırakmayacak şekilde tasarlanmak zorundaydı.
Selim, hedefin konumunu anlattı: Eksarhia semtinde, küçük bir apartmanın üçüncü katı. Mehmet, kılık değiştirmede ustalaşmış, çevresine karşı her zaman tetikteydi. Ancak bir zayıf noktası vardı: Haftada üç kez aynı Taverna Ateena lokantasına gidiyor, akşam yemeğini hep orada yiyordu. İşte alınma noktası burası olacaktı.
Plan basitti ama riskliydi: Selim ve iki görevli, Kerem (35) ve Ayhan (42), turist kılığında Atina’ya girecek, rutini doğrulayacak ve doğru zamanda harekete geçip Mehmet’i etkisiz hale getirerek sahile ulaştıracaklardı. Ege geçişi sessiz yapılacak, Türk karasularına girildiğinde teslim süreci başlayacaktı.
Olası aksaklıklar için yedek planlar oluşturuldu. Hedefin kısa sürede etkisiz hale getirilmesi için MİT’in sağlık birimi, tam etkisi yaklaşık 15 saniyede gerçekleşecek özel dozlu uyutucu iğneler hazırlamıştı. Ekip, Kerem ve Ayhan, bölgeyi tanıyan ve yerel dili konuşabilen deneyimli isimlerdi. Kaçış aracı olarak göze batmayan, arkası geniş bir minivan kiralandı. Denizde ise küçük bir balıkçı teknesine benzeyen, ancak güçlü motorlu bir tekne deneyimli denizci Kaptan Hasan tarafından hazırlanmıştı.
Selim, ekibine son uyarısını yaptı: “En küçük hata bütün zinciri koparabilir.”
Saha Gözlemi ve Kritik An
Belirlenen gün geldiğinde üçlü, uçakta birbirini tanımıyormuş gibi davrandı. Atina’ya iniş sorunsuz geçti. Her biri farklı otellere yerleşti: Selim merkezde, Kerem Plaka’da, Ayhan ise liman yakınında.
İlk gün Selim, Eksarhia’daki apartmanı buldu. Perde arkasındaki silik bir gölge, Mehmet’in içeride olduğunun kanıtıydı. Ertesi gün Kerem, Mehmet’in temkinli rutinini, sürekli arkasına bakışlarını ve köşedeki masaya oturma alışkanlığını uzaktan izledi.
Üçüncü gün, akşamüstü sahne kuruldu. Saat yedide Mehmet evden çıktı ve Taverna Ateena’ya girdi. Yorgun ve dalgındı, yıllar süren gizlenmenin ağırlığı yüzüne yansımıştı. Ayhan, farklı bir masada onu izledi. Hedef kesindi.
Ertesi akşam, operasyonun gerçekleşeceği an geldi. Selim aracı sokağın başına park etti, motoru çalışır durumda bıraktı. Kerem lokantanın karşısındaki kaldırımda gazeteyle kendini kamufle etti. Ayhan ise sokağın sonunda telefonda konuşuyormuş gibi duruyordu.
Saat dokuza doğru Mehmet hesabı ödeyip ceketini giydi. Herkesin nabzı yükseldi. Mehmet lokantadan çıktığında, soğuk akşam havası yüzüne çarptı. Başını hafifçe kaldırıp yürümeye başladı; adımları normalden hızlıydı, yüzündeki ifade değişmişti, sanki yaklaşan bir tehlikeyi sezmişti.
20 metre ileride Kerem önünden geçti. Elinde telefon vardı. Tam yanından geçerken bilerek hafifçe çarptı ve Yunanca bir özür mırıldandı. Mehmet kısa bir an durdu, gözleri şüpheliydi, sonra hızla arkasını dönüp adımlarını sıklaştırdı.
Ayhan köşenin arkasından çıktı. Cebinden küçük iğneyi çıkarıp ani bir hamleyle Mehmet’in boynuna bastı. Sıvı damarlarına karıştı. Mehmet ne olduğunu anladı, arkasına dönüp bağırdı. Sesi sokakta yankılandı. Ayhan’ı itti, kaçmaya çalıştı, ama bacakları ağırlaştı. Kerem hemen yetişti, onu kolundan tutarak durdurdu ve çevredekilere Yunanca bağırarak hasta numarası yaptı. 10 saniye geçmişti ama ilaç tam etki etmemişti.
Ayhan ikinci iğneyi aynı noktaya bastı. Bu kez Mehmet’in bakışları donuklaştı, bacakları çözüldü ve birkaç saniye sonra yere yığıldı. Selim arabayı hızla yaklaştırdı. Mehmet’i arka koltuğa yerleştirip battaniyeyle örttüler. Selim pencereyi indirip “Hastaneye götürüyoruz,” dedi ve hızla uzaklaştılar.
Ege’nin Sessizliğinde Dönüş
15 dakika sonra sahile vardılar. Karanlık denizin üzerinde motor sesi yankılanıyordu. Kaptan Hasan teknede bekliyordu. “Hızlı olun! Devriyeler sıklaştı,” diye uyardı. Mehmet kelepçelenip, gözleri ve ağzı bağlanarak kamaraya, yatağa uzatıldı.
Tekne hızla denize açıldı. İlk yarım saat sorunsuz geçti, ancak bir saat sonra açık denizde radar sinyal verdi. Kaptan Hasan motoru kapattı, ışıkları söndürdü. Tam o sırada kamaradan bir ses geldi: Mehmet kıpırdanıyordu. İlacın etkisi azalıyordu. Ayhan sessizce içeri girdi, iğneyi hazırladı ve koluna bastı. Mehmet yeniden bilincini yitirdi.
Birkaç dakika sonra Sahil Güvenlik gemisi yönünü değiştirdi ve karanlıkta kayboldu. Kaptan Hasan derin bir nefes aldı ve motoru yeniden çalıştırdı. İki saat sonra Türk karasularına girdiler. Selim merkezle telsiz teması kurdu.
Üç saat sonra, ufukta küçük, ıssız bir koy göründü. Rıhtımda iki araç ve görevliler sessizce bekliyordu. Tekne yanaştı. Mehmet araca taşındı. Kapılar kapandı ve araçlar gece boyunca durmadan ilerleyerek Ankara’ya ulaştı. Merkezin arka kapısından girdiler.
Mehmet Arslan artık Türkiye’deydi. Dokuz yıllık kaçış sona ermişti.
Sorgu ve Adaletin Tecellisi
Mehmet gözlerini açtığında başındaki ağrı ve vücudundaki uyuşuklukla sorgu odasındaydı. Kapı açıldı; içeri Selim ve üst düzey bir görevli girdi. Selim, sakin bir ses tonuyla Türkiye’de olduğunu söyledi. Mehmet, sokak, iğne, karanlık deniz ve teknenin uğultusu gibi parçaları birleştirdiğinde dehşete kapıldı. Öfkeyle bağırarak operasyonun yasa dışı olduğunu ve uluslararası kriz çıkaracağını haykırdı.
Selim’in ifadesi değişmedi; sadece Mehmet’in suçlarını, darbe gecesinde verdiği emirleri ve köprüde ölen sivilleri hatırlattı. Mehmet sessiz kaldı. Günler geçtikçe sorgular başladı. Başta dirense de, yalnızlık, kapalı duvarlar ve sessizlik onu yıpratmaya başladı. İkinci hafta sessizliği bozuldu. Üçüncü haftada ilk isim geldi. İki ay sonra Mehmet tamamen çöktü. Artık itiraf ediyor, gözleri dolu bir ses tonuyla “Hata yaptım,” diyordu. 15 Temmuz gecesinin emir zincirini, Atina’daki bağlantılarını ve yıllarca gizlenen 12 kişinin adını verdi. Eski general gitmiş, yerine pişman bir adam oturuyordu.
Üç ayın sonunda basına bir açıklama yapıldı: Emekli Tuğgeneral Mehmet Arslan’ın “kendi isteğiyle Türkiye’ye teslim olduğu” ve yargılama sürecinin başladığı yazıyordu. Herkes şaşırmıştı.
Yunanistan öfkeyle tepki verdi, yasa dışı operasyon iddiasıyla soruşturma açtı. Ancak Yunan polisi, Mehmet’in kaldığı apartmanı incelemesine, komşularla konuşmasına ve güvenlik kameralarını toplamasına rağmen tek bir iz bile bulamadı. Araç bulunmuştu ama parmak izi yoktu. Sahil kamerasında kayıt yoktu. Dosya sonuçsuz kaldı ve kayıtlara çözülemedi olarak geçti.
Türkiye’de yargılama iki yıl sürdü. Mehmet suçlu bulundu ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Dokuz yıllık kaçış sona ermiş, adalet sonunda yerini bulmuştu. MİT görevini tamamlamış, iz bırakmadan sonuç almıştı. Selim, Mehmet’in verdiği isimlerin sıradaki hedefler olduğu yeni bir operasyonun başına geçmişti.
Bu hikaye bize bir gerçeği hatırlatıyor: Adalet bazen gecikir ama asla kaybolmaz. Ege’nin karanlığında yürütülen sessiz bir operasyon, tarihin tozlu raflarına bir not daha düşmüştü: Hiçbir ihanet cezasız kalmaz.