Gariban Er – “Giremezsin!” Dediği Kadın – Tüm Ordunun Kaderini Değiştirdiğini Bilmiyordu…

Nizamiye Kapısındaki İlke
Doğu Anadolu’nun dondurucu bir kış günü. Ağrı Dağı’nın eteklerinde, bembeyaz karlar altında bir askeri birlikte hayat, ağır ve tekdüze akıyor. Nizamiye kapısında nöbet tutan Er Ahmet Yılmaz, soğuk havada aldığı nefesin buharını izleyerek görevini sürdürüyor. Ahmet, kurallara harfiyen uyan, disiplinli ve biraz içine kapanık bir genç. İçinde babasıyla yaşadığı çatışmaların, gelecek kaygısının ve askerlik hayatının ağırlığını taşıyor.
Bir gün, siyah lüks bir makam aracı Nizamiye kapısında durur. Aracın kapısı sertçe açılır ve içinden rütbesi sökülmüş askeri üniforma giymiş bir kadın çıkar. Yüzünde fırtına öncesi bir sessizlik vardır. Kadın, “Ben bu birlikte görevliyim, çok acil bir durum oldu, kimliğimi karargahta unuttum,” der. Ahmet, kuralları hatırlatır: “Yalan söylüyorsunuz. Kurallara uymayan hiç kimse bu kapıdan içeri giremez.”
Kadının dudaklarında gizemli bir gülümseme belirir. Tam o anda birliğin içinden telaşlı ayak sesleri gelir. Bölük komutanı ve üst rütbeli subaylar Nizamiye’ye doğru koşar. Komutan, kadına esas duruşta selam verir: “Arz ederim paşam.” Ahmet, karşısındaki kişinin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin nadir kadın generallerinden Tümgeneral Ayla Karahan olduğunu anlar ve buz keser. Yüzbaşı, Ahmet’in haddini aştığını söyler; fakat Tümgeneral, “Gerek yok yüzbaşım. Bu asker nizama ve kurallara harfiyen uymuştur, görevini çok iyi yapmıştır,” diyerek Ahmet’i savunur.
Ahmet şaşkın ve gururlu bir şekilde nöbetine devam eder. Ancak birliğin içinde dedikodular yayılır. Bazı subaylar, bir kadının general olmasından rahatsızdır. Ahmet, askeri inzibata çağrılır ve sorgulanır. Ona, “Bir generali sorgulaman suçtur,” denir. Ahmet, sadece görevini yaptığını savunur. O sırada birliğin içinde Tümgeneral Ayla Karahan’a karşı bir komplo kurulur. Bazı muhafazakar subaylar, bu olayı onun itibarını zedelemek için kullanmak ister.
Tümgeneral, Ahmet’i tekrar ziyaret eder ve ona sorar: “Korkuyor musun?” Ahmet, yaşananlardan korktuğunu itiraf eder. Tümgeneral, o gün kimliğini bilerek sakladığını ve Ahmet’i bir asker olarak sınadığını açıklar. “Kurallar güçsüzleri korur. Makam karşısında boyun eğmemek, gerçek bir asker ruhudur,” der.
Birliğin tüm subaylarının katıldığı büyük bir toplantıda Ahmet, tanık olarak çağrılır. Ona, “Bir generale hakaret ettiğini kabul ediyor musun?” diye sorulur. Ahmet, “Hayır, yanlış bir şey yaptığımı düşünmüyorum,” diyerek ilkelere sadık kalmanın önemini vurgular. Tümgeneral, toplantıda kimliğini bilerek sakladığını ve Ahmet’in ilkelere sadık kaldığını açıklar. Alay komutanı, Ahmet’in disiplin cezası yerine takdir belgesiyle ödüllendirilmesine karar verir.
Ahmet, yaşadığı tüm zorlukların ardından özgüvenini kazanır. Babasına bir mektup yazar ve ondan destek alır. Birlikte örnek bir asker olur, yeni gelenlere ilham verir. Terhis günü yaklaştığında son kez Nizamiye nöbetine çıkar. Artık korku içinde yaşayan bir asker değildir; gerçeği ve ilkeleri savunan bir insandır.
Sonuç:
Ahmet’in hikayesi, makamdan ve rütbeden daha büyük olan şeyin onur ve ilke olduğunu gösterir. En zor anlarda bile doğru bildiği yolda yürüyen bir insanın, sadece kendi kaderini değil çevresindeki dünyayı da aydınlatabileceğini kanıtlar.
Peki siz Ahmet’in yerinde olsaydınız ne yapardınız? Kurallara mı sadık kalırdınız yoksa makamdan çekinir miydiniz?
Düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın.
Hoşça kalın.