Kıza yardım eden genç, iş fırsatını kaçırdı… Kızın CEO’nun kızı olduğunu bilmiyordu.

Bir Yağmur Günü ve Bir Seçim
Sabah güneşi Bağcılar’ın üstüne vurduğunda Cem Demir uyanıktı. Zaten uyumamıştı; gecenin yarısından beri dönen düşünceler ona uyku vermemişti. Bugün oydu. Bugün her şey değişecekti… ya da hiçbir şey.
Küçük odasında tek kişilik yatak, bir dolap ve bir masa vardı. Duvar kağıdı solmuştu. Pencereden görünen manzara ise başka apartmanların duvarlarıydı. Ama Cem buna alışmıştı. 26 yıldır aynı manzaraydı. Annesinin odasından ağır bir öksürük sesi geldi. Selma Demir’in diyabeti kötüleşiyordu. Doktor, yeni ve pahalı bir tedavi önermişti: 800 lira. Cem’in cebinde ise sadece 50 lira vardı.
Mutfağa gitti, çay koydu ve annesine götürdü. Selma yatakta oturuyordu. Yüzü solgundu ama gözleri hala tatlıydı.
“Günaydın anne.”
“Günaydın oğlum.”
“Bugün o gün değil mi?”
“Evet. Aydın İnşaat saat 14’te… Allah kabul etsin. İnşallah işe alırlar.”
Cem gülümsedi ama gülümsemesi zordu. 8 aydır işsizdi. Üniversite birincisiydi, projeleri ödüllüydü ama önceki şirketi batmış, CV’sinde işsizlik damgası vardı. Aydın İnşaat son şansıydı. Bugün final görüşmesiydi.
Kahvaltı basitti; ekmek, peynir, zeytin. Duş aldı, tıraş oldu, aynaya baktı. Gözleri yorgundu ama kararlı. Tek takım elbisesini giydi, üç kez ütülemişti. Ayakkabıları cilaladı, kravatı düzeltti.
“Hazırsın,” dedi kendine.
11.30’da evden çıktı. İstanbul trafiği öngörülmezdi. Otobüse bindi, kalabalıktı ama oturdu. Dizinde dosyası vardı; CV, referanslar, sertifikalar. Yüzlerce kez okumuştu. Otobüs yavaş ilerliyordu. Cem pencereden baktı, şehir hem ev hem yabancıydı.
13.15’te Beşiktaş’a vardı, oradan metroya geçti. Levent’te, Aydın İnşaat’ın 30 katlı gökdeleni onu bekliyordu. Otobüsten indiği anda gökyüzü karardı. Kalın siyah bulutlar, bir damla, iki damla… Sonra şiddetli yağmur. Koşmaya başladı. 30 saniyede sırılsıklam olmuştu. Takım elbisesi, saçları, ayakkabıları… Bir otobüs durağına sığındı. İçerisi doluydu. Saate baktı: 13.35. 25 dakika kalmıştı.
Yağmur dinmedi. O sırada karşı kaldırımda genç bir kadın koşarken kaydı, tökezledi ve düştü. Ayağı burkulmuştu, acıdan inledi. Arabalar geçti, kimse durmadı. İnsanlar yürüdü, kimse bakmadı. Kadın ıslak asfaltın üstünde yalnız kaldı.
Cem’in içi burkuldu. Gitmeli miydi? Yardım etmeli miydi? Saate baktı. 13.37. Eğer giderse metroya yetişemezdi. Mülakatı kaçırırsa işi kaybederdi, iş olmazsa annesine ilaç alamazdı. Ama kadın acı çekiyordu.
Siz olsaydınız ne yapardınız? Hayallerinizi mi, vicdanınızı mı seçerdiniz?
Cem hareket etti. Bilmiyordu neden. Mantık demiyordu, kalp diyordu. Yağmurun içine koştu, kadına vardı.
“İyi misiniz?”
Kadın başını kaldırdı, yeşil gözler, ıslak bir yüz, şaşkınlık.
“Ayağım… acıyor.”
Cem baktı, ayak bileği şişmişti. Kalkabilir misiniz? Kadın denedi ama ağırlık veremedi.
“Hayır, yapamıyorum.”
Taksi aradı Cem ama kimse durmuyordu. Yağmur çok şiddetliydi. 13.42.
“Bekleyin,” dedi Cem. Eğildi, “Sırtıma çıkın.”
Kadın tereddüt etti.
“Zaman kaybediyoruz.”
Kadın çaresizce kabul etti. Cem onu sırtına aldı. Hafifti ama yağmur ağırlaştırıyordu her şeyi. Yavaş, kararlı yürüdü. Taksi arıyordu ama sokak bomboştu. 13.50. Mülakat bitmişti. Cem biliyordu ama durmadı. Çünkü kadın hâlâ acı çekiyordu ve o hâlâ insandı.
Köşeyi döndüklerinde bir araba durdu. Kırmızı Rolls-Royce. Kapı açıldı, orta yaşlı bir adam çıktı.
“Lara!” diye bağırdı. Sırtındaki kadın titredi.
“Baba…”
Adam yaklaştı, Cem’e baktı, sonra Lara’ya…
“Ne oldu?”
“Ayağım burkuldu. Bu adam yardım etti.”
Adam Cem’e döndü.
“Adın ne?”
“Cem… Cem Demir.”
“Nereye gidiyordun Cem?”
Cem duraksadı. “Bir mülakata… ama artık geçti.”
“Hangi şirket?”
“Aydın İnşaat.”
Adamın yüzünde bir şey değişti.
“Anladım. Arabaya binin. Hastaneye götürüyorum.”
Cemler arabaya bindi. İçerisi başka bir dünyaydı. Lara Cem’e baktı.
“Teşekkür ederim. Benim için mülakatını kaybettin.”
Cem acı bir gülüşle, “Önemli değil. Zaten kazanma şansım yoktu,” dedi.
“Neden?”
“Çünkü ben… sadece biriyim. İstanbul’da milyonlarca gibi.”
Lara başını salladı.
“Ama sen farklısın. Sen durdun. Kimse durmadı ama sen durdun.”
Hastaneye vardılar. Lara içeri alındı. Cem dışarıda bekledi. Saat 14.30’du. Telefonunu çıkardı, Aydın İnşaat’ı aradı.
“Bay Demir, sizi bekledik, gelmediniz.”
“Acil bir durum vardı, başka bir tarih…?”
“Maalesef başka bir adayı seçtik. İyi günler.”
Hat kesildi. Cem’in içi boşaldı. 8 ay… ve şimdi bitti.
Yağmur dinmiş, güneş çıkmıştı. Eve gitti. Annesine yalan söyleyecekti: “İyi geçti, bekleyeceğiz.” Ama gerçek şuydu: Her şey bitmişti.
Akşam eve vardığında Selma kapıda bekliyordu.
“Nasıl geçti?”
Cem gülümsedi. “İyi. Bir hafta içinde cevap gelir,” dedi.
Odada yatağa uzandı, tavana baktı ve düşündü. Doğru mu yaptı, yanlış mı?
Telefon titredi. Bilinmeyen numara:
“Teşekkür ederim Cem. Sana borçluyum. Lara.”
Cem cevap yazmadı. Uyudu ama rüyası yoktu. Ve ertesi gün yine işsiz uyandı.
Bir hafta geçti. Cem her sabah hazırlanıp dışarı çıkıyordu ama iş aramak için değil, annesi meşgul olduğunu sansın diye. Kafelerde oturuyor, iş ilanlarına bakıyordu. 32. başvuru, sıfır yanıt. CV’sindeki boşluk büyüyordu. Lara mesaj atmaya devam etti.
“Nasılsın? Görüşebilir miyiz? Sana teşekkür etmek istiyorum.”
Cem kısa cevaplar verdi: “İyiyim. Meşgulüm. Gerek yok.”
Çünkü Lara başka bir dünyadandı. Rolls-Royce’lar, özel hastaneler, Cem’in dünyası ise otobüsler ve devlet hastaneleriydi. Ama Lara ısrar etti.
Beşinci gün aradı.
“Alo Cem, sonunda açtın. Neden mesajlara cevap vermiyorsun?”
“Meşguldüm.”
“İş bulabildin mi?”
“Hayır bulamadım.”
“Benim yüzümden mi?”
“Hayır, senin yüzünden değil. Zaten olmazdı.”
“Nasıl biliyorsun?”
“Çünkü ben… ben şanslı değilim.”
“Cem, seninle görüşmek istiyorum. Kahve içelim lütfen.”
“Neden?”
“Çünkü sana borçluyum ve seni tanımak istiyorum.”
Cem düşündü. Neden reddediyordu? Gurur mu, korku mu?
“Tamam,” dedi. “Yarın Beşiktaş’ta, saat 15.”
Ertesi gün Cem, kafe önünde bekledi. Lara geldiğinde gülümsedi.
“Burası güzelmiş.”
Oturup Türk kahvesi söylediler.
“Ayağın nasıl?”
“İyi. İki hafta dinlendim, şimdi yürüyebiliyorum.”
İkisi de sessizdi. Sonra Lara konuştu:
“O gün arabadaki adam, babamdı. Kemal Aydın.”
Cem dondu.
“Aydın İnşaat’ın CEO’su mu?”
“Evet.”
Cem kahveyi bıraktı.
“Yani sen… Lara Aydın.”
“Evet.”
“Neden söylemedin?”
“Çünkü insanlar öğrenince değişirler. Uzaklaşırlar ya da çok yaklaşırlar. İkisi de sahte. Ama sen farklısın. Sen beni öğrenmeden önce yardım ettin.”
“Babam seninle konuşmak istiyor. Seni araştırdı. Özgeçmişini buldu, projeni, referanslarını… Etkilendi. Ama mülakata gelmediğini bilmiyor. Ben söyledim, benim için geciktiğini.”
Cem yutkundu.
“Ne dedi?”
“Hiçbir şey ama yüzü değişti.”
“Lara, ben kabul edemem. İş almak için sendeki bağlantıyı kullanmak istemem.”
“Ama sen hak ediyorsun.”
“Belki. Ama doğru şekilde almalıyım.”
“Cem, gururun seni öldürür belki ama en azından onurla ölürsün.”
Cem eve döndü. Artık yalan söyleyemezdi. Annesine gerçeği anlattı. Selma üzülmedi, elini tuttu.
“Olsun oğlum. Başka fırsatlar gelir. Ama ilacın bekleyebilir, sen bekleyemezsin. Umudunu kaybetme.”
O gece telefon çaldı. Bilinmeyen numara:
“Bay Demir, ben Berk Yılmaz, Aydın İnşaat İnsan Kaynakları. Sizi aramızda istiyoruz. Lütfen yarın 10’da ofisimize gelin.”
Ertesi sabah Cem, Aydın İnşaat’a gitti. 30. kat, cam duvarlar, Boğaz manzarası. Berk Yılmaz karşıladı.
“Özgeçmişinizi inceledik. Etkileyici. Ama 8 ay işsizsiniz.”
“Önceki şirket battı.”
“Peki neden size iş teklif etmeliyiz?”
“Çünkü ben çalışkanım, dürüstüm ve inşaatı seviyorum. Sadece para için değil. Bir şeyler inşa etmek, yaratmak istiyorum.”
Berk başını salladı.
“Bu iş teklifi özel bir tavsiyeyle geldi. Kemal Bey sizi özel olarak istedi.”
Cem’in kalbi battı. “Demek böyleydi.”
“Lütuf kabul ediyor musunuz?”
Cem düşündü. Anne, ilaç, faturalar…
“Evet.”
“Pazartesi başlıyorsunuz.”
Cem çıktı. Koridorda Lara vardı.
“Kabul ettin mi?”
“Evet.”
“Mutlu musun?”
“Bilmiyorum ama minnettarım.”
Pazartesi sabahı Cem Aydın İnşaat’ın kapısında durdu. Bina görkemliydi. 32 katlı. İçeride 1000 kişi çalışıyordu ve şimdi o da biri olacaktı. Güvenlikten geçti, kimlik kartı verildi: “Cem Demir, Junior Mühendis.” Küçük bir kart ama Cem için dünyaydı.
Ekibe tanıtıldı. Takım lideri Ahmet Bey, soğuk ve sertti. Cem’e köşe masayı gösterdi.
“Başla.”
Cem çalışmaya başladı. Saatler geçti, kimse konuşmadı. Öğle arasında yanına Osman ve Deniz geldi.
“Sen yeni misin?”
“Evet.”
“Nasıl girdin? Mülakat kaç turdu?”
“Aslında özel bir durum vardı.”
“Özel mi?”
“Patron beni özel olarak istedi.”
“Torpil yani…”
“Hayır, böyle değil.”
Osman ve Deniz kalktı, gitti. Cem yemeğini bitiremedi. Midesi bulanıyordu.
Ahmet Bey, Cem’den bir projeyi bir günde bitirmesini istedi. Cem gece 22’ye kadar çalıştı. Eve gitti, uyuyamadı. Ertesi gün projeyi teslim etti.
“Burada hata var,” dedi Ahmet.
Cem baktı, ama hata yoktu. Ahmet onu test ediyor ya da eziyordu.
Günler böyle geçti. Cem sabah erkenden geliyor, akşam geç gidiyordu. Her hatası abartılıyordu.
“Cem, bu çizim yanlış. Cem, bu rakam uymuyor. Cem, toplantıyı unuttun mu?”
Cem sustu, düzeltti, kabul etti. Ama içinde öfke birikiyordu.
Bir gün Lara ile karşılaştı.
“Cem, nasılsın?”
“İyi.”
“Yorgun görünüyorsun.”
“Sadece yoğunum.”
Bir kahve içelim dedi Lara.
“Yapamam. İşim var.”
O gün büyük toplantı vardı. Kemal Aydın gelecekti. Ahmet, Cem’in hazırladığı sunumu götürdü ama Cem’i çağırmadı. Bir saat sonra Ahmet döndü, yüzü kızarmıştı.
“Burayı nasıl yaptın?” Dosyayı masaya çarptı.
“Bu hatalarla nasıl getirebilirsin?”
Cem baktı, hatalar onun değildi. Birisi eklemişti.
“Ben bunları yapmadım.”
“Kendin yaptın.”
Kemal Bey toplantıda beni mahcup etti.
Bir daha böyle bir iş çıkarırsan işten çıkarılırsın.
Cem dosyanın loglarına baktı. Dosya saat 14.30’da değiştirilmişti. Ahmet’in bilgisayarından. Sabotajdı. Cem dosyayı USB’ye attı.
Lara, “Ahmet seni sabote etti. Log kayıtlarına erişebilirim,” dedi. İki gün sonra Lara kanıtlarla geldi.
“Bak, Ahmet dosyayı toplantıdan 10 dakika önce değiştirdi.”
“Şimdi ne yapacağız?”
“Babamla konuşacağız.”
“Hayır, ben hallederim.”
“İnatçılığın seni mahvedecek.”
“Bu benim savaşım.”
“Peki, ama ben arkandayım.”
Cuma sabahı Cem, Kemal Aydın’ın sekreterine yazdı. “Kemal Bey’le görüşmek istiyorum.” Öğleden sonra cevap geldi.
Kemal Bey sizi 16.00’da kabul ediyor.
Cem, USB’yi aldı, 32. kata çıktı.
“Cem Demir, otur.”
Cem her şeyi anlattı. Kemal Aydın dinledi.
“Sen bu iddiaların farkında mısın? Kıdemli bir mühendisi suçluyorsun.”
“Evet efendim. Ama kanıt burada.”
“Peki neden direkt bana geldin?”
“Çünkü o beni dinlemezdi. Ben sadece doğruyu söylemek istedim.”
“Doğru… İlginç kelime. Çoğu insan kariyeri için doğrudan vazgeçer. Ama sen vazgeçmiyorsun.”
“Çünkü doğru tek sahip olduğum şey efendim.”
“Anladım. Ben araştıracağım.”
Pazartesi ofiste hava farklıydı. Ahmet yoktu. Berk geldi:
“Kemal Bey seni çağırıyor.”
Kemal’in ofisinde Ahmet de vardı.
“Cem’in iddialarını araştırdım. IT log kayıtlarını inceledi ve doğru. Sen dosyayı değiştirdin.”
Ahmet sessizdi.
“Neden?”
“Çünkü o torpilli geldi. Hiçbir şey yapmadan terfi edecek. Ben 10 yıldır buradayım…”
“Cem torpilli değil. Onu ben istedim çünkü karakterini gördüm. Sen ise karakterini kaybettin. İşine son veriyorum.”
Cem ofisine döndüğünde herkes alkışladı. Osman ve Deniz geldi.
“Aferin Cem. Doğruyu savundun.”
Cem gülümsedi. İlk kez kabul edilmişti.
Öğlen Lara geldi.
“Duydum. Başardın.”
“Biz başardık. Sen yardım ettin.”
“Hayır, sen yaptın. Ben sadece bir basamaktım.”
Kafeteryada oturdular.
“Cem,” dedi Lara, “ben senden hoşlanıyorum. Sadece dost olarak değil, daha fazla.”
Cem dondu.
“Lara, ben senin seviyende değilim. Ben sadece…”
“Sus. Seviye yok. Sadece insanlar var ve sen iyi insansın.”
Cem’in yüreği çarptı.
“Ben de senden hoşlanıyorum ama korkuyorum.”
“Neden?”
“Çünkü sen Kemal Aydın’ın kızısın. Ben ise Bağcılar’dan bir mühendisim.”
“Ve bu bir sorun mu?”
“Baban için olabilir.”
“Babam seni seviyor biliyor musun? O gün seni yağmurda gördüğünde bir şey gördü. Karakter ve karakter para ile alınamaz.”
“O zaman deneyelim ama yavaş. Adım adım.”
“Tamam. Adım adım.”
Ve o an dünya biraz daha umut doluydu. Cem ilk kez 8 ayda geleceğini görebiliyordu.
Üç ay geçti. Cem artık ekibin saygı duyulan bir üyesiydi. Projeleri başarılıydı. Kemal Aydın birkaç kez tebrik etmişti ve Lara ile ilişkisi yavaş ama gerçek şekilde ilerliyordu. Akşamları yürüyüşler, hafta sonları müze gezileri… Basitti ama anlamlıydı.
Ama herkes mutlu değildi. Berk Yılmaz, İK müdürü, kıskanıyordu. Bir akşam Berk, Cem’in bilgisayarına girdi. Sahte bir hesap yarattı, rakip firmaya Cem’in adıyla gizli dosyalar gönderdi. Sonra anonim ihbar yaptı.
Ertesi sabah Cem ofise geldiğinde iki güvenlik görevlisi bekliyordu.
“Bay Demir, lütfen bizimle gelin.”
Cem şaşkındı.
“Sen şirket sırlarını rakip firmaya sızdırmışsın.”
“Hayır, asla!”
“Kanıt var.”
Ekranda e-postalar vardı.
“Birisi hesabımı kullandı. Ya da sen yalan söylüyorsun,” dedi Berk.
“Bekleyin! Sistem loglarını kontrol edin. IP adresi, giriş saati… Ben o saatte ofiste değildim.”
Güvenlik şefi duraksadı.
“Bu doğru. Kontrol edeceğiz.”
Kapı açıldı, Lara ve IT müdürü Murat girdi.
“Bu adam masum!” dedi Lara.
Murat laptopu açtı.
“E-postalar Cem Bey’in hesabından gönderildi ama IP adresi farklı. İK departmanından, saat 19.30. Cem Bey o saatte çıkmıştı ama Berk Bey hâlâ ofisteydi.”
Berk çöktü.
“Neden?” diye sordu Cem.
“Çünkü sen bir hiçtin ve bir ayda patron seni sevdi. 3 ayda patronun kızıyla çıktın. Ben 10 yıl çalıştım ve hâlâ görünmezim.”
“Sen beni mahvetmeye çalıştın. Ailem bana güveniyordu. Annem gurur duyuyordu. Ve sen hepsini yok etmeye çalıştın.”
“Üzgünüm,” dedi Berk, ama artık çok geçti.
Berk işten çıkarıldı, yasal işlem başlatıldı. Lara, Cem’i kucakladı.
“Üzgünüm. Seni bu duruma soktum.”
“Hayır, sen beni kurtardın. Biz birbirimizi kurtardık.”
O gece Cem ve Lara Boğaz köprüsünde yürüdüler.
“Ben seni seviyorum,” dedi Lara.
“Ben de seni seviyorum. İlk günden beri…”
Köprüde öpüştüler. Uzakta bir arabada Kemal Aydın izliyordu. Gülümsedi. Kızı doğru seçmişti.
Altı ay geçti. Cem artık proje yöneticisiydi. Maaşı artmıştı. Anne Selma’nın ilaçları alınabiliyordu. Bağcılar’daki daire tamir edilmişti. Ama Cem değişmemişti. Hâlâ alçak gönüllüydü. Hâlâ yağmurda bir kadını taşıyan Cem’di.
Bir cuma akşamı Kemal Cem’i ofisine çağırdı.
“Boğaz’da yeni bir gökdelen inşa edeceğiz. Ve ben senin yönetmeni istiyorum.”
Cem şaşkındı.
“Ben mi?”
“Evet. Çünkü sen en iyisin. Çalışkan, dürüst, yaratıcı ve karakterli.”
“Evet, kabul ediyorum.”
Proje başladı. Zorluklar geldi ama Cem çözdü. 12 ay sonra gökdelen yükseliyordu. Açılış töreninde Kemal Aydın konuştu:
“Bu bina sadece beton ve cam değil. Sembol. Çalışmanın, dürüstlüğün ve karakterin sembolü. Bu projeyi yöneten adam bir yağmur gününde bir seçim yaptı. Mülakatını kaybetti ama karakterini kaybetmedi. Bugün o adam bu binayı yarattı. Cem Demir, sahneye gel.”
Alkış koptu. Cem şaşkın şekilde kalktı, Kemal’in yanında durdu.
“Bu senin eserin.”
“Teşekkür ederim efendim. Ama ben yalnız değildim. Ekibim, ailem ve Lara hepsi beni destekledi.”
Tören sonrası Cem ve Lara o eski otobüs durağına gittiler.
“Burası… her şey burada başladı.”
“Evet, burada hayatımı kaybettiğimi düşünmüştüm ama aslında buldun.”
Cem elini tuttu.
“Lara, benimle evlenir misin?”
Lara ağladı, “Evet, bin kez evet!” dedi.
Düğün 3 ay sonra yapıldı. Basitti. Aile ve arkadaşlar, boğaz kenarında küçük bir mekanda. Selma oradaydı, sağlıklı ve mutluydu. Kemal oradaydı, kızını doğru adama veriyordu.
Balayı Kapadokya’da geçti. 6 ay sonra Lara hamileydi. 9 ay sonra bir oğulları oldu. Adı Kemal. Dedesinin adı.
Ve bir gün küçük Kemal’e Cem hikayeyi anlattı:
“Oğlum, bir zamanlar ben işsizdim. Bir yağmur günü bir kızı gördüm. Acı çekiyordu. Yardım edersem mülakatımı kaçıracaktım ama yardım ettim. Çünkü bazen doğru şeyi yapmak zor şeyi yapmak demektir. Ve o gün hayatım değişti. Mülakatı kaybettim ama çok daha fazlasını kazandım. Bir iş, bir aile, bir aşk ve bir hayat.”
Küçük Kemal henüz anlamadı ama bir gün anlayacaktı:
Bazen kaybettiğimiz şey, bulacağımız şeyin yoludur. Ve bazen bir yağmurlu günde verilen karar, tüm hayatı değiştirir.
Cem şimdi ofisinde oturuyordu. Proje müdürü. Pencereden boğazı izliyordu. Telefon çaldı. Genç bir adam:
“Merhaba Cem Bey. Ben mühendislik öğrencisiyim. Staj arıyorum. Lütfen bana bir şans verir misiniz?”
Cem gülümsedi.
“Özgeçmişini gönder. Bir şans hak ediyorsun. Herkes eder.”
Çünkü Cem unutmamıştı. Bir zamanlar o da şans bekliyordu. Ve bir yağmur günü, bir seçimle kaderini değiştirmişti.
SON