Mossad Ajanı 3 Yıl Türk Vatandaşı Gibi Yaşadı — MİT İlk Günden Beri Takibindeydi

Gölge Savaşı: Eren Yılmaz Dosyası
Ankara Esenboğa Havalimanı, 15 Haziran 2019, Saat 14.35
Pasaport kontrol kabininde genç bir memur, rutin bir işlemi yerine getiriyordu. Önündeki pasaportu taradı, ekrana baktı ve her şeyin normal göründüğünü düşündü. Kayıtlara göre bu kişi Türk vatandaşıydı: 29 yaşında, İstanbul doğumlu, Almanya’dan dönüyordu. Memur, pasaportu damgaladı. “Hoş geldiniz,” dedi. Adam gülümsedi, teşekkür etti, valizini aldı ve çıkış kapısına doğru yürüdü.
Kimse fark etmedi ama o pasaport okutulduğu anda Ankara’da, başka bir binada sessiz bir alarm devreye girmişti. Bir ekranda tek bir kelime belirmişti: Hedef Tespiti.
MİT Karşı İstihbarat Merkezi’nde üç analist aynı anda hareketlenmişti. Ekranlarına düşen isim aynıydı: Eren Yılmaz.
Fakat onlar, onun gerçek adının bu olmadığını biliyorlardı. Bu adam Türk vatandaşı değildi. Bu adamın önümüzdeki üç yıl boyunca Türkiye’de yaşayacağı, çalışacağı, evleneceği ve çevresine tamamen doğal görünen ilişkiler kuracağı öngörülüyordu. Ancak yaşayacağı hiçbir an gerçek olmayacaktı. Çünkü Eren Yılmaz, Mossad’ın en yetenekli derin örtü ajanlarından biriydi ve MİT onu Türkiye topraklarına attığı ilk adımdan itibaren izlemeye başlamıştı. O gün başlayan sessiz savaş, üç yıl sürecek, ancak hiçbir sivil fark etmeyecekti.
Bölüm I: Kimliğin İnşası
Her derin örtü operasyonu bir masada başlardı.
2017 yılında, Tel Aviv’deki Mossad merkez binasında bulunan Zomet departmanının toplantı odasında beş kişi bir araya gelmişti. Masanın üzerinde dosyalar, haritalar ve farklı açılardan çekilmiş fotoğraflar duruyordu. Odada ağır bir sessizlik hakimdi. Bu insanlar arasında operasyon planlayıcıları, kimlik uzmanları ve deneyimli bir katsa (operasyonel komutan) bulunuyordu.
Toplantının tek bir amacı vardı: Türkiye’nin hızla büyüyen savunma sanayine yönelik uzun soluklu bir casusluk operasyonu tasarlamak. Yöntem belliydi: Derin örtü, tam entegrasyon. Yıllarca sürecek bir kimlik inşası ve gerçek bir hayata dönüşecek sahte bir geçmiş. Mossad’ın bu tarz operasyonları, ajanın hedef ülkede sıradan bir vatandaş gibi yaşamasını gerektiren en karmaşık çalışmalardı. Bu model tarihte defalarca uygulanmıştı ve şimdi hedef Türkiye’ydi.
Seçilen ajan 27 yaşındaydı. Birden fazla dili akıcı konuşuyor, Türk kültürüne hakim bir kişilik sergiliyor, fiziksel özellikleri de yerel halka rahatlıkla uyum sağlayabilecek bir görünüm sunuyordu. Kod adı “Karga” idi. Gerçek kimliği ise masadaki hiç kimse tarafından dahi tam olarak bilinmeyecekti.
İlk aşama kimlik oluşturmaktı. Bu, sadece bir pasaport basmakla çözülecek bir mesele değildi; kompleks bir hayat yaratılması gerekiyordu. Bu nedenle Mossad’ın kimlik uzmanları aylar boyunca çalıştı: Doğum belgesi, okul kayıtları (lise ve üniversite), diploması, eski adresler, çalıştığı iddia edilen şirketler, banka hesapları, sosyal medya geçmişi, çevrimiçi aktiviteler… hepsi tek tek üretildi. Bir insanın on yıllar boyunca yaşadığı varsayılan hayat, sayfaların ve verilerin arasında adım adım örüldü.
Ajan, altı ay boyunca özel eğitimden geçti. Türkçe aksanını kusursuzlaştırdı. İstanbul’un sokaklarını, mahallelerini, kültürel alışkanlıklarını öğrendi. Beyoğlu’nda hangi kafelerin popüler olduğunu, Kadıköy’de hangi restoranların tercih edildiğini, Trabzon şivesi ile İzmir şivesi arasındaki farkları bile ezberledi. Kimlik sadece kağıt üzerinde değil, bedeninde ve zihninde de inşa edilmeliydi.
Eğitim tamamlandıktan sonra Almanya’ya gönderildi. Orada bir yıl boyunca Eren Yılmaz olarak yaşadı: İş buldu, sosyal güvenlik numarası aldı, çevre edinmeye başladı, Türk diasporasıyla kaynaştı. Bir kimliğin olmazsa olmazı olan sosyal gerçekliğini adım adım oluşturdu. Artık sistemde, sokakta, iş yerinde, dijital kayıtlarda, her yerde Eren Yılmaz vardı.
Haziran 2019 geldiğinde operasyon resmen başlatılmaya hazırdı. Ancak Karga, bilmediği bir gerçekle yüzleşmek üzereydi: MİT onu çoktan tespit etmişti.
Bölüm II: Kırmızı Bayraklar
Bir yıl önce, Haziran 2018’de, Ankara’daki MİT Karşı İstihbarat Merkezi’nde farklı bir hareketlilik yaşanmıştı. Türkiye’nin sinyal istihbaratı kapasitesi 2012’den sonra ciddi biçimde güçlendirilmişti. Yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının hareketleri, özellikle savunma sanayi ile bağlantılı alanlarda çalışanlar, düzenli olarak izleniyordu.
Ağustos 2018’de, Berlin’de kayıtlı bir Türk vatandaşının hesabına olağandışı para transferleri yapılmıştı. Kaynağı belirsizdi. Önce 1000 Euro, ardından bir ay sonra daha büyük rakamlar gelmeye başlamış ve düzenli görünüyordu. Bu durum, bir analistin dikkatini çekti. Dosyayı açtı, detaylara baktı, sistemde yer alan bilgilerle karşılaştırdı.
Kişinin adı Eren Yılmaz’dı. İstanbul doğumluydu. Kayıtlara göre ailesi 2005 yılında Almanya’ya göç etmişti. Makine Mühendisliği mezunuydu. Ancak bir şey eksikti: Aile yoktu. Kaydı vardı ama izi yoktu. Ne telefon görüşmesi bulunuyordu, ne sosyal medyada aile fotoğrafları. Bayramlarda, yılbaşlarında yapılan hiçbir arama gözükmüyordu. Bu, karşı istihbaratta klasik bir kırmızı bayraktı.
MİT daha derine indi. İstanbul’daki eski adresi kontrol edildi; binanın yirmi yıl önce yıkıldığı görüldü. Okul kayıtları çok eskiydi ve bazıları doğrulanıyordu. Üniversite diploması gerçekti ama not ortalaması olağandışı biçimde düşüktü. Sanki biri, eğitimini yarım yamalak bitirip ülkeden uzaklaşmış gibi bir profil yaratmıştı. Kağıt üzerindeki her şey normal görünüyordu ama hissedilen bir uyumsuzluk vardı.
Bir üst düzey analist raporu inceledi. Ailenin izinin olmaması, finansal hareketlerin belirsizliği, geçmişteki yaşam izlerinin flu olması… Tüm bunlar tek bir karara götürdü: İzleme altına alın.
Bu karar, geri dönüşü olmayan bir sürecin başlangıcıydı.
Bölüm III: Görünmez Kafes
15 Haziran 2019 günü Eren Yılmaz Türkiye’ye ayak bastığında, pasaport kabinindeki memur rutin işlemini yaptı ve onu serbest bıraktı. Çünkü MİT tam olarak böyle istemişti. Ajanın rahatlaması, doğal davranması ve gölgeye güvenmesi gerekiyordu. Eren, terminalden çıkarken özgür olduğunu düşünüyordu. Oysa çoktan görünmez bir kafesin içine alınmıştı. Artık attığı her adım, yaptığı her konuşma, kurduğu her bağ not edilecekti. Türkiye’de yaşayacağını sandığı hayatın her saniyesi izlenecekti.
Eren Yılmaz, İstanbul’a yerleştikten sonra Kadıköy’de küçük bir daire kiraladı. İlk günler şehre dönen sıradan bir genç gibi davrandı: Kafeleri gezdi, sahilde yürüdü, sosyal medyada “Eve döndüm” mesajı paylaştı.
Ancak bilmediği bir gerçek vardı: Onun İstanbul’daki her adımı MİT tarafından çoktan takip edilmeye başlamıştı. Karşı İstihbarat biriminde, kod adı “Şahin” olan deneyimli bir analistin başında olduğu üç kişilik bir ekip oluşturulmuştu.
Eren’in Türkiye’ye giriş yaptığı an, telefonunun IMEI bilgisi sistemde işaretlenmiş, hareketleri elektronik izleme katmanına alınmıştı. Bu sayede hangi saatte nerede olduğu, hangi güzergahları kullandığı anlık olarak görülüyordu. Fiziksel takip artık klasik yöntemlerle yapılmıyordu, çünkü Mossad ajanları karşı takip konusunda eğitimliydi.
MİT farklı bir stratejiye yöneldi:
-
Elektronik Gözetim: Telefonu her baz istasyonuna bağlandığında konumu işleniyordu.
Teknik Gözetim: Kiraladığı dairenin karşısındaki binada kısa süreli bir daire tutuldu. Lazer mikrofon teknolojisi devreye sokulduğunda, cam titremelerinden konuşmalar ayrıştırılmaya başlandı. Eren evde telefonla konuştuğu anda, ses dalgaları dijital olarak kaydediliyordu.
Dijital Gözetim: Eren’in bilgisayarına sızmak asıl kritik hamleydi. İki hafta sonra, Eren Kadıköy’de bir kafede açık WiFi ağına bağlandığında, arka planda çalışan bir yazılım bilgisayarına sessizce yerleşti. Artık Eren hangi dosyayı açarsa, kiminle yazışırsa, hangi aramayı yaparsa hepsi Ankara’daki ekibin ekranına düşüyordu.
Eren, ilk ay boyunca tamamen sıradan bir hayat sürdü. Ancak Şahin’in ekibi iki kritik noktayı daha doğruladı: Aile sessizliği devam ediyordu ve banka hesabına yatan paraların kaynağı doğrudan görülemiyordu; para, Lüksemburg’daki bir finans kuruluşunda izini kaybettiren birkaç ara hesaptan geçiyordu.
Bölüm IV: Köprü ve Gerçek Hedef
Üç ay sonunda Eren, bir teknoloji firmasında iş buldu. Yazılım geliştiricisi olarak çalışacağı bu firma, savunma sektörüne dolaylı hizmet veren bir alt yükleniciydi. ASELSAN ve Roketsan gibi kurumlara yazılım desteği sunan bir yapıydı.
Bu bilgi, MİT merkezinde alarm etkisi yarattı. Eren’in hedefinin savunma sanayi olduğunu açıkça gösteriyordu. Ancak İstanbul ekibi erken hamle yapmak yerine, operasyonun tüm yapısını ortaya çıkarmak için sabırla beklemeye devam etti.
Kasım ayı geldiğinde, operasyonun altıncı ayında, beklenmeyen bir gelişme oldu. Eren, sosyal medyada bir kadınla tanıştı: Selin. 26 yaşındaydı ve grafik tasarımcı olarak çalışıyordu. İlk buluşmalarında Eren, sakin ve kibar bir profil çizdi. Ancak kısa süre sonra Eren’in Selin’e çok fazla soru sorduğu fark edildi. Nerede çalıştığı, hangi firmalarla proje yaptığı gibi sorular masum görünüyordu ama profesyonel bir profilleme davranışıydı.
Selin’in arka planı derinlemesine incelendiğinde neden netleşti: Selin’in eski bir erkek arkadaşı vardı. Havacılık mühendisi olan Murat, TUSAŞ’ta (Türk Havacılık ve Uzay Sanayii) çalışıyordu.
Bu bilgi tüm tabloyu tamamladı. Eren’in asıl hedefi Selin değildi. Selin sadece bir köprüydü. Gerçek hedef Murat’tı ve dolaylı olarak Türkiye’nin en kritik savunma projelerinden biri olan Milli Muharip Uçak (MMU) Projesi’ne sızmaktı.
MİT artık emin olmuştu. Murat, MİT binasına çağrıldı. Bir odada iki analistle karşı karşıya geldiğinde önüne konan dosya hayatını tamamen değiştirdi. Analistlerden biri soğukkanlı bir tonla konuştu: “Eren Yılmaz adında biri seni hedef alıyor. Yabancı bir istihbarat servisiyle bağlantılı olabilir. Normal davranacaksın ama hiçbir şekilde kritik bilgi vermeyeceksin. Seni izliyoruz.”
Murat, kabul etti. Artık o da, farkında olmadan içinden geçtiği operasyonun görünmez bir parçasıydı.
Bölüm V: Zincirin Son Halkası
Ocak 2020’de Selin, Eren’i eski erkek arkadaşı Murat’la bir akşam yemeğinde tanıştırdı. Sohbet başlarda sıradandı. Fakat konu kaçınılmaz biçimde Murat’ın işine geldi. Eren, “TUSAŞ’ta çalışıyormuşsun,” dedi meraklı bir tonla. “Oldukça etkileyici bir yer olmalı.” Murat mütevazıydı. Sohbetin bir noktasında Eren, daha direkt sordu: “Ağırlıklı olarak ne üzerinde çalışıyorsunuz?” Murat, MİT’in uyarılarını hatırlayarak genel konuştu: “Genel olarak hava araçları, ama detay paylaşamam.”
Şubat 2020’de Eren bir kez daha girişimde bulundu. İki adam bir barda oturdu. Eren içkileri ısmarladıktan sonra konuyu yine Murat’ın işine getirdi. “TUSAŞ’ın yeni bir projesi varmış,” dedi, “Yerli savaş uçağı…” Bu kısa diyalogdan bile MİT, Eren’in hedefinin MMU projesine ait bilgileri toplamak olduğunu doğruladı.
Mart 2020’de pandemi ilan edildi. Şehirler kapandı. Eren evine çekildi. MİT için operasyon durmadı; dijital izleme daha güçlü hale geldi.
Nisan ayında Eren, şifreli mesajlaşma uygulaması indirdi. Siber ekip tarafından anında tespit edildi. Yazdığı her kelime Ankara’daki ekrana düşüyordu. Mesajların dili İbranice‘ydi. Eren bir kontrol memuruna rapor gönderiyordu: “Hedefe yaklaştım. Dikkatli olmalıyım, güveni kazanmak zaman alıyor.”
Mayıs 2020’de, MİT Siber Ekipleri teknik izleri takip etti. Eren’in mesajlaştığı kişinin IP adresi, Alman istihbaratıyla işbirliği sonucu VPN’ler aşıldıktan sonra, Ankara’da bulunan İsrail Büyükelçiliği’ne aitti. Kontrol memuru diplomat örtüsü altında çalışan bir katsaydı.
Ağ çözülmüştü. Artık harekete geçme zamanıydı.
Bölüm VI: Kapının Kapanışı
Haziran 2020’de Eren, Murat’la üçüncü kez buluşacaktı. Bu kez Murat’ın evinin yakınındaki sakin bir kafede. Eren için sıradan bir görüşmeydi, ancak MİT için o gün, operasyonun düğmeye basılacağı gündü.
Görüşmede Eren, daha direkt davrandı. “Seninle bir şey konuşmak istiyorum,” dedi. Sesini alçalttı: “Ben aslında bir istihbarat analisti için çalışıyorum. Türk savunma sanayi hakkında bir araştırma yürütüyoruz. Akademik bir çalışma gibi düşün. Senden biraz yardım isteyebilir miyim?”
Eren cebinden küçük bir USB bellek çıkardı. “Bunun içinde bazı sorular var. Cevaplarsan çok değerli olur.”
Murat, MİT’in talimatını hatırladı: “Eğer sana bir şey teklif ederse kabul et.” USB’yi aldı. “Tamam,” dedi, “Bakayım.”
Eren, ilk somut adımı attığını düşünüyor, planının ilerlediğine inanıyordu. Oysa gerçekte attığı adım, zincirin kapanan son halkasıydı.
Aynı gün saat 18.00’de, Eren evine döndüğünde kapıyı açar açmaz bir şeylerin ters gittiğini hissetti. İçeride altı kişi vardı. Siyah kıyafetli, sessiz, profesyonel: MİT operasyon ekibi.
Eren dondu. İki görevli onu anında kontrol altına aldı. Kelepçe taktılar. Üçüncü görevli kimliğini gösterdi. Milli İstihbarat Teşkilatı. Dedi, “Tutuklusunuz.”
Eren, Ankara’daki MİT merkezine götürüldü. Sorgu odasında masanın karşısına oturtuldu. Analist dosyadan bazı fotoğraflar çıkardı: Almanya’daki görüntüleri, banka transfer kayıtları, telefon çözümleri ve şifreli İbranice mesaj dökümleri.
“Sizi üç yıldır izliyoruz,” dedi analist. “İlk günden beri.”
Bu söz Eren’i şaşırttı. Başını kaldırdı. “İlk günden mi?”
Analist sakin bir şekilde devam etti. “Evet, pasaportunuz Esenboğa’da tarandığı anda alarm verdiniz. Kimliğinizin sahte olduğunu biliyorduk ama sizi hemen almamayı tercih ettik. Çünkü hedefiniz sadece Murat değildi. Sizin bağlı olduğunuz ağı da çökertmek istedik.”
Eren derin bir nefes aldı. Üç yıl boyunca özgür olduğunu, planını kusursuz yürüttüğünü sanmıştı. Oysa her saniyesi izlenmişti. Bir kafes içinde yaşıyordu ve farkında değildi. Ve şimdi o kafes kapanıyordu.
İki gün sonra, Ankara’da beklenen kriz patlak verdi. Diplomatik örtü altında çalışan katsa tespit edilmişti. MİT resmi bir nota gönderdi: Bu kişi istenmeyen adam ilan edilmiştir, 48 saat içinde ülkeden ayrılmalıdır. İsrail, kamuya açık bir açıklama yapmadan sessizce geri adım attı ve diplomat Ankara’dan ayrıldı.
Eren ise mahkemeye çıkarıldı. Üç yıllık hazırlık, sahte kimlik, kurulan ilişkiler… hepsi bir anda çökmüştü. Mossad bir ajan kaybetmişti.
Asıl mesaj daha büyüktü: MİT, gölgeyle yürütülen bir savaşta bir kez daha üstün gelmişti. Bir istihbarat savaşında kazanan, en hızlı hareket eden değil, en sabırlı olandır. Türkiye’ye sızmak artık eskisi kadar kolay değildi. MİT, ilk adımdan itibaren izler, her mesajı çözer ve gereken an gelene kadar sabırla bekler. Ve kafes kapısı sessizce kapanır.