Mossad Ajanı Baykar’a Sızmaya Çalıştı — Bordo Bereli 30 Saniyede Fark Etti

30 Saniyede Çöken Plan: Baykar’da Casus Operasyonu
I. Bordo Bereli’nin Gözü
İstanbul Akıncı Üssü yakınlarında yükselen Baykar tesisleri, yalnızca Türk savunma sanayisinin değil, aynı zamanda dünya çapındaki teknolojik ilerlemenin de kalesiydi. Tesis, son teknoloji güvenlik sistemleriyle korunuyordu: 150’den fazla kamera, 100 metrelik çevre boyunca yerleştirilmiş elektronik sensörler ve her girişte uygulanan üç aşamalı kontrol – kimlik taraması, retina araması ve parmak izi okuma. Ancak o gün, tüm bu dijital zırhı aşmaya çalışan bir tehdide karşı koyacak olan şey teknoloji değil, bir insan olacaktı. Çünkü hiçbir sistem, tecrübeli bir göz kadar dikkatli ve derin olamazdı.
Yüzbaşı Murat 40 yaşındaydı. Hayatının 15 yılını vatan toprağının en zorlu noktalarında, Bordo Bereli olarak görev yaparak geçirmişti. Suriye sınırındaki dağlarda, Irak’ın ıssız çöllerinde sayısız operasyonda yer almıştı. Yüzlerce şüpheliyi analiz etmiş, en ufak bir nefes değişimini, bir el titremesini, bir bakış kaymasını okumayı öğrenmişti. Emekli olduktan sonra Baykar’dan özel bir teklif aldı. Yeni görevi: Tesis Güvenlik Şefi. Görünürde yüksek bir maaş ve rahat bir pozisyondu ama gerçek neden farklıydı. Bayraktar’lar artık küresel bir ilgi odağıydı ve yabancı istihbarat teşkilatları bu kritik teknolojiyi çalmak için her fırsatı kolluyordu. Murat’ın görevi basitti: Onları durdurmak.
O sabah saat tam 09:00’da, yeni bir mühendis adayı güvenlik kapısına ulaştı. Adı Leon Wees, 35 yaşında, Alman pasaportlu, İHA sistemleri üzerine uzman. Özgeçmişi kusursuz görünüyordu, adeta bir mühendislik harikasıydı. Baykar İnsan Kaynakları onu geçici bir stajyer olarak kabul etmişti.
Murat, güvenlik odasında, kameraların karşısındaki monitör üçlüsünde Leon’u izliyordu. Leon, kimliğini gösteriyor, retina taramasından geçiyordu. Her şey tamamen normal görünüyordu. Ta ki Murat, o küçücük, neredeyse fark edilmeyecek detayı yakalayana kadar: Leon ellerini pantolonunun yan dikişlerine sürtüyordu. Hafif, kontrolsüz bir hareket. Terlemişti. Gergindi. Ama neden? Sıradan bir stajyer, kariyerinin en iyi işine başlarken neden bu kadar stresli olurdu?
Murat, tek bir tuşla zoom yaptı. Görüntü Leon’un yüzüne odaklandı. Çene kasları gerilmişti. Gözleri sürekli hareket ediyor, kameraların yerini tarıyor, çıkış yollarını inceliyordu. Yalnızca 30 saniye geçmişti, ama Yüzbaşı Murat artık emindi. Bu adam sıradan biri değildi.
II. Gizlenen Sinyaller
Leon, güvenlik kontrolünden geçti. Kimliği onaylandı, retina taraması tamamlandı, içeri girdi. İnsan Kaynakları Departmanı yetkilisi onu karşıladı. Yeni stajyerlerle birlikte standart bir tanıtım turuna çıkacaktı. Tesisin çalışma alanlarını ve üretim bölümlerini göreceklerdi.
Murat, güvenlik odasındaki monitöründen Leon’un her hareketini takip ediyordu. Tur rehberi, robotik kolların ve teknisyenlerin çalıştığı üretim hattını anlatırken Leon dikkatle dinliyor, meraklı bir mühendis rolünü kusursuzca oynuyordu. Ancak Murat başka bir şeyi fark etti. Leon yürürken başını hafifçe sağa sola çeviriyordu. Yalnızca anlatılanları dinlemiyor, çevresini adeta bir gözcü gibi tarıyordu. Gözleri, kapılarda, çıkış işaretlerinde ve güvenlik kameralarında sabitleniyordu. Bu, ilk “kırmızı bayrak”tı.
Tur grubu, Bayraktar TB2 montaj hattına geldi. Leon hayranlıkla bakıyordu. Rehbere dönerek fotoğraf çekmek istediğini söyledi. Rehber gülümsedi ama uyardı: “Üzgünüm, üretim hattında fotoğraf çekmek kesinlikle yasak.” Leon başını salladı, anlayışla karşıladı. Ama Murat, kameradan Leon’un yüzündeki saniyelik bir değişimi yakaladı: kısa, keskin bir sinir ifadesi. Sonra hemen maskelendi, yerini sahte bir tebessüm aldı. Bu da ikinci “kırmızı bayrak”tı.
Öğle yemeği vakti geldi. Herkes kafeteryaya yöneldi. Leon, yemeğini alıp bir köşeye oturdu ve telefonunu çıkardı. Ekranı görünmüyordu ama parmak hareketleri ele veriyordu. Leon, sosyal medyada gezinmiyor veya bir mesaj yazmıyordu; kaydırıyor, sanki bir belge inceliyor veya karmaşık bir planın adımlarını okuyordu. Üçüncü “kırmızı bayrak”. Murat artık emin olmuştu: Bu adam bir casustu.
Ancak hemen harekete geçmek istemedi. Sadece ajanı yakalamak yeterli değildi. Onu kimin gönderdiğini ve içerideki bağlantılarını da öğrenmek gerekiyordu.
III. Kapıdaki İhanet
Murat, kafeteryaya girdi. Bir kahve aldı ve Leon’un yakınındaki bir masaya oturdu. Gazetesini açtı, okur gibi yaptı ama tüm dikkati Leon’daydı. Leon, telefonda sessizce konuşuyordu. Almanca. Murat, dil bilmese de tonlamayı anlıyordu: sert, hızlı, kısa cümleler. Belli ki bir rapor veriliyordu. Telefon kapandı.
Leon ayağa kalktı ve tuvalete gideceğini söyleyerek masadan ayrıldı. Murat, beş saniye bekledi ve o da kalktı. Koridor boştu. Leon sağa, tuvalet yönüne gitmedi. Sola döndü. Yanlış yöne, bilinçli bir şekilde. Murat sessizce takip etti.
Koridorda yan yana iki kapı vardı: Biri teknik servis odası, diğeri ise sunucu odası. Her ikisi de yetkisiz girişe kapalıydı. Leon, sunucu odasının kapısında durdu. Kimlik kartını okuttu: Erişim reddedildi. Sonra cebinden küçük, USB boyutunda, gri metalik bir cihaz çıkardı. Aleti kapı kilidine tuttu. Cihazdan zayıf bir bip sesi geldi. Elektronik kilidi kırmaya çalışıyordu.
Murat’ın kalbi yavaşladı. Artık emindi. Leon Wees sıradan bir mühendis değil, bir Mossad ajanıydı. Murat harekete geçme zamanının geldiğini biliyordu. Sessizce yaklaştı. Aralarındaki mesafe 10 metreydi. Leon hâlâ kapı kilidiyle uğraşıyordu. Elindeki cihazdan gelen zayıf sinyal sesi kesildi ve yeşil ışık yanıp sönmeye başladı. Kilit açılmak üzereydi.
Murat, 5 metreye kadar ilerledi ve konuştu. Sesi sakindi ama netti: “Ellerini göster.”
Leon dondu. Dönmedi, ama vücudu gerildi. Yakalandığını anlamıştı.
Murat ikinci kez konuştu: “Yavaşça dön. Cihazı yere bırak.”
Leon, ağır hareketlerle döndü. Yüzünde gergin, sahte bir gülümseme vardı: “Yanlış kapıymış, karıştırdım…”
Murat yaklaşmaya devam etti. Üç metre mesafe kalmıştı. Gözleri Leon’un ellerindeydi: “Cihazı bırak.”
Leon başını salladı, kabul ediyormuş gibi yaptı. Elini aşağı indirdi. Ama tam o anda harekete geçti. Elindeki cihazı hızla fırlattı, doğrudan Murat’ın yüzüne— bir dikkat dağıtma hamlesiydi. Aynı anda arkasını dönüp koşmaya başladı.
IV. Kuzgunların Nefesi
Ama Murat hazırdı. Refleksleri mükemmeldi. Cihazı havada yakaladı ve hiç duraksamadan peşine düştü. Koridor boyunca koşuyorlardı. Leon hızlıydı, atletikti. Ama Murat daha hızlıydı. Yılların dağ eğitimi, dayanıklılık, nefes kontrolü; her adımı hesaplıydı.
Leon kafeteryaya girdi. İçerisi kalabalıktı: masalar, sandalyeler, şaşkın çalışanlar. Leon aralarından hızla geçti ve çıkış kapısına yöneldi. Murat içeri girdiğinde, kalabalığın içine dalmadı; yan duvardan koştu, kısa rotayı seçti ve Leon’un önünü kesti.
Leon kapıya ulaştı. Kartını tuttu ama kapı açılmadı. Kilit sistemi devre dışıydı. Murat, koridordan çıktıktan saniyeler sonra güvenliği kilitlemiş, tüm kapıları bloke etmişti. Leon çaresizce etrafa baktı. Tek seçenek kalmıştı: Acil çıkış. O kapı alarm sistemine bağlıydı. Açarsa tüm tesis uyanacaktı. İki saniye tereddüt etti. Sonra bastı. Kapı açıldı ve binada yankılanan tiz alarm sesiyle tüm dikkat o yöne çevrildi.
Leon dışarı fırladı, otoparka çıktı. 100 metre ötede dış çit vardı. Oraya ulaşırsa, atlayabilirdi. Koşmaya başladı: 30 metre, 40 metre, 50… Hız kesmeden ilerliyordu.
Murat peşindeydi. Yere sağlam basıyor, ritmini koruyordu. Her adımda biraz daha yaklaşıyordu.
Leon çite ulaştı. Tırmanmaya başladı: 3 metre yükseklik, üstte dikenli tel. Murat hâlâ koşuyordu. 80 metrelik mesafeyi hızla kapattı. Leon neredeyse tepedeydi. Bir hamle daha, kurtulacaktı. Ama Murat durmadı. Koşarken yerden küçük bir taş aldı. Hedef aldı ve fırlattı. Taş, Leon’un eline çarptı. Dengesi bozuldu. Çitten düştü, yere çakıldı.
Murat hızla yanına geldi. Leon kalkmaya çalıştı ama geç kalmıştı. Murat üzerine atladı. Profesyonel bir hareketle kollarını kıstırdı. Vücudunu kontrol altına aldı. Leon direnemedi. Üç saniye içinde etkisiz hale getirilmişti. Güvenlik ekibi geldi ve Leon’u kelepçeledi.
Murat ayağa kalktı. Nefesi hâlâ sakindi, ritmi bozulmamıştı. İlk aşama bitmişti. Ama Murat biliyordu: Asıl savaş şimdi başlıyordu.
V. Çöken Ağ
Leon, güvenlik odasına getirildi. Elleri kelepçeli, yanında iki görevli, karşısında ise Murat. Masada Leon’un eşyaları diziliydi: Cüzdan, telefon, pasaport ve o küçük elektronik cihaz.
Murat, telefonu eline aldı. Şifre yoktu. Bu, bir profesyonel için garipti; gerçek bir ajan telefonunu asla açık bırakmazdı. Demek ki bu da paravan planın bir parçasıydı. Mesajlara baktı: Aile konuşmaları, arkadaş mesajları… hiçbir şey şüpheli görünmüyordu. Ama Murat, kolay kandırılacak biri değildi. Uygulama listesini açtı. Bir tanesi dikkatini çekti: Masum bir hesap makinesi simgesi ama arayüz farklıydı. Bu, şifreli bir mesajlaşma uygulamasıydı, Mossad’ın standart yazılımlarından biri.
Sonra pasaportu inceledi. Alman pasaportu görünüşte mükemmeldi. Baskı kalitesi, hologramlar, sayfa düzeni… hepsi gerçek gibiydi. Ama bir detay vardı: Pasaport üç yıllıktı ve hâlâ yepyeniydi. Ne yıpranma, ne kıvrılma izleri. Gerçek bir pasaport o kadar temiz kalamazdı. Sahteydi ama çok kaliteli bir sahte.
Murat son olarak o cihazı aldı. USB boyutundaydı; içinde karmaşık devreler vardı. RFID kart okuyucu ve taklit edici bir sistem. Herhangi bir elektronik kilidi açabiliyordu. Bu teknoloji sadece Mossad ajanlarına verilirdi.
Murat konuştu: “Kim olduğunu açıkla.”
Leon gülümsedi. “Ben sadece bir mühendisim. Yanlış kapıya gittim. Kayboldum, panikledim.”
Murat, hafifçe başını eğdi. “Peki şu cihaz ne?” diye sordu.
“Bu benim geliştirdiğim bir prototip,” dedi Leon. “Kapı sistemlerini test etmek için kullanıyorum.”
Murat, başını iki yana salladı. Şimdi sıra kanıtı göstermeye gelmişti. Odadan çıktı. Beş dakika sonra elinde bir dosya ile geri döndü. Dosyayı açtı. İçinde Leon’un farklı kimliklerle çekilmiş fotoğrafları vardı. Biri Ankara’da altı ay önce, diğeri İzmir’de dört ay önce. Her seferinde başka bir isim, başka bir sahte geçmiş. Leon’un göz bebekleri büyüdü. Yüzündeki soğuk maske çatlamıştı.
Murat devam etti: “Biz seni uzun zamandır izliyorduk. Sadece yanlış zamanı seçtin.”
VI. Bordo Bereli Kazanır
Murat, tüm verileri hızla MİT Siber Ekibine iletti. Analiz hemen başladı. Leon’un telefonundaki şifreli uygulamadan ve arama kayıtlarından yeni bir numara çıktı: İstanbul hattıydı. Kayıtsız, anonim bir hat. Sinyal, Kadıköy’den geliyordu.
İki saat içinde MİT ekibi adrese ulaştı. Apartman dairesinde bir kadın vardı: Türk vatandaşı, 32 yaşında ve Baykar’da çalışıyordu. İnsan Kaynakları departmanındaydı. Leon’un stajını o organize etmişti.
Kadın sorguya alındı. Başta inkar etse de, telefon kayıtları ve son altı ayda hesabına üç kez giren yurt dışı kaynaklı 200.000 dolarlık banka girişleri kanıt olarak önüne konuldu. Kadın çöktü ve itiraf etti. İki yıl önce İsrail ajanları ona yaklaşmıştı. Borç içindeydi. Önce masum bilgiler istediler, zamanla istekleri büyüdü ve sonunda ondan sahte bir özgeçmişle bir kişiyi, geçici stajyer olarak işe almasını istediler. O kişinin Leon Wees, yani bir Mossad ajanı olduğunu bilmiyordu ama artık öğrenmişti.
MİT ekibi, Leon’un bilgisayarını inceledi. Silinen dosyalar kurtarıldı ve gerçek ortaya çıktı. Hedef, Bayraktar’ın uçuş kontrol yazılımıydı. Kaynak kodlarını çalmayı planlamışlardı. Bu kodlarla ya kendi sistemlerini geliştirecekler ya da Türk İHA’larını uzaktan manipüle edeceklerdi. Bu bir istihbarat operasyonu değil, stratejik bir sabotajdı.
Ancak plan çökmüştü. Çünkü Murat oradaydı. Bir Bordo Bereli. Sadece 30 saniyede şüphelenmiş, bir saat içinde tüm operasyonu çökertmişti.
Leon Weise, Baykar’a sızma planının başarısız olduğunu anlamıştı. O sadece bir piyondu. Gelecekte, diğer ajanlar gibi bir takasla ülkesine dönecekti. Ama bunun bir önemi kalmamıştı. Ağ çökertilmiş, içerideki bağlantılar ortaya çıkarılmıştı. Türkiye’ye sızma planı tamamen bitmişti.
Baykar CEO’su Murat’ı aradı. Teşekkür etti. Tesisin tüm güvenlik sistemi yeniden yapılandırılacak olsa da, Murat mütevazıydı. “Sadece görevimi yaptım,” dedi. O, yıllarını vatanına adamış bir Bordo Bereliydi ve şimdi o vatanı sınırda değil, laboratuvarda koruyordu.
Çünkü savunma artık sadece cephede değil; fabrikalarda, bilgisayar ekranlarında ve zihinlerdeydi. Ve Türkiye’nin en güçlü güvenlik sistemi, teknoloji değil, insan faktörüydü: tecrübeydi, disiplindi, Bordo Berelilerdi. Leon gibiler hiçbir zaman kazanamayacaktı.