Nişanlısı Tarafından Terk Edildi—Ama Onu İzleyen Adam Bir Aile Özlemi Taşıyordu…

MİHRAPTAN DAĞLARA: GÜLİZAR VE KAYA’NIN HİKAYESİ
Onu mihrapta terk ettiler, beyaz gelinlik içinde. Gülizar Yılmaz’ın gelinliği Konya güneşi altında inci gibi parlıyordu ama gözleri zorla gizlemeye çalıştığı bir huzursuzluğu yansıtıyordu. 15 Eylül 1856’da, tüm topluluk Küçük Mevlana Camii’nde onun Kemal Demir ile nikahını izlemek için toplanmıştı. Kemal, bölgenin en zengin ağasının oğluydu. Ama Gülizar’ın kalbinde büyüyen bir boşluk vardı. Kemal nikahına iki saat gecikmişti. Camideki fısıltılar yükselirken, İmam Hüseyin Efendi sabırsızlıkla saatine bakıyordu.
Sonunda at nallarının sesi camiye yaklaştı. Kemal kararlı adımlarla içeri girdi ama yüzünde heyecan değil, bir görev ifadesi vardı. Mihrabın önünde bekleyen Gülizar’a yaklaşmadan, “Bununla devam edemem. Elif Yalçın ile evlenmeye karar verdim,” dedi. Cemaat nefesini tuttu. Gülizar ayaklarının altındaki zeminin açıldığını hissetti. Kemal, Elif’in çeyizinin Gülizar’ınkinden 10 kat fazla olduğunu, ailenin ekonomik ittifaka ihtiyacı olduğunu soğuk bir hesapla açıkladı. Ardında acı veren bir sessizlik bırakarak camiden çıktı.
Gülizar, gözyaşları içinde mihrapta yalnız kaldı. Annesi Hacer Hanım utançtan ağladı, babası Mehmet Bey öfkeyle yumruklarını sıktı. Davetliler yavaşça dağıldı. Gülizar elbisesini ellerine aldı ve caminin arka kapısından koşarak çıktı. Konya’nın taş sokaklarında, gelinliği toz ve taşları sürükleyerek ormana ulaştı. Orada, derenin yanında ağladı. İnandığı aşk için, toplum önündeki utanç için, belirsiz geleceği için son gözyaşı kalmayana kadar ağladı.
Gülizar’ın bilmediği şey, ormanın gölgelerinden onu izleyen bir çift karanlık gözün varlığıydı. Kaya, sınır savaşlarında karısını ve oğlunu kaybetmiş bir dağ adamıydı. Şifalı bitkiler ararken Gülizar’ın hıçkırıklarını duydu. Sessizce yaklaştı. “Sana zarar vermek için gelmedim,” dedi. Doğal liflerden dokunmuş bir battaniye uzattı. “Soğuktan korunmalısın.” Gülizar, Kaya’nın gözlerinde tehdit değil derin bir anlayış gördü. Kaya, karısını ve oğlunu kaybettiğinden beri ormanda yaşadığını, şifacılık yaparak ruhunu iyileştirdiğini anlattı.
Kaya’nın kulübesi basit ama huzurluydu. Gülizar’a saygı göstererek ayrı oda verdi. Her sabah taze otların kokusuyla uyanıyordu. Kaya ona şifalı bitkileri, doğada hayatta kalmayı öğretti. Karşılıklı bilgi paylaştılar; Gülizar büyükannesinden öğrendiklerini anlattı, Kaya ise dağların sırlarını. Zamanla aralarındaki yakınlık büyüdü. Bir sabah Gülizar cesaretini toplayıp, “Hiç tekrar ailen olmasını ister misin?” diye sordu. Kaya, “Her gün,” dedi. “Ama mutluluğu aramaya hakkım olmadığını sanıyordum.” Gülizar ise, “Seninle bir aile kurmak istiyorum,” dedi.
Ay ışığı altında evlendiler. Birbirlerine, resmi törenden daha derin vaatler verdiler. Kaya özel bir ağaçtan yüzükler oydu, Gülizar ise iki kültürün motiflerini birleştiren örtüler dokudu. Şifalı bitkilerle yaptıkları çalışmalar bölgeye yayıldı. Dağdan ve şehirden insanlar şifa aramaya geldiler.
Bir gece, Gülizar hamile olduğunu fark etti. Kaya sevincinden ağladı. “Bir çocuğumuz olacak sevgilim,” dedi. Aylar huzur içinde geçti. Kaya doğumu kolaylaştıracak otlar topladı, sedir ağacından beşik yaptı. Gülizar’ın karnı büyüdükçe evleri mutlulukla doldu.
Ama bir sabah vadide atlılar göründü. Kemal Demir ve adamları, yanında Gülizar’ın babası Mehmet Bey ile geri döndü. Kemal, Elif’le evliliği felaketle sonuçlandığı için Gülizar’ı geri almak istiyordu. Gülizar’ın hamile olduğunu görünce öfkelendi. “Aile soyadını onursuzlaştırdın,” dedi babası. Gülizar ise, “Gerçek onuru buldum. Paraya, sosyal konuma değil, sevgiye sahibim,” diye karşılık verdi.
Kemal, Gülizar’ı zorla götürmek için adamlarına işaret etti. Kaya, “Burada kalacak,” dedi. Silahlar çekildiğinde Gülizar kendini Kaya’nın önüne attı. “Ona zarar vermeyeceksiniz!” diye bağırdı. Tam şiddet patlayacakken, tepelerden davul sesleri duyuldu. Dağ topluluğundan savaşçılar yamaçlardan indiler. Kaya’nın amcası Orhan Dede, “Yeğenim için geldik,” dedi. Gülizar’ın kolundaki hilal doğum lekesini görünce, “Bu kadın bizim soyumuzdandır,” diye ilan etti.
Kemal’in adamları geri çekildi. Orhan Dede, Kemal’in yıllardır toprak hırsızlığı yaptığını gösteren belgeleri sundu. “Çaldığın topraklardan mahrum bırakılacaksın, ismin onursuz olacak. Bir daha bu çocuğu talep edemeyeceksin,” dedi. Kaya ve Gülizar topluluğun huzurunda evlendi. Mehmet Bey kızından özür diledi. Gülizar, “Seni bağışlıyorum baba,” dedi.
Aylar sonra Gülizar doğum yaptı: ikizler, Altan ve Yıldız. Topluluk etraflarında toplandı. Şifalı ilaçlarıyla ünleri yayıldı. Zamanla köy büyüdü, 25 hane, 80 kişi oldu. Gülizar bölgenin en saygın şifacısı, Kaya ise topluluğun gayriresmi lideri oldu. Çocukları güçlü ve bilge büyüdü. Herkes farklı geçmişlerden geldi, burada kabul buldu.
Bir gün Altan, “Anne, hikayeni anlatır mısın?” dedi. Gülizar mihrapta terk edildiği günden, Kaya ile buluştuğu orman gecesinden, yeniden inşa ettiği hayattan bahsetti. “Baban bana güvenli bir yer sundu ama kendimi kurtardım. Sonra birlikte birbirimizi kurtardık,” dedi. Kemal’in her şeyini kaybettiğini, ona kızgın olmadığını anlattı. “Eğer o beni terk etmeseydi, hiçbirimiz burada olmazdık,” dedi.
Gülizar ve Kaya yaşlandılar, 20 torunları oldu. Bir akşam verandada otururken, “Hiç pişman oldun mu?” diye sordu Kaya. Gülizar gülümsedi. “Asla, tek bir an bile,” dedi. Yıldızların altında, iki kayıp ruhun buluştuğu dağlarda sevgi zafer kazandı.
SON