Patron, bayılan küçük kıza yardım eden tamirciyi kovdu — ertesi gün 5 araba evini sardığında…

Patron, bayılan küçük kıza yardım eden tamirciyi kovdu — ertesi gün 5 araba evini sardığında…

Bir Seçimin Bedeli ve Ödülü: Beş Siyah Araba

Kadıköy’deki Oto Yılmaz tamirhanesinde, 35 yaşındaki tamirci Mehmet Yılmaz’ın alnından ter damlaları bir yaz yağmuru gibi akıyordu. Ayda sadece 3.000 lira kazanan Mehmet, Temmuz güneşinin acımasızlığı altında, kirli mavi tulumuyla bir Toyota Corolla’nın açık kaputunun yanında diz çökmüştü. 35 yaşındaydı ama elleri ve yüzü, kaput altlarında geçen 15 yılın ve solunan benzin buharının yorgunluğunu taşıyordu.

Saat öğleden sonra üçtü. Sıcaklık 40 dereceyi aşmıştı. Tamirhanenin içi adeta bir fırındı. Dört araba bekliyor, müşteriler sabırsızlanıyordu. Patronu Hakan Yılmaz, 50’lerinde, bira göbekli ve daima şikayetçi bir adam, ortalıkta volta atarak herkese bağırıyordu.

“Yılmaz! Kaç kere söyleyeceğim, Toyota dörde hazır olmalı!” “Biliyorum Hakan Bey, neredeyse bitti.” “Neredeyse yetmez! Müşteri bir buçuk saattir bekliyor. Senin sorunun o Toyota’yı bitirmekti!”

Mehmet çenesini sıktı. Hep aynıydı. Her zaman yetersiz zaman, her zaman çok fazla iş ve her zaman tamircilerin suçu.

Tam o anda, tamirhanenin açık kapısından bir ses duyuldu: Panik dolu bir kadın çığlığı. “Yardım edin lütfen! Biri!”

Mehmet irkildi. Aletleri bırakıp dışarı çıktı. Kaldırımda, orta yaşlı bir kadın betonun üzerinde hareketsiz yatan küçük bir kızın başında diz çökmüştü. Kız, 10-11 yaşlarında görünüyordu, solgundu, gözleri kapalıydı. Hafifçe nefes alıyordu, ama yüzeyi yanıyordu.

“Torunum bayıldı. Ne yapacağımı bilmiyorum,” diye inledi kadın, gözyaşları içindeki yüzü kıpkırmızıydı.

Mehmet hemen anladı: Sıcak çarpması. Ciddi dehidrasyon.

Arkasından Hakan’ın gürleyen sesi geldi. “Yılmaz, ne yapıyorsun? Bitmemiş işin var!”

Mehmet arkasına dönmedi. “Bu kızın yardıma ihtiyacı var.”

“Sen doktor değilsin. Tamirhaneye dön! Nine ambulans çağırsın. Senin sorunun değil!”

Mehmet o an döndü, Hakan’a baktı ve her şeyi değiştiren o kararı verdi. “En yakın hastane nerede?” diye sordu kadına.

“Göztepe… Ama üç sokak ötede.”

“Hallederim.”

Mehmet, Hakan’ın “Şimdi gidersen, geri gelme!” tehdidini duymazdan gelerek, tüy kadar hafif ama fırın kadar sıcak kızı nazikçe kucağına aldı. Koşmaya başladı. 40 derecelik sıcakta, ciğerleri yanıyor, bacakları titriyordu ama yavaşlamadı.

Üç sokak sonra hastane acil servisine ulaştı. Hemşireler kızı hemen aldılar. Doktor, ciddi dehidrasyon ve sıcak çarpması olduğunu, 10 dakika daha geç kalınsa çok geç olabileceğini söyledi. Nine ağlayarak Mehmet’e sarıldı, defalarca teşekkür etti.

Yarım saat sonra, başı dönerek tamirhaneye döndüğünde, Hakan onu girişte, elinde bir zarfla bekliyordu.

“Bu aylık paran,” dedi Hakan. “Yarın gelme.”

Mehmet zarfa baktı, sonra Hakan’a. “Kovuldun. İş ortasında çıktın. Emirlerimi görmezden geldin. Müşteri öfkeyle gitti. Senin yüzünden işimizi kaybettik.”

Mehmet zarfı aldı. 2.800 lira. Olması gerekenden 200 eksikti. “Elbette,” diye düşündü, “lira liraya mal oluyordu.”

“Anlıyorum,” dedi sadece. Döndü ve gitti. O akşam evinde, Üsküdar’daki eski apartmanında, 35 yaşında, işsiz, beş parasız ve tek niteliği tamircilik olan bir adam olarak koltukta uyudu. Pişman değildi, ama ne yapacağını da bilmiyordu.

Ertesi sabah Mehmet, motor seslerinin rahatsız edici gürültüsüyle uyandı. Tek bir motor değil, birkaç tanesi rölantide çalışıyordu, hepsi yakındı. Giyinip pencereye gitti ve onları gördü.

Beş lüks araba. Hepsi siyah ve koyu camlı. Mercedes S-Class, iki BMW 7 Serisi, bir Audi A8 ve bir Range Rover. Apartmanının önünde yarım daire şeklinde park edilmiş, sessiz bekçiler gibi duruyorlardı.

Mehmet’in ilk düşüncesi “Biri yardıma mı geldi?” değildi. “Ne yaptım ben?” oldu.

Hızla merdivenleri inip sokağa çıktığında, arabalar hala oradaydı. Sonra Mercedes’in kapısı açıldı ve zarif bir adam indi. Belki 60 yaşlarında, bakımlı ve muhtemelen Mehmet’in yıllık maaşından daha pahalı bir takım elbiseyle.

Doğrudan Mehmet’e yürüdü. “Mehmet Yılmaz Bey misiniz?” Mehmet başını salladı. “Evet.” Adam elini uzattı. “Ben Ali Öztürk. Dün kurtardığınız kızın babası.”

Mehmet’i güçlü bir şekilde sıktı. “Ben sadece onu hastaneye götürdüm.”

“Ve bununla hayatını kurtardınız,” diye düzeltti Ali. “Doktor, 10 dakika daha geç olsa çok geç olabileceğini söyledi. Kızım Elif, benim her şeyim. Annesi yurt dışında çalıştığı için annemle yaşıyor. Annem, onu o sıcakta üç sokak taşıdığınızı, bir saniye bile tereddüt etmediğinizi anlattı.”

“Herkes yapardı,” diye mırıldandı Mehmet.

“Hayır, herkes yapmazdı. Çoğu insan görmezden gelirdi. Ama siz yapmadınız. Ve bu yüzden buradayız.”

Diğer arabaların kapıları açıldı ve her birinden takım elbiseli birer adam çıktı. Ali onları tanıttı: “Bunlar arkadaşlarım, güvendiğim adamlar. Hepsi yaptığınızı duydu ve hepsi size teşekkür etmek istiyor.”

İlk adam, Kemal Demir adında bir inşaat firması sahibi, bir zarf uzattı. “Bu sizin insanlığınız için.” Zarfın içinde 10.000 lira vardı.

Mehmet şokla reddetti. “Ben alamam.”

“Lütfen. Eksik değil, ama size yardımcı olabilir.”

Sonraki adam, 10.000 lira daha. Sonra bir diğeri, ve bir diğeri. Her biri para veriyor, her biri yardım eden insan olduğu için teşekkür ediyordu. Sonunda Mehmet’in elinde beş zarf vardı. 50.000 lira. Bacakları titriyordu.

“Neden… neden bunu yapıyorsunuz?” diye sordu.

Ali gülümsedi. “Çünkü o, benim ışığım. Onu aptalca bir sıcak çarpmasından kaybetme düşüncesi… Sizin sayenizde kaybetmedik.”

Ali cebinden bir kartvizit çıkardı. “Bir ithalat ve ihracat şirketi işletiyorum. Büyük bir filo sahibiyiz. Güvenebileceğim, karakterli insanlara ihtiyacım var. İlgilenirseniz beni arayın. Size iş vereceğim.”

“Ama ben sadece bir tamirciyim.”

“Hayır, siz masrafına mal olsa bile doğru olanı seçen bir adamsınız. Bu, herhangi bir nitelikten daha değerlidir.”

Adamlar teker teker arabalarına binip gittiler. Mehmet, beş zarf ve bir kartvizitle kaldırımda tek başına kaldı.

Sekiz gün sonra Mehmet, Ali’yi aradı. Ertesi sabah metroyla Ali’nin merkezdeki modern cam ve çelik ofisine gitti. Ali, onu 20. kattaki, İstanbul manzaralı büyük ofisinde karşıladı.

“Size dürüst olacağım,” dedi Ali. “Sizi tamirci olarak işe almak için burada değilim. Benim 20 araçlık bir filom var; kamyonetler, arabalar, kamyonlar. Hepsinin bakıma, onarıma, denetime ihtiyacı var. Sizin, bu filoyu yönetmenizi istiyorum. Gerekirse ekip kurun. Her şeyin çalıştığından emin olun. Maaş ayda 5.000 lira artı primler.”

Mehmet dondu kaldı. 5.000 lira, neredeyse iki katı. “Benim yönetim deneyimim yok.”

“Öğrenirsiniz. Size zaman vereceğim. Ama dürüst birine, çalmayacak, güvenebileceğim birine ihtiyacım var. O kişi de sizsiniz.”

Mehmet derin bir nefes aldı. “Ne zaman başlıyorum?”

“Pazartesi.”

Böylece, sıcak bir öğleden sonra alınan tek bir kararla, Mehmet’in hayatı değişti. Hızlı öğrendi. Tedarikçilerle pazarlık etmeyi, bakım programlarını yönetmeyi. Üçüncü ayda Ali’ye 20.000 lira tasarruf ettirdi ve 10.000 lira prim kazandı.

Altı ay sonra Mehmet, Ali’nin Beykoz’daki büyük, beyaz evine akşam yemeğine davetliydi. Gergindi, ama evin içi ev yapımı yemek ve sıcaklık kokuyordu. Ali, karısı Zeynep’i, ninesi Fatma Hanım’ı ve Elif’i tanıttı.

Elif, 10 yaşında, sarı saçlı, mavi gözlü. Mehmet’i görür görmez koştu. “Beni kurtaran sizsiniz!”

Mehmet çömeldi. “Merhaba, nasılsın?”

“Harikayım! Doktor, hayatımı kurtardığınızı söyledi.”

Akşam yemeği kahkahalarla geçti. Herkes oturma odasına geçtiğinde Elif, Mehmet’e köşedeki bir masayı işaret etti. Defterini açtı. İçinde bir sürü çizim vardı.

“Önemli olan her şeyi çizerim. Bu sensin.”

Çizimi gösterdi: Küçük bir kız taşıyan bir adam. Arkada güneş, etrafta kalpler. Basit, çocuksu ama samimiydi.

Mehmet gözyaşlarını tuttu. “Bu çok güzel.”

“Tutabilirsin. Kahraman olduğunu hatırla diye.”

Mehmet çizimi katlayıp aldı. “Kahraman değilim. Sadece doğru olanı yaptım.”

“İşte bu seni kahraman yapıyor,” dedi Elif.

Üç yıl sonra Mehmet Yılmaz, tamirci değil, bir filo yöneticisi, bir iş adamı ve en önemlisi, bir vakfın kurucu ortağıydı. Ali, “İyi Seçim Vakfı”nı kurmuştu. Amacı, rahatlık yerine insanlığı seçtiği için işini veya güvencesini kaybeden insanlara mali ve hukuki yardım sağlamaktı. Mehmet, o zor durumda olmanın nasıl bir şey olduğunu bildiği için, bu girişimin en değerli parçasıydı.

İlk yararlanıcı, hasta belgesini tahrif etmeyi reddettiği için kovulan bir hemşireydi. İkincisi, bir öğrenciyi zorbalıktan koruduğu için işten atılan bir öğretmendi. Mehmet, her biri için oradaydı.

Ve sonra Hakan Yılmaz iflas etti. Kötü yönetim ve kayıplar yüzünden tamirhaneyi satmak zorunda kaldı.

Mehmet, tamirhaneyi satın aldı.

Tüm eski çalışanları geri aldı, maaşları artırdı, klima ve yeni aletler ekledi. Ve yeni bir politika ekledi: Bir tamircinin tehlikedeki birine yardım etmek için ayrılması gerekirse, hakkı vardı; sonuç yoktu, ceza yoktu. Çünkü bazı şeyler işten daha önemliydi.

Açılış gününde Ali ve şimdi 13 yaşında, uzun ve kendinden emin olan Elif oradaydı.

“Seninle gurur duyuyorum,” dedi Elif, Mehmet’e sarılarak. “Hep beş aldığını duydum.”

“Öyle. Çünkü doktor olmak istiyorum. Sen beni kurtardığın gibi insanları kurtarmak.”

Mehmet gülümsedi. Harika bir doktor olacağını biliyordu.

O akşam herkes gittikten sonra, Mehmet tamirhanede oturdu. Üç yıl önce Toyota’nın yanında diz çöktüğü, her şeyi kaybettiğini düşündüğü aynı yerde, şimdi bu yere sahipti. Saygı duyduğu bir ekibi vardı. İnsanlara yardım eden bir vakfı vardı.

Hepsi, çünkü sıcak bir öğleden sonra, korku yerine insanlığı seçti. Bir an, bir seçim her şeyi değiştirdi.

Bazen doğru olanı yaparsın ve bedel ödersin. Bazen her şeyi kaybetmek, önemli olan her şeyi kazanmanın başlangıcıdır. Mehmet, milyoner olmadı, ünlü olmadı ama seçimlerin bizi tanımladığını bilen bir adam oldu.

Ve bazen, evinin önündeki beş siyah araba bir tehdit değil, güzel bir şeyin başlangıcıdır.

 

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News