Yabancı Bir Adam Kapıya Geldi ‘Bebeğim Ölüyor’ Dedi – Kadın Emzirdi, Sonra Kasaba Linç Etmek İstedi!

Yabancı bir adam kapısına geldi. Bebeği ölmek üzereyken süt için yalvararak. Ama o genç kadın onu emzirdiğinde hiç hayal edemeyeceği şekilde ihtiyaç duyduğu anne ve onun ihtiyaç duyduğu aşk haline geleceğini asla tahmin edemezdi.
Adana’nın dağlık bölgesinde, rüzgarın acı ve umut hikayelerini taşıdığı yerde Gülsüm Yılmaz adında 23 yaşında bir kadın yaşıyordu. Karışık kanı onu kendi toprağında yabancı yapmıştı. Bronz ten güneşin altında parlıyordu ve siyah gözleri kalp dayanamayacak kadar çok şey kaybetmiş birinin hüznü taşıyordu. Yaşadığı ahşap kulübe şifacı olan büyükannesi Şerife’ye aitti. Şerife, Gülsüm’ü anne babası salgında öldükten sonra büyütmüştü. Ona şifalı otların sırlarını, Türkçe ve biraz da dedelerinin dilinde duaları ve her şeyden önemlisi sınırsız merhamet değerini öğretmişti. Şimdi büyükannesi de bahçedeki söğüt ağacının altına gömülmüş, Gülsüm Yeşilvadi köyü kasabasının reddini tek başına meydan okuyordu.
Kasaba kadınları Gülsüm kasabaya erzak almaya indiğinde fısıldaşırlardı. “İşte deli karışık geliyor” derlerdi. Çocuklarını ondan hastalık bulaşırmış gibi uzaklaştırarak, “Ruhlarla konuşurmuş ve sütü lanetliymiş.” Gülsüm başını dik tutarak yürümeyi öğrenmişti. Ama her kelime en derin yaraya eklenen bir kesikti: Kendi bebeğinin kaybı. 3 ay önce küçük Mehmet babasız doğmuştu. Gülsüm hiç unutmak istemediği bir şiddet gecesinin meyvesiydi. Ama o 6 ay yaşadığı süre boyunca bebek onun yaşam nedeniydi. Ateş onu aldığında Gülsüm ruhunun parçalandığını hissetti. Vücudu hala Mehmet için süt üretiyordu. Her gün kaybettiğini hatırlatarak.
Ekim ayının o öğleden sonrasıydı ki kader kapısına vurdu. Gülsüm şifalı otlar topluyordu ki yaklaşan bir atın sesini duydu. Başını kaldırdığında uzun boylu, güçlü bir adam gördü. Siyah mustenk üstünde. Bronz ten güneşin altında parlıyordu ve siyah saçları omuzlarına dökülüyordu. Deri pantolon ve pamuk gömlek giymişti. Ama Gülsüm’ün dikkatini en çok çeken göğsüne bastırdığı bohçaydı. Adam onu uzun bir süre izledi ve Gülsüm gözlerinde çok iyi tanıdığı bir çaresizlik gördü. Yavaşça attan indi ve ona yaklaştı.
Bir kelime etmeden bohçayı açtı ve birkaç aylık bir bebeği gösterdi. Solgun ve nefes almakta zorlanan. “Süt,” dedi ağır aksanla Türkçe, bebeği ve sonra onu işaret ederek. “Oğlum süte ihtiyacı var.” Gülsüm’un kalbi durdu. Bebek dudakları kupkuru ve gözleri çökmüş. Açık dehidrasyon belirtileri vardı. Tereddüt etmeden kollarını uzattı ve küçüğü aldı. O kadar hafi ki hafif bir hareketle kırılabilirmiş gibi görünüyordu. “Çok hasta,” diye mırıldandı Gülsüm. Bebeği büyükannesinin öğrettiği bilgelikle muayene ederek, “Ne kadar süredir yemek yemiyor.” Adam tam olarak anlamadı ama gözlerindeki aciliyet evrenseldi. Gülsüm onu içeri davet etti. Ocakta ateşin sıcak yandığı kulübeye, jestlerle oturmasını söyledi ve bebeği daha detaylı incelemeye başladı. “Adem!” dedi adam kendini işaret ederek. Sonra bebeğin alnına dokundu. “İbrahim! Oğlum! İbrahim!” Gülsüm başını salladı ve kendini işaret etti. “Gülsüm!” Sonra bebeği kucağında ateşin yanındaki sallanan sandalyeye yöneldi. Anne içgüdüsü, kaybettiğini sandığı içgüdü ezici bir güçle uyandı. Başka düşünmeden bebeği göğsüne yerleştirdi ve emzirmeye başladı.
Adem onu hayranlık ve şaşkınlık karışımıyla izledi. Dakikalar önce çaresizlik gösteren gözleri şimdi ifade edemediği bir duyguyla parlıyordu. İbrahim Gülsüm’a en karanlık anında kurtuluş bulan biri gibi yapıştı. Ertesi saat boyunca Gülsüm bebeği besledi. Adem ise sessizce oturdu, her hareketi izleyerek. İbrahim sonunda doyduktan sonra sakin uyudu. Gülsüm daha önce aylardır hissetmediği bir huzur hissetti.
“Teşekkür ederim,” diye mırıldandı Adem Türkçe ve sonra Gülsüm’un büyükannesinin öğrettiği sayesinde mükemmel anladığı dilinde bir şeyler ekledi. “Oğlumu kurtardın.” Gülsüm bebeği temiz bir battaniyeye sarılı olarak ona geri verdi. “Her birkaç saatte bir yemesi gerekiyor,” diye açıkladı jestlerle ve hatırladığı birkaç kelimeyle. “Çok zayıf.” Adem başını eğdi. “Anne,” dedi, “sadece öldü. Savaş, askerler.” Gülsüm’un kalbi sıkıştı. En çok sevdiğini kaybetmenin acısını çok iyi biliyordu. Düşünmeden Adem’in eline yumuşakça dokundu. “Çok üzgünüm,” diye fısıldadı.
Adem ayrılmaya hazırlanırken Gülsüm hayatını sonsuza kadar değiştirecek bir karar aldı. “Yarın geri gel,” dedi. Jestlerle anlamasını sağlayarak. “İbrahim’in süte ihtiyacı var. Bende süt var.” Adem onu yoğun bir şekilde inceledi. Yavaşça başını salladı ve kalbine elini koydu. Sonra ona doğru uzattı. Saygı ve minnettarlık gösteren bir jest.
O gece Gülsüm uyuyamadı. Aylardır ilk kez yararlı, gerekli hissediyordu. Bir amacı vardı acısında. Başka bir savunmasız varlığı kurtarmanın bir yolu. Şafak ufukta belirdiğinde ve Adem’in İbrahim’i kucağında geri döndüğünü gördüğünde kaderin bu aileyi bir sebepten dolayı yoluna koyduğunu biliyordu. Ama bilmediği şey şefkat dolu bu eylemin sadece kasabadan değil, sevgi dolu iki kalp arasındaki anlaşılmazlığı aşmaya kararlı olanların öfkesini de körükleyeceğiydi.
Birlikte Çalışan Kalpler
Takip eden günler Gülsüm için kutsal bir rutine dönüştü. Her sabah Şafaktan sonra Adem İbrahim’le gelirdi. Bebek yanaklarında renk kazanmış ve gözleri ilk geldiğindeki canlılığı göstermeye başlamıştı. Gülsüm herkes onu beslediğinde kendi kırık kalbinin iyileşmeye başladığını hissediyordu.
Adem fazla konuşmayan biriydi ama varlığı kulübeyi Gülsüm’ün unuttuğu bir enerjiyle dolduruyordu. İbrahim uyurken ona nasıl bakışını izliyordu, koruyucu bir sevgiyle. Bazen bebeği uykuya dallarken ikisi sessizce oturur. Sadece bakışlar ve basit jestlerle kelimelerden daha fazlasını söyleyen bir dille iletişim kurarlardı.
Bir öğleden sonra İbrahim uyurken Adem ona dilinde konuşmaya başladı. Her kelimeyi tam anlayamasa da Gülsüm minnettar ve daha derin bir şeyin tonunu tanıyordu. “İyi bir annesin,” dedi Adem sonunda bozuk Türkçesiyle ve o kelimeler Gülsüm’ün kalbine balsam gibi geldi. “Anlaşılıyor,” diye yanıtladı Gülsüm şaşırarak kendi sakinliğine. “Ben de buna ihtiyacım vardı.”
Kasabanın Öfkesi ve İmamın Merhameti
Ama o sessiz anların huzuru sonsuza kadar süremezdi. Yeşilvadi köyü kasabası küçüktü ve sırlar uzun süre saklanmazdı. Çamaşırcı Zehra ilk sabah erkenden Gülsüm kulübesinden çıkan Adem’i gördü. Gözleri büyüdü yabancının inkar edilemez varlığını görünce. Öğlene kadar tüm kasaba Gülsüm’ün ihanetinden bahsediyordu.
Ramazan Bey’in kahvehanesinde erkekler toplandı. Ramazan orta yaşlı, gürb, başkalarından üstün ırk saflığını korumaktan bahsettiğinde gözleri zalimlikle parlayan bir adamdı. “O deli karışık bir yabancının yavrusunu besliyor,” dedi Ramazan yumruğuyla masaya vurarak. “Sırada ne olacak? Tüm göçebeleri kasabamıza yerleşmeye mi davet edecek?”
Köyün imamı Mehmet, yıllardır kasabaya hizmet eden yaşlı bir adam, dedikodu büyüyen endişeyle dinlemişti. Gülsüm’ü çocukluğundan beri tanıyordu ve kalbinin temiz olduğunu biliyordu. Bir öğleden sonra onu ziyaret etmeye karar verdi, gerçeği kendisi görmek için. Kulübeye vardığında Gülsüm Veranda İbrahim’i emzirirken Adem küçük bir tahta oyuncak oymaktaydı. Sahne kutsal aile resimlerini hatırlatan bir huzura sahipti.
“İyi günler kızım,” dedi İmam Mehmet sıcak sesiyle. Gülsüm şaşırmış ama korkmuş görünmüyordu. “İmam Efendi, sizi burada görmek onur.” Adem hemen ayağa kalktı. Eli içgüdüsel olarak bıçağına gitti. Ama Gülsüm onu sakinleştirici bir işaretle durdurdu. “Arkadaş,” dedi ona az bildiği dilde. “Kutsal adam.”
İmam Mehmet yavaşça yaklaştı ve Adem onu ihtiyatla ama düşmanca olmayan bir şekilde izledi. “Bebeği görebilir miyim?” Gülsüm başını salladı ve İmam Mehmet İbrahim’in sakin yüzüne baktı. “Güzel,” diye mırıldandı. “Çocuklar her zaman Allah’ın bereketleridir. Nereden gelirlerse gelsinler.” O sözler Gülsüm için gelen fırtınada ilk umut ışığı oldu.
Hesaplaşma ve Kaçış
Korkulan gün iki gün sonra geldi. Gülsüm İbrahim’i beslerken bir kalabalığın sesini duydu. Pencereden baktığında Ramazan Bey başta olmak üzere bir düzine adamın kulübesine yaklaştığını gördü. “Gülsüm Yılmaz,” diye haykırdı Ramazan. “Seninle konuşacağız.” Adem zaten ayaktaydı. Tehlikeyi içgüdüsel olarak hissederek, “Git,” diye fısıldadı Gülsüm ona. “İbrahim’i al ve git arka yoldan.” “Seni bırakmam,” diye karşı çıktı Adem. “Gitmelisin,” diye ısrar etti Gülsüm. “İbrahim güvende olmalı. Ben onlarla başa çıkarım.” Adem İbrahim’i aldı ama gitmeye isteksizdi. Gülsüm’un yüzüne son bir kez baktı. Minnettar ve başka bir şey. Adını koyamadığı bir şey vardı. Sonra gölgeler içinde kayboldu.
Gülsüm derin bir nefes alıp dışarı çıktı. Ramazan ve adamları kulübeyi çevrelemişti. Bazıları silah taşıyordu. “Gülsüm,” dedi Ramazan soğuk bir sesle. “Düşmana yardım ettin. Bunun sonuçlarını biliyorsun.” “Bir bebeğe yardım ettim,” diye düzeltti Gülsüm sesini dik tutarak, “ölmekte olan masum bir çocuğa.” “İbrahim sadece bir bebek,” dedi Gülsüm. “Kimseye zarar veremez. Büyükannesi bana ‘herkes Allah’ın yaratığıdır’ diye öğretti.”
İmam Mehmet kalabalığın arasından çıktı. “Ramazan Bey,” dedi sakin ama sert bir sesle. “Bu kadın peygamberimizin öğrettiği merhametin ta kendisini gösterdi. En zayıfları korumak.” Kasaba kadınlarından biri, yaşlı Ayşe öne çıktı. “Ben bir anneydim uzun yıllar,” dedi. “O bebeği gördüm. Ölüyordu. Bu kadın yapabileceğini yaptı. Bu yanlış mı?” Başka kadınlar da mırıldanmaya başladı. Saldırganlık duygusu yavaşça erimekteydi.
“Üç gün,” dedi Ramazan. “Üç gün bu kasabadan uzak dur. Eğer o yabancıyı bir daha görürsek her ikinizi de öldürürüz.”
Adamlar gitti ama Gülsüm tehlikenin geçmediğini biliyordu. Eşyalarını hızla topladı. Güneş batmadan önce kasabayı terk etmesi gerekiyordu. “Nereye gideceksin?” “Dağlara,” dedi Gülsüm. “Adem güvenli bir yer olduğunu söyledi.”
Dağlarda Aşk ve Aile
Dağlara doğru yolculuk Gülsüm’ün hayal ettiğinden daha zordu. Şafak sökerken nihayet Adem’in tarif ettiği işareti gördü. İki büyük kayanın arasında dar bir geçit. İçeri girdiğinde kendini gizli bir vadide buldu. Doğal mağaralarla çevrili kayalık duvarlarda. Duman bir mağaradan yükseliyordu. “Adem!” diye seslendi. Bir an sonra Adem mağaradan çıktı. İbrahim kollarında. Gülsüm’ü görünce yüzü önce şaşkınlık sonra endişe ifadesi aldı. “Ne oldu?” diye sordu. “Kasaba,” dedi Gülsüm nefes nefese. “Beni gördüler, tehdit ettiler. Gelmek zorunda kaldım.” “Burada güvenli. Sen ve İbrahim beraber.”
Takip eden günler Gülsüm için bir keşif oldu. Adem’in topluluğu yakındaki mağaralarda yaşayan diğer aileler onu dikkatle karşıladılar. “Sen anne değilsin ama anne gibisin,” dedi yaşlı Fatma, toplumun büyüklerinden biri, Gülsüm’ün anladığı dilde. “Kalbin temiz. Hoş geldin.”
Ama en önemli değişim Gülsüm ve Adem arasındaydı. Her gün birlikte İbrahim’e bakarlardı. İkisi bir tım gibi çalışıyordu. Kelimeler gereksizdi çünkü hareketleri senkrondur. Akşamları İbrahim uyuduktan sonra ateşin başında oturur, konuşurlardı. Adem’in Türkçesi gelişiyordu ve Gülsüm de onun dilini öğreniyordu.
“Sen sadece İbrahim’in annesi değilsin,” dedi Adem bir gece, Gülsüm’ün elini tutarak. “Sen benim… Sen benim kalbim.” O anda Gülsüm aradığını bulduğunu anladı. Sadece bir bebeği besleme amacını değil, gerçek bağlantıyı, gerçek aşkı. Öpüştüklerinde ay ışığı altındaydı. İbrahim mağarada sakin uyurken, ilk öpücük nazik, çekingen ama saniyeler geçtikçe yoğunlaştı. İki yaralı ruhun nihayet tedavi bulması. “Benimle kal,” dedi Adem. “Sen ve ben ve İbrahim. Aile.” “Evet,” dedi Gülsüm. “Aile.”
Yeni Hayat ve Sonsuz Miras
Ertesi günler mutlulukla geçti. Gülsüm ve Adem artık sadece İbrahim’in ebeveynleri değil, birbirlerinin partnerleriydiler. Topluluk da kabul etmişti onları.
Fakat Ramazan Bey vazgeçmemişti. Bir grup paralı askerle anlaşma yaptı. Vadiye saldıracaklar. Topluluk haberi önceden aldı ve Adem hemen harekete geçti. Göç kararı aldılar. Hamile Gülsüm için yolculuk zordu (Fatma’nın yardımıyla bir kanamayı atlattı) ama Adem her adımda yanındaydı.
Yeni vadiye vardıktan birkaç gün sonra İmam Mehmet Vadiye geldi. “Seni aramaya geldim kızım,” dedi. Ramazan Bey’in öldüğünü (kalp krizinden) ve kasabada yeni, barış isteyen bir lider olduğunu söyledi. “Yani geri dönebilir miyim?” diye sordu Gülsüm. “Eğer istersen,” dedi İmam Mehmet. “Ama bence burada mutlusun. Neden geri dönmek isteyesin ki?” Gülsüm Adem’e baktı. “Haklısınız. Benim yerim burası.”
Dokuz ay sonra bir kız bebek dünyaya geldi. Ona Şerife adını verdiler büyükannesinin anısına. Yıllar geçti. İbrahim ve Şerif’e büyüdüler. Sonra bir oğul daha geldi. Mehmet adını verdiler Gülsüm’ün kaybettiği ilk bebeğinin anısına.
Gülsüm kasabada efsane oldu. O, kan bağı olmayan ama sevgi bağı olan ailesini bulmuştu. Gülsüm’ün öğrettiği en önemli ders şuydu:
“Annelik doğumda değil, kalpte başlar. Bir bebeği beslemek cesaret ister. Ama o bebeği sevmek mucize yaratır ve o mucize hayatları sonsuza kadar değiştirir.”