Yaşlı kadın bir kurdun kapana kısıldığını gördü… ve sonra ne yaptı?

Kışın Sessiz Şarkısı
Bir çığlık ormanın sessizliğini parçaladı.
İnsan değildi ama biri yardım istiyormuş gibi yankılandı. Elizabeth, kalın battaniyesine sarıldı, el fenerini aldı ve dışarı çıktı. Rüzgar, ona buz gibi bir yumruk gibi çarptı. Her adımı karın içine gömülüyordu. Ses, arka taraftaki köknarların ötesinden geliyordu.
Orada, karın üstünde bir kurt yatıyordu.
Koyu gri, devasa bir kurt. Bir ayağı paslı bir kapanın içinde sıkışmıştı. Metal acımasız bir şekilde parlıyordu. Hayvan titriyordu; altın gözleri Elizabeth’in gözlerine kilitlenmişti. Nefret yoktu o bakışta, sadece acı ve sessiz bir yardım isteği.
Elizabeth diz çöktü. Metal o kadar soğuktu ki parmaklarını yakıyordu. Kurt zayıfça homurdandı.
“Sakin ol,” dedi yaşlı kadın, “artık kimse sana zarar vermeyecek.”
Tüm gücünü toplayıp kapanı açtı. Demir gıcırdadı. Kurt yana devrildi, bitkin. Elizabeth ne yapacağını bilemedi. Gidip hiçbir şey olmamış gibi davranabilirdi.
Ama o gözlerde bir şey onu durdurdu.
Battaniyesini kurtun üzerine örttü, nefes nefese onu kulübesine sürükledi. O gece rüzgar çatıyı döverken, içeride iki canlı—biri insan, biri vahşi—hayata tutundu.
Elizabeth, kurdu ateşin yanına yerleştirdi.
Nefesi düzensizdi. Vücudu güçle kırılganlık arasında bir yerdeydi. Yarayı sıcak su ve bitkilerle temizledi. Buhar, kulübeyi toprak ve duman kokusuyla doldurdu.
“Hareket etme, rüzgarın oğlu,” diye fısıldadı.
Kurt cevap vermedi ama gözleri onu dikkatle izliyordu, anlamaya çalışır gibi.
O ilk gece Elizabeth hiç uyuyamadı.
Hayvan huzursuzdu, inliyordu. Kadın onu okşayarak, mırıldanarak sakinleştirdi. Ateş çıtırdıyordu, rüzgar camları dövüyordu. Sabah olduğunda kurt ona bakıyordu. Göz göze geldiler.
Elizabeth yıllar sonra ilk kez gülümsedi.
“Hâlâ buradasın,” dedi. “Bu bile bir şey.”
Günler birbirine benzerken, bir yandan da farklıydı.
Yaşlı kadın kökleri öğütüyor, çorba pişiriyor, sargıları değiştiriyordu. Dışarıda dünya bembeyaz bir çöl gibiydi. İçeride ise hayat yeniden ses buluyordu.
Bir öğleden sonra, pencere kenarında bitki öğütürken arkasında bir ses duydu.
Döndü. Kurt ayağa kalkmıştı. Gölgesi duvarda uzanıyordu. Elizabeth kıpırdamadı. Hayvan yavaşça yaklaştı. Sessizlik bıçak gibiydi, ama saldırmadı. Sadece ateşin yanında yere uzandı.
O basit hareket, Elizabeth’in içini yıktı.
Ölen kocasını, geri dönmeyen çocuklarını, yalnız geçen kışları düşündü ve sessizce ağladı.
O günden sonra kurt hep şöminenin yanında uyudu.
Elizabeth ona insanmış gibi konuştu. Geçmişin hikâyelerini anlattı. Bazen o sarı gözlerde bir anlayış görüyordu.
Ona “Cor” adını verdi. Eski Inuit dilinde “rüzgarın oğlu” demekti.
Cor dinliyordu.
Bazen gözlerini kapatıyor, bazen başını kaldırıp dikkat kesiliyordu; sanki eski bir şeyi hatırlıyor gibi.
Elizabeth, ormanın onları izlediğini hissetmeye başladı.
Bazı geceler dışarıda adımlar duyuyordu—belki kurtlar, belki anılar.
“Korkma,” diyordu fısıltıyla, “bu kez yalnız değilim.”
Kış ilerledi. Haftalar ay oldu.
Bir sabah Cor, topallamadan ayağa kalktı. Açık kapıda durdu. Güneş çamların arasından yükseliyordu. Elizabeth onu izledi. Ne olacağını biliyordu.
Cor başını kaldırıp uzun, derin bir uluma savurdu. Ses vadiye yayıldı, sanki ormanın ötesindekileri çağırıyordu.
“Gidiyorsun, değil mi?” diye fısıldadı Elizabeth.
Kurt ona son bir kez baktı, sonra ağaçların arasında kayboldu. Kulübe tekrar sessizliğe gömüldü.
Elizabeth battaniyesini ellerinde tutarak ayakta kaldı. O vedanın yalnızca bir başlangıç olduğunu bilmiyordu.
Kış acımasızdı.
Her gün daha beyaz, daha sessiz, daha yalnızdı. Güneş bir saatliğine görünür, sonra gölgeler tekrar dünyayı sarardı. Elizabeth her sabah kapıyı açar, aynı ölü dünyayı görürdü.
Odun azaldı, yiyecek de öyle.
Bir gece, ateş sönmek üzereyken dışarıdan ağır bir ses duydu. Tahta gıcırtısı değildi; başka bir şeydi.
Lambasını alıp kapıyı açtı.
Soğuk hava bıçak gibi kesti.
Kapısının önünde ölü bir geyik vardı.
Boynu soğuktan buhar çıkarıyordu.
Elizabeth göğsünü tuttu, ormana baktı ve onu gördü.
Ağaçlar arasında gri bir siluet.
“Cor,” diye fısıldadı.
Kurt başını kaldırdı, ona baktı ve kayboldu.
Elizabeth anladı:
Bu bir hediyeydi, ormanın vahşi dilinde bir teşekkür.
O günden sonra hediyeler tekrarlandı.
Bazen tavşan, bazen donmuş et, bazen sadece taze izler—evinin etrafında görünmez bir kucak gibi.
Elizabeth, taşın üstüne ekmek ve çorba bırakmaya başladı.
Kim aldığını hiç görmedi ama her gece dağlarda ulumalar duyuyordu.
Artık çığlık değil, şarkıydı.
“Beni unutmamışsın,” diye fısıldadı ormana bakarak.
Yıllardır ilk kez bir yere ait olduğunu hissetti.
Kış daha da sertleşti.
Bir fırtına vadiyi vurdu. Çatı karın ağırlığıyla gıcırdıyordu. Ateş zar zor yanıyordu.
O gece, rüzgarın uğultusu arasında farklı, yakın, acil bir uluma duyuldu.
Elizabeth sendeleyerek kalktı.
Kapıyı araladı.
Cor oradaydı, buzla kaplı, gözleri kor gibi yanıyordu.
“Cor, neden geldin?”
Kurt geri çekildi, ormana baktı, sonra Elizabeth’e döndü—sanki onu takip etmesini ister gibi.
Yeniden uludu.
Fırtınada başka gölgeler belirdi—onlarca kurt, bir sürü bekliyordu.
“Ne göstereceksin bana?” diye sordu titreyerek.
Rüzgar kapıyı zorladı.
“Yarın… yarın anlarım,” dedi kapıyı kapatırken.
Ama yarın olmadı.
Sabah, Elizabeth yatağında yatıyordu.
Ateşi vardı.
Ateşe ulaşmaya çalıştı ama gücü yoktu.
Orman onu duydu—onu yalnız bırakmayacaktı.
Güneş yükselince sürü geri geldi.
Cor kapıya yaklaştı, kokladı, tırmaladı.
Kimse cevap vermedi.
O zaman başını kaldırıp derin bir uluma savurdu; öyle bir ses ki karı bile titretti.
Bu bir çağrıydı, bir yalvarış, bir emir.
Vadi yankılandı.
Orman duydu.
Saatler sonra, oduncular o sürekli ulumayı duyup geldiler.
Bir saldırı sandılar ama gördüklerinde nefesleri kesildi.
Kulübenin etrafında bir sürü kurt, hepsi sessiz, dua eder gibi.
Alfa Cor kapının önünde bekliyordu.
Adamlar korkarak yaklaştı.
Kurtlar sadece biraz çekildi, yol açtı.
İçeride yaşlı kadını baygın buldular; battaniyeye sarılmış, ateş sönmüş.
Biri yardım getirmeye koştu, diğerleri onu sardı.
Dışarı çıkarırken kurtlar sadece izledi—ne hırladılar, ne saldırdılar.
Olağanüstü bir huzur vardı bakışlarında.
Helikopter geldiğinde sürü hâlâ oradaydı.
Elizabeth kaldırıldığında kurtlar da ayrıldı.
Cor en son gitti.
Rüzgar karı sürükledi, izleri sildi, orman yine sessizliğe döndü.
Ama o gece birileri tek bir uluma duydu—veda değil, bir söz gibi.
Elizabeth gözlerini açtığında hâlâ rüya gördüğünü sandı.
Tavan ahşap değil, beyazdı.
Hava alkol ve metal kokuyordu.
Bir hemşire gülümsüyordu.
“Şanslısınız, tam zamanında buldular,” dedi.
Elizabeth sadece soğuğu ve karanlıkta altın gözleri hatırlıyordu.
“Kim haber verdi?” diye fısıldadı.
Hemşire tereddüt etti:
“Diyorlar ki bir kurt sürüsü rehberlik etmiş, özellikle gri bir erkek kurt.”
Elizabeth gözlerini kapatıp gülümsedi.
Daha fazla açıklamaya gerek yoktu.
Cor sözünü tutmuştu.
Aylar geçti, kar eridi, ağaçlar buzunu bıraktı, vadi yeniden nefes aldı.
Elizabeth kulübesine döndüğünde güneş çöl gibi parlıyordu.
Yavaş yürüdü, bastonuna yaslanarak.
Hava toprak ve anı kokuyordu.
Ev hâlâ oradaydı—yaşlı, yorgun ama canlı.
Kapıda durdu ve fısıldadı:
“Teşekkür ederim.”
İçeride her şey bıraktığı gibiydi.
Ateş uyuyor, battaniye, tahta çanak.
Her çatlak bir anı taşıyordu.
Ateşi yaktı, oturdu.
Çıtırdayan odun sesiyle eski bir melodiyi mırıldandı—annesinin ona söylediği, dünyanın hâlâ sıcak olduğu zamanlardan.
O zaman duydu; uzak, ama kesin bir uluma.
Elizabeth hareketsiz kaldı.
Bir uluma daha, bir tane daha—vadi şarkı söyledi.
Dışarı çıktı, sarınmış halde.
Buz botlarının altında eriyordu.
Tepede beş kurt izliyordu ve aralarında gümüşi gri olan…
Elizabeth titreyen elini kaldırdı, çağırmak için değil, teşekkür etmek için.
Cor ona bakıyordu, kararlı ve dingin.
Sonra başını kaldırıp göğe uludu.
Diğerleri de katıldı.
Güçlü, saf bir şarkı; dağlarda yankılandı, yaşlı kadının kalbinde çınladı.
Elizabeth gülümsedi ve bir an için adını ulumalar arasında duyduğunu sandı.
Yaz kısa, sonbahar kısaydı; kış tam zamanında geri döndü.
Elizabeth son aylarını yazmakla geçirdi.
Eski bir deftere titrek harflerle düşüncelerini bıraktı:
Tüm mucizeler kanatlarla gelmez.
Bazıları dişlerle, altın gözlerle ve ormanın sessizliğiyle gelir.
Bir kurt baktım, o da bana baktı.
Belki doğa ödüllendirmez, sadece hatırlar.
İlk kar yağdığında, vadinin komşuları Elizabeth’i köye inmeyince aramaya geldiler.
Onu sandalyede, ateşin önünde uyur halde buldular.
Defteri kucağında açıktı.
Dışarıda kar her şeyi örtüyordu ve tepede kurt izleri, çok sayıda, kulübenin etrafında bir koruma halkası gibi.
O günden sonra her kış, oduncular ormandan bir sürü kurtun kulübeye gelip uluduğunu anlatır.
Bazen ağaçlar arasında beyaz bir siluet—yaşlı bir kadın ve gri bir kurt—görülür.
Orman, derler, onu korkmadan seveni asla unutmaz.
Ve minnettarlık, yaşamdan daha uzun sürebilir.
SON