Zengin Kadın Yörüğ’ü Çiftliğinden Kovmaya Gitti – Fakat Gördükleri Karşısında Şok Oldu!

Zengin Kadın Yörüğ’ü Çiftliğinden Kovmaya Gitti – Fakat Gördükleri Karşısında Şok Oldu!

Bozkırda Kök Salanlar

1878’de Anadolu bozkırlarının kurak topraklarında Münire Hanım’ın adı saygı ve mesafeyle anılırdı.
26 yaşındayken gerçek aşkı bulabileceğine inanmıştı. Başkentli, nüfuzlu bir tüccarla nişanlanmıştı. Ailesi mutluydu, gelecek parlaktı. Ancak bir gün, ailenin tanıdığı bir hekim Münire’nin belki hiç çocuk sahibi olamayacağını söylemişti. Söz kulaktan kulağa yayılmış, nişanlı erkek kısa, resmi, acımasız bir mektupla nişanı bozmuştu. O günden sonra Münire kalp kapılarını kapatmış, kimseye zayıflık göstermeyeceğine yemin etmişti. Çiftliği babasından devralmış, erkeklerle pazarlık yapmış, aldatmaya çalışanlara karşı sert davranmıştı. Kimseye ihtiyacı olmadığını kanıtlamıştı.

Ama geceleri bozkırın sessizliği pencerelerden içeri süzüldüğünde göğsünde bir boşluk hissederdi. 30 yaşını geçmişti artık. Hayatı çiftlik hesapları, sınır anlaşmazlıkları ve soğuk yalnızlıktan ibaretti. Ta ki o Eylül sabahına kadar.

Sınırda Bir Yörük

Çobanbaşı Mehmet koşarak geldi. Şapkası eğri, yüzü gergindi. “Hanımefendi, sınırda bir adam gördüm. Yörük olmalı. Kurumuş dere yatağında.” dedi. Yörükler göçebe halklardı. Bazısı zararsız, bazısı saldırgandı; ama hepsi yabancıydı. Münire’nin topraklarına izinsiz girmeleri hakaret sayılırdı. Münire sessizce dinledi. Sonra atını hazırlatmasını emretti. Tüfeğini aldı, kimseye haber vermedi. Kibirliydi; kendi topraklarındaki sorunu kendi halledecekti.

Öğle sıcağında bozkıra çıktı. Güneş ensede yakıyordu, rüzgar ince toz kaldırıyordu. Uzakta akbabalar daire çiziyordu. Münire atını sürerken her tarafı gözlüyordu. Her kaya bir pusu olabilirdi. Dere yatağına yaklaştığında attan indi, yaya ilerledi. Tüfek omuzundaydı, adımları ölçülüydü. Dere yatağı toprakta eski bir yara gibiydi. Dibinde hala ince bir su çizgisi vardı. Güneşte parlıyordu.

Dar geçidi dönünce gördü. Yörük oradaydı. Köylerde Kemal adıyla bilinen adamdı bu. Uzun boylu, geniş omuzluydu. Kollarında savaş izleri vardı. Saçı kısa kesilmişti, sakallıydı. Kimseden korkmayan bir duruşu vardı. Ama şimdi diz çökmüştü. Suyun başında, kucağında küçük bir çocuk vardı.

Yaralı Çocuk ve Karar Anı

Münire dondu. Çocuk 3-4 yaşlarındaydı. Yüzü toz ve ateşle kaplıydı. Bacaklarından biri dallarla sarılmıştı, acele yapılmış bir atel. Kız humma içinde inliyordu. Kemal ıslak bezle alnını siliyor, yavaş ve özenli hareketlerle kendi dilinde mırıldanıyordu. Yanlarında otlar sergiliydi, su kabı vardı. Çocuğu hayatta tutmaya çalıştığının işaretleri.

Münire kımıldayamadı. Tüfek elinde ağırlaştı. Aklı bağırıyordu: “Nişan al! Bu düşmandı, tehlikeliydi.” Öğretildiği buydu. Ama gözleri başka bir şey görüyordu. Korkunç savaşçı, ölmekte olan bir çocuğa usulca ilgiyle bakıyordu. Sanki dünyada en kırılgan şeyi tutuyordu.

Münire’nin göğsünde eski, gömülü bir acı kıpırdadı: Anne olma hayali. Korumak, beslemek, küçük bir yaşamın kendisine ihtiyaç duyduğunu hissetmek. Bunu kendisinde öldürmüştü. Ama şimdi Kemal’in çocuğa bakışı tüm savunmalarını delip o gömülü yere ulaştı. Zaman durdu.

Tek bir kelimeyle her şey değişebilirdi. Bağırabilirdi, nişan alabilirdi, Yörük’ü teslim olmaya zorlayabilirdi veya askerleri çağırabilirdi. Kemal’in yerini biliyordu, başına ödül konmuştu, para kazanabilirdi. Her şey mantıklıydı. Ama çocuğun gözlerindeki ateş onu başka bir gerçeğe götürdü. Kemal’in ateli düzeltişindeki aciliyet, hesap yapan bir suçlunun davranışı değildi. Kızını kaybetmek üzere olan babanın çaresizliğiydi.

Münire o çaresizliği tanıyordu. Aynada görmüştü; bedeni her ay ona asla olmayacak şeyi hatırlattığında. Kız öksürdü, zayıf ve kuru. Kemal onu göğsüne kaldırdı, dikkatle tutuyordu. İşte o zaman Kemal başını kaldırdı, gözleri Münire’ninkilerle buluştu. Yüzünde şaşkınlık yoktu, sadece sessiz bir değerlendirme. Kızı bırakmadı, silaha uzanmadı, sadece daha sıkı tuttu. Sanki vücuduyla tehlikeyi engelleyebilirmiş gibi.

İlk Yakınlaşma

Birkaç saniye hiçbiri kımıldamadı. Rüzgar sıcak toprak ve adaçayı kokusu getiriyordu. Dere suyu taşlar arasında uğulduyordu. Münire, o anda vereceği kararın kim olduğunu belirleyeceğini hissetti. Çiftliklerinin ve sözleşmelerinin ötesinde tüfeği indirdi. Yavaş, kararlı. Kemal’in omuzları hafifçe gevşedi ama bakışı dikkatli kaldı.

Münire öne doğru adım attı. Sonra bir tane daha. Yavaşça yaralı hayvana yaklaşır gibi. Yeterince yakın olduğunda çocuğun yüzünü daha net gördü. Dudakları çatlamıştı, derisi çok sıcaktı, nefesi sığdı. “Çok hasta,” dedi Münire. Sesi kısıktı, kendine bile garip geldi. Kemal ona uzun süre baktı, sonra başını salladı. “Ateş,” dedi. İyi Türkçeyle ama vurgusu farklıydı. “Üç gün, bacak kırık, düzelmiyor. Su var, ot var, ama yetmiyor.”

Münire duraksadı, doğru kelimeyi arıyordu. “Daha fazlasına ihtiyacı var. Güvenli yere ihtiyacı var.” En yakın kasaba onları kabul etmezdi, özellikle Kemal’i. Askerleri çağırırlardı. Münire bunu biliyordu, Kemal de. “Çiftliğim iki saat uzakta,” dedi Münire kendi sesine inanamıyordu. “Erzak var, ilaç var. Yardım edebilirim.”

Kemal şüphe ve umut karışımıyla baktı. “Neden?” diye sordu. Sesi nazikti, adil soruydu. Münire içinde cevabı aradı. Sadece basit, acı gerçeği buldu. “Çünkü birini korumak isteyip yapamamak ne demek biliyorum.” Daha fazla söylemedi. Kırılan nişandan, aşağılanmadan, gömülü hayalden bahsetmedi. Ama sesinde bir gerçek vardı. Kemal onu duymuş olmalıydı. Çünkü kıza baktı. Uzun sessiz bir an sonra başını salladı.

Çiftlikte Sığınma ve İyileşme

Taşımayı organize etmek beklenenden kısa sürdü. Münire çit tamirleri için kullandığı küçük bir arabası vardı. Çalıların arasında saklanmıştı. Dere yatağını getirdi. İkisi birlikte kızı en iyi şekilde yerleştirdiler. Örtülerle, su şişeleriyle çevrelediler. Kemal arabanın yanında yürüdü, eli hep çocuğun yakınındaydı, gözleri ufku tarıyordu. Dönüş yolu uzun ve gergindi. Münire sadece kendi bildiği yan yolları seçti. Ana yollardan kaçındılar.

Akşam çiftliğin binalarını gördüklerinde Münire verdiği kararın ağırlığını hissetti. Geriye dönüş yoktu. Çobanlar Kemal’i gördüğünde her şey değişecekti: itibarı, işleri, toplumdaki yeri, her şey tehlikede olacaktı. Ama arkaya baktığında Kemal’in kızın küçük elini tuttuğunu gördü. Ona kendi dilinde fısıldıyordu. Münire aynı kararı tekrar verirdi.

Çiftliğe vardıklarında tepki anındaydı. Ağıldaki çobanlar dona kaldı. Bazıları aletleri düşürdü. Kuyudan su taşıyan kadın çarpı işareti çıkardı. Yayılan sessizlik her bağırıştan ağırdı. Münire attan indi, sesi hızlı ve keskindi. “Doğu kanadındaki misafir odasını hazırlayın,” diye emretti. “Sıcak su, temiz örtüler.” Kimse kımıldamadı, hepsi Kemal’e bakıyordu. Kız kucağındaydı, bakışlardan onu koruyordu.

Münire sesini yükseltti: “Şimdi dedim! Biri kasabaya gitsin, Hacer Ana’yı getirsin. Acil olduğunu söyleyin. Çocuk ölüyor.” Yaşlı ebenin adı felci kırdı. Çobanlar öğretildiği gibi hareket etti. Münire’ye itaat ediyorlardı, ama yüzleri şüphe ve korku gösteriyordu.

İyileştirme ve Sırlar

Hacer Ana’nın gelişi gergin sessizliği kesti. Yaşlı kadın 60 civarındaydı, küçük ama elleri sağlamdı. Bölgede ot ve dualarla ünlüydü. Kapıdan tereddütsüz girdi, gözleri kısaca Kemal’e takıldı. İfadesini Münire okuyamadı. “Ne kadar zamandır böyle?” diye sordu yatak başına yaklaşarak. “Üç gün ateşle,” dedi Münire. “Bacak kırık, susuzluk.”

Ebe sessizce muayene etti. Çocuğun alnına dokundu, göz kapaklarını kaldırdı, kırığı bilir gibi muayene etti. “Kaynatılmış su lazım,” dedi. “Temiz bez, bal varsa. Şifacı çantam mutfakta kaldı.” Münire istenen şeyleri almaya çıktı, ebe ve Yörük’ü çocukla başa bıraktı.

Döndüğünde beklemediği bir sahneyle karşılaştı. Hacer Ana bacaktaki yarayı temizlemeye başlamıştı. Kemal temiz su veriyordu sormadan. Ebe her iki ele ihtiyaç duyduğunda çocuğu tutuyordu. Her hareketi önceden biliyordu. “Yarayı temiz tutarak iyi iş çıkarmışsın,” dedi Hacer Ana kendine konuşur gibi. “Elindekiyle iyi başa çıkmışsın.” Kemal cevap vermedi ama Münire yüzünden geçen hafif rahatlama ifadesini gördü.

İyileştirme saatler sürdü. Hacer Ana otları eliyle öğütüyordu, sessiz dualar okuyordu. Bacağı düzgün atelledi, tahta parçalarıyla bez kullandı, hassasiyetle sardı. Kıza acı çaydan damla damla içirdi, başını sonsuz sabırla tutuyordu.

Çiftlikte Yeni Bir Hayat

Takip eden haftalar beklenmedik bir ritme dönüştü. Münire ahır tamirini bitirdi, kapıları güçlendirdi, stratejik gizlenme yerleri yarattı, pencerelerdeki görüşü iyileştirdi. Ama en önemlisi Elif iyileşti. Çocuk her gün biraz daha güçlendi, ateş düştü, bacak kaynamaya başladı.

İlk kez gözlerini açtığında Münire ve Kemal’e bakmıştı, korku doluydu gözleri. Sonra Kemal yumuşakça konuştu, kız sakinleşti. Gün geçtikçe Elif konuşmaya başladı. İlk başta fısıltılarla, sonra daha güvenli. Kemal’e sorular sordu, Münire’ye baktı, odanın içinde küçük adımlar attı.

Münire çocuğa çorba verirken kalbi sıkışıyordu. Saçını taradığında, örtüsünü düzelttiğinde bunlar asla yaşayamayacağını sandığı anlardı. Şimdi yaşıyordu. Kandan değil, seçimden.

Kemal de değişiyordu. Sabahları erkenden kalkıyordu, çiftlik işlerine yardım ediyordu, odun kesiyordu, çitleri onarıyordu. Sessizce çalışıyordu, sanki borcunu ödüyormuş gibi. Çobanlar onu izliyordu. Bazıları mesafeli kalıyordu, korkunun Yörük felaketi getireceğine inanıyorlardı. Ama diğerleri fark etmeye başladı. Kemal iz sürmede herkesten iyiydi, hava değişimini kuş uçuşundan tahmin ediyordu, basit tahtadan kullanışlı eşyalar yapıyordu, elleri hızlı ve becerikliydi.

Hasan Ağa’nın Gölgesi

Haber tabii ki yayıldı. Münire’nin çiftliğine Yörük adam aldığı söylentisi Gümüşhane kasabasına ulaştı, komşu çiftliklere ve sonunda Hasan Ağa’nın kulağına. Hasan 30 yaşlarında iri yapılı, kalın bıyıklı bir adamdı. Servetini korku üzerine kurmuştu. Yörüklere karşı korumayla para kazanıyordu, silahlı devriyeler düzenliyordu, askeri garnizonlarla kazançlı sözleşmeler imzalamıştı. Yörükler onun işiydi; korku olduğu sürece para vardı.

Adamları Münire’nin Kemal’i ve çocuğu aldığını söylediğinde Hasan içinde bir şeyin kıpırdadığını hissetti. Sadece nüfuzlu bir kadının kuralları çiğnemesi değildi; daha derin, daha tehlikeli bir şeydi. Çünkü yıllar önce Hasan’ın bir sırrı olmuştu. Evinde çalışan genç bir kadın vardı: Gülsüm. Hasan geceleri karısı uyurken ona gitmiş, Gülsüm hamile kalmıştı. Hasan onu küçük bir parayla uzağa göndermiş, susarsa daha fazla vaadetmiş, ticaret kervanıyla güneye yollamıştı. Haftalar sonra haber gelmişti: Kervan yolda saldırıya uğramış, ölüler varmış, Gülsüm aralarındaymış, karnındaki bebek de.

Hasan bunu kader tarafından çözülmüş bir sorun olarak görmüştü, geriye bakmamıştı. Ama şimdi Münire’nin 4 yaşında bir kız çocuğunu koruduğu söylentisiyle Hasan’ın içinde şüphe uyandı. Tarihler çok uygundu, çocuğun bulanık tarifi Gülsüm’ü düşündürüyordu. Olamazdı, olmamalıydı. Ama şüphe dikendi.

Hasan’ın Ziyareti ve Sırlar

Hasan çiftliği ziyaret etmeye karar verdi. Dostça endişe maskesi altında öğleden sonra iki adamıyla geldi. Münire onu geniş sundurmada kahveyle karşıladı. Münire başladı: “Hasan, nazik sesle. Endişe verici söylentiler duydum. Çiftliğe bir Yörük aldığın söyleniyor, doğru mu?”

“Evet,” diye cevapladı Münire değişmeden. Adam şaşırdı açıklıktan. “Sonuçlarından korkmuyor musun?” dedi Hasan. “Yörüklerle çatışma çok eski. Kemal’in adı birçok olayda geçer. Yerleşiklerle göçebelerin çatışması iki taraflı.”

“Bunun hasta bir çocukla ilgisi yok,” dedi Münire. “Bir çocuk mu?” Hasan nabzının hızlandığını hissetti. “Görebilir miyim?”

Münire ona dik dik baktı. “Neden bir Yörük çocuğunu görmek isteyesin Hasan?” “Merak, endişe. Eğer masum bir çocuk bunun ortasındaysa belki daha uygun bir yer bulabiliriz.”

“Uygun yeri var burada.” Münire ayağa kalktı, konuşmanın sonu işaretini verdi. “Şimdi özür dilerim. Yapacak işim var.” Hasan da kalktı ama atına yönelmedi. “Sığırların benim yollarımı kullandığını hatırlatırım Münire. İşlerin benim anlaşmalarımıza bağlı. Bu anlaşmaların karmaşıklaşması yazık olur.”

İşte tehditti. Nazikçe gizlenmiş endişe. “O zaman başka yollar bulurum Hasan Ağa,” dedi Münire. “Ya da yerel satarım, idare ederim.”

“Aptal olma kadın.” Nazik maske biraz çatladı. “O Yörük tehlikeli. Onu korumak seni suç ortağı yapar. Askerler öğrendiğinde öğrenecekler. Çünkü ben öğreteceğim; senin için gelebilirler.”

Münire korkuyu midede hissetti ama sesini sağlam tuttu. “İstedikleri zaman gelsinler. Elif hasta olduğu sürece Kemal kalacak. İyileştiğinde kendi kararlarını verecekler.”

Hasan onu daralmış gözlerle inceledi. Münire’nin duruşunda, Elif ismini telaffuz edişinde bir şey vardı. Çocuk ona anlam ifade ediyordu ve Hasan için anlam ifade ediyorsa ona da anlam ifade edebilirdi.

“İstediğin gibi,” dedi sonunda. “Ama sözlerimi hatırla. Etrafın çökmeye başladığında…” Adamlarıyla gitti, yolda toz kaldırarak.

Kolyedeki Sır ve Mektup

O gece Hacer Ana daha fazla ilaçla ve haberlerle döndü. “Hasan Ağa kasabada sorular soruyor,” dedi. “Kayıp çocuklar hakkında, yoldaki saldırılar, tarihler ve yerler. Bir şey onu rahatsız ediyor.”

“Ne?” diye sordu Münire. “Bilmiyorum,” diye tereddütle cevap verdi ebe. “Ama eski hikayeler var. Evinde çalışan kadın, yıllar önce kaybolan. Sadece söylenti ama yaşlılar mısır öğütürken konuşur.”

Elif o öğleden sonra ilk kez konuşmuştu. Annesinin arpadan çorba yaptığını söylemişti, güzel koktuğunu, şarkı söylediğini. “Eğer söylentiler doğruysa,” dedi Münire yavaşça, “O zaman Hasan’ın işten daha fazla sebebi var Kemal’in kaybolmasını istemek için. Gayrimeşru çocuk skandaldır,” diye ekledi Hacer Ana sessizce. Çocuk burada olması harabeye…

İki kadın sessizce baktı. Söylenmeyenin ağırlığı odayı doldurdu. Elif Hasan’ın kızıysa her şey beklediklerinden karmaşık hale gelirdi.

Gerçek Aile ve Mahkeme Mücadelesi

Günler, haftalar oldu. Elif yavaşça düzeldi. Ateş tamamen geçti, bacak Hacer Ana’nın özenli bakımı sayesinde iyi kaynadı. Kız konuşmaya başladı, önce utangaç mırıltılarla, sonra güvenle. Bir öğleden sonra Münire ona tavuk çorbası verirken Elif pencereden avluya baktı. “Annem böyle çorba yapardı,” dedi. “Güzel kokardı, şarkı söylerdi.”

Münire kalbinin sıkıştığını hissetti. “Anneni hatırlıyor musun?” Kız başını salladı ama gözleri buğulandı. “Gitti, kötü adamlar vardı. Atlar, ateş. Annesi saklan dedi. Kutuda saklandım. Bağırmalar duydum.” Kemal duvar yanında tahta oyuyordu, hareketsizleşti. Münire kıza saçlarını okşadı, teselli etmeyi bilmeden. “Ama artık güvendesin,” dedi. “Kimse sana zarar vermeyecek.”

“Sen de gidecek misin?” diye sordu Elif. Gözlerinde derin korku vardı. “Hayır, gitmiyorum,” diye cevapladı Münire. “Kemal de gitmiyor.” Elif rahatlıyor görünüyordu, Münire’ye yaslandı, sıcaklık arıyordu. Gözlerini kapattı, Münire küçük kırılgan ağırlığı tuttu. Yıllar sonra ilk kez gömülü acının çıkmasına izin verdi. İstediği buydu. Yoksun olduğu söylenen şey şimdi kollarında tutuyordu. Kandan değil, seçimden.

O gece Elif uyurken Hacer Ana sarılı kumaşla bir şey getirdi. Dikkatle açtı; küçük gümüş bir kolyeydi, yıpranmış, arkasında kazılı harfler. “Bunu nerede buldun?” diye sordu Münire ürperdiğini hissederek. “Büyük evlere çamaşır yıkayan kadınlardan biri buldu,” diye cevapladı ebe. Kemal’in geldiğinde getirdiği eşyalar arasındaydı, Elif’in elbisesine dikilmişti, gizlenmişti. Hacer Ana kolyeyi mum ışığına tuttu. Harfler: “HA” Hasan Ağa…

Katlanmış bir kağıt daha çıktı, sararmış, lekeli. Sonradan okuma yazma öğrenmiş birinin yazısı düzensizdi. Münire sessizce okudu:

“Bunu bulan herkese.
Adım Gülsüm. Hasan Ağa’nın evinde çalışıyorum. Karnımda onun çocuğu var. Uzağa gitmem için para verdi. Bir daha dönmemek için. Güneye ticaret kervanıyla gönderdi. Yolda bir şey olursa bilinsin bu çocuk onun kanını taşıyor. Mutlu olduğumuz zamanlarda verdiği kolyeyi taktım. Çocuğumu bulursanız annesinin sevdiğini söyleyin. Koruyamadığını ama sevdiğini…”

Mektup orada bitiyordu. Münire iki kez okudu, sonra masaya bıraktı. Her şey uyuyordu. Tarihler, Elif’in yaşı, tanıdık gelen özellikler. Münire pencereden Kemal’in kulübesine baktı. Yan odada uyuyordu. Bu birkaç haftada gülen, Kemal’in elini arayan, Münire’ye sarılan kız Hasan’ın kızı mıydı? Yok sayılmaya çalışılan sır mı?

Aile Olmak ve Son Savaş

“Ne yapacaksın?” diye sordu Hacer Ana. Münire hemen cevap vermedi. Hasan’ı düşündü, onun gücünü, ekonomiyi para ve korkuyla nasıl kontrol ettiğini, bu sırrın ne anlama gelebileceğini. Açıklarsa Hasan çökebilirdi, itibarı parçalanabilirdi, işleri başka yerlere gidebilirdi. Bunu Hasan’ı yok etmek için kullanabilirdi. Ama Elif’i de düşündü. 4 yaşındaki çocuk, çok kaybeden, az gülmeye başlayan, Kemal korktuğunda elini arayan, Münire’ye teselliye ihtiyacı olduğunda yaslanan… Babasının onu ölüme gönderdiğini öğrenmek ne yapar?

“Bilmiyorum,” dedi sonunda. “Ama çocuğu silah olarak kullanmayacağımı biliyorum. Yeterince acı çekti.”

Hasan bunu böyle bırakmayacak dedi Hacer Ana. Zaten sorular soruyor, para veriyor bilgi için. Ergeç bizim gibi parçaları birleştirecek. O zaman ne yapacak? “O zaman karar veririz,” dedi Münire. “Ama şimdi Elif güvende ve öyle kalacak.”

Ertesi sabah Münire Kemal’le konuştu. Kolyeyi ve mektubu gösterdi. Yörük’ün yüzü şaşkınlık göstermedi, sadece soğuk, tehlikeli bir öfke yandı gözlerinde. “Onu terk eden adam,” dedi sesi kontrollüydü. “Şimdi onu bizden almak isteyen aynı adam.”

“Evet,” dedi Münire. “Ne yapalım?”

Kemal Elif’in oynadığı odaya baktı. Kız mobilyaya tutunarak yürüyordu, artık topallamıyordu, her gün daha güçlüydü. “KORURUZ,” dedi. “Ne pahasına olursa olsun.”

Münire başını salladı. Onun hissettiği şeyi hissediyordu. Çocuk özel değil kan bağıyla; ama seçimle, ihtiyaçla, sevgiyle birlikte. “Birlikte,” diye onayladı Kemal. İlk kez bilinçli müttefik olarak konuştular. İkisi de rahatlıktan fazlası olan bir şeyle birleşmiş; savunmasız birini koruma ihtiyacı ve o gereklilikle bir yakınlık vardı.

Mahkeme ve Zafer

Takip eden günler artan gerginlik getirdi. Bazı çobanlar ayrılmak istedi; askerlerin Kemal’i aramak için geleceği söylentilerinden korkarak. Münire onların gitmesine izin verdi, riski almaya zorlayamazdı. İşi kalanlarla yeniden organize etti, kendisi daha önce devrettiği görevlerde ellerini kullandı. İşler zorlaştı. Hasan tehdidini uyguladı, yolları kullanmak için ücretler imkansız hale geldi. Sıradan alıcılar nazikçe açıklayarak beklemelerini tercih ettiklerini bildiren mesajlar gönderdi. Çiftliğe giren para ince bir damlaya azaldı.

Ama Münire bilmediği kaynakları da keşfetti. Hasan’ın tekelinden bıkmış küçük alıcılar buldu. Sığırı iyi fiyata kuzeyli bir çiftçiye sattı. Kimseye sadakat borcu yoktu. Kemeri sıktı, personeli asgari düzeye düşürdü. Bir zamanlar aktiviteyle dolu çiftlik şimdi asgariyle çalışıyordu ama çalışıyordu.

Elif her gün güçleniyordu, artık topallama olmadan yürüyordu, avluda tavukları kovalayarak koşuyordu. Kemal onu omuzlarına kaldırdığında kahkahalar atıyordu. Anne demeye başlamıştı Münire’ye; önce çekinerek, kelimeyi denerken, sonra doğal olarak. Her söyleyişinde Münire kalbinin biraz daha genişlediğini hissediyordu.

Son Dönemeç ve Mutlu Son

Mahkeme günü geldiğinde Münire Elif’in elini tutarak kasaba meydanındaki binaya girdi. Kemal yanlarındaydı, sessiz ama hazırlıklı. Elif sorular sormuştu sabah nereye gittiklerini, neden. Münire dikkatli açıklamıştı. “Kötü adam onu almaya çalışıyor ama izin vermeyecekler.”

Kadı Refik 60 yaşlarında ciddi yüzlü bir adamdı. Meydandaki salonu doldurmuş kalabalığı gördü, dava ilgi çekmişti. Hasan avukatıyla geldi, iyi giyinmişti. Duruşma başladı. Hasan’ın avukatı belgeler sundu, Gülsüm’ün Hasan için çalıştığını doğrulayan tanıklar, Elif’in yaşının doğru olduğunu gösteren kayıtlar. Hepsi yasal, hepsi düzenli.

Sonra Münire’nin sırası geldi. Avukatı yoktu, kendisi konuştu. Kemal’i nasıl bulduğunu anlattı, Elif’in ölmek üzere olduğunu, uykusuz geceler, bitki çayları, düşmeyen ateş. Çocuğun nasıl konuşmaya başladığını, nasıl güldüğünü, nasıl “anne” dediğini. Hacer Ana tanıklık etti Elif’in sağlık durumunu, Münire olmadan hayatta kalamayacağını, şimdi nasıl geliştiğini. İmam Nuri konuştu, Münire ve Kemal’in evini gördüğünü, alışılmadık ama sevgi dolu olduğunu, Elif için iyi olduğunu. Bazı çobanlar Kemal’in çalışkanlığını anlattı, sorumluluğunu, çocuğa sevgisini.

Sonra beklenmedik bir şey oldu. Dava boyunca sessiz kalan Elif ayağa kalktı, Münire’nin elini bıraktı, kadıya doğru yürüdü. Önünde durdu. “Anne Münire ile kalmak istiyorum,” dedi. “Ve babam Kemal’le. Bana bakıyorlar, seviyorlar. Korkmuyorum onlarla.” Mutlak sessizlik oldu.

Kadı Refik, Hasan Ağa’ya döndü: “Doğru kan size bazı haklar veriyor. Ama bu çocuğu terk ettiniz. Annesini tehlikeli yola gönderdiniz. Öldüklerinde arama yapmadınız. 4 yıl boyunca çocuğunuzun yaşayıp yaşamadığını öğrenmek için parmak kımıldatmadınız.” Hasan protesto etmeye çalıştı ama kadı devam etti. “Münire Hanım bu çocuğu kurtardı. Ev verdi, özen gösterdi, sevgi verdi. Kemal ile gerçek ebeveyn oldular anlamı olan her şekilde.” Tokmak düştü. “Velayet Münire Hanım’a verildi. Dava kapatıldı.”

Salon mırıltılarla patladı. Hasan ayağa kalktı öfkeyle, ama yapacak bir şey yoktu. Kadı karar vermişti. Elif Münire’ye koştu, Münire onu kaldırdı ağlayarak. Kemal onları kollarıyla sardı, üçü öylece kaldı. Dünya dönmeye devam ederken birleşmişlerdi.

Birlikte Kök Salanlar

Hasan Ardı’na bakmadan gitti, yenilmiş. Kendisinin para düzeltemediği şekilde güç azalmaya başladı. Ondan sonra saygısına dayanan işler başka ortaklar aradı, kontrol ettiği yollar rekabet buldu. Yavaş değildi ama etkisinin azaldığı kesindi.

Takip eden aylar Münire’nin bilmediği bir huzur getirdi. Çiftlik mütevazıydı, işler mütevazıydı ama yeterliydi. Elif güçlü ve mutlu büyüdü, hem Münire’den hem Kemal’den öğrendi. İz sürmeyi, şifa bitkilerini okumayı, sayıları, iki dünyadan bilgi karıştırdı.

Münire ve Kemal birliklerini küçük törenle resmileştirdi. İmam Nuri başkanlık etti, hem İslami hem göçebe geleneklerini birleştiren dualarla. İlk kez Gümüşhane kasabasında farklı hayat tarzlarının evliliğiydi. Bazıları protesto etti ama çoğu kutladı, yeni zamanların mümkün olduğunun işareti olarak.

Yıllar sonra Elif genç kadın olduğunda Münire akşam sundurmada oturur, Kemal’i izlerdi. Hala tahta oymalar yapıyordu, artık Elif büyümüştü ama yine de yapıyordu, her biri bir anı. “Hiç pişman oldun mu?” diye sordu Kemal bir akşam elini tutarak.

Münire içeri baktı. Elif köyün kadınlarına öğrettiği şifa yöntemlerini uyguluyordu, şarkılar söylüyordu Hacer Ana’nın öğrettiği. “Asla,” diye cevapladı. “Kaybettiklerimden daha fazlasını kazandım.” İtibarı kaybetti, kolay işleri, toplumun onayını. Ama çocuk kazandı, eş kazandı, kırık toprakta kök salan aile.

Kemal’e bakarak elini sıkarken anladı: Gerçek aşk her zaman her fedakarlığa değer. Ufukta güneş batıyordu, gökyüzü altın ve kırmızıya boyandı, kutsama gibi onları sardı, bu olasılıksız aileyi.

Zengin kadın Yörük’ü topraklarından kovmaya gitmişti; onu yaralı çocukla görmüştü, kalbi donmuştu. O an aldığı karar imparatorluğunu yıkmış, ruhunu yeniden inşa etmişti. Ve gölgeler uzarken, ilk yıldızlar belirirken Münire bulduğunu anladı: Asla aramaya cesaret edemediği şeyi. Duvarlarında değil, kalplerinde olan ev; Kemal’in kollarında, Elif’in gülüşünde, birlikte kurdukları basit ama tam hayatta.

Münire, Kemal ve Elif’in hikayesi kuşaklar boyunca anlatıldı. En kurak toprakta bile aşkın yeşerebildiğinin kanıtı. Ailelerin kan bağlarıyla değil, cesaret eylemleriyle kurulduğunun; bazen en beklenmedik karşılaşmaların en derin bereketleri getirdiğinin.

SON

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News