KÜÇÜK DİLENCİ POLİSE BAĞIRDI: GİTME, ZEHİRLEYECEKLER! 1 SAAT SONRA…
.
.
Karanlıkta Bir Melek
1. Bölüm: Ayazda Bir Hayat
İstanbul’un ayazlı bir kış gecesinde, Galata Köprüsü’nün ayaklarının altında balıkçıların titrek ışıkları yanıp sönüyordu. Boğazdan yükselen keskin rüzgar şehrin bütün köşelerine sızıyor, sokaklarda yaşayan kimsesizlerin kemiklerine işliyordu. Köprüye yakın bir sokakta, duvar diplerine sığınmış birkaç çocuğun arasından bir tanesi diğerlerinden farklıydı. Melek, 12 yaşında incecik bedeni eski püskü montunun içinde kaybolmuş gibiydi. Ellerinde delik eldivenler, yüzünde kararmış ama hala parlayan gözler… Onu görenler gözlerindeki keskin bakışı fark ederdi. Sanki yaşının çok ötesinde şeyler görmüş gibiydi.
O akşam polislerin devriye arabası köprü başında durmuş, iki memur şehrin kalabalık sokaklarını gözlüyordu. Onlardan biri, 40’lı yaşlarının başında, sert görünüşlü ama adalet duygusu yüzünden okunan bir adamdı. Komiser Bekir, uzun boyu, dik duruşu ve sert bakışlarıyla sokaktaki herkesin dikkatini çekerdi. Ama en yakınındakiler onun aslında içten içe kırılgan bir adam olduğunu bilirdi.
Bekir, o gece sıradan bir devriyede beklerken bir anda köprü başında bir çocuğun bağırarak kendisine doğru koştuğunu gördü. O çocuk Melek’ti. Melek nefes nefese, gözleri fal taşı gibi açılmış, küçük parmaklarıyla Bekir’i işaret ederek haykırdı:
“Gitme, gitme! Zehirleyecekler seni!”
Çevredeki insanlar irkilip çocuğa baktı. Diğer dilenciler kıkırdadı, bazıları başını çevirip aldırmadı. Ama Bekir donup kaldı. Çünkü o sözlerde tuhaf bir gerçeklik vardı. Küçük bir kızın deli saçması gibi görünen bu uyarısı, Bekir’in içine garip bir ürperti düşürdü.
Bekir önce kaşlarını çattı, sonra eğilerek Melek’in göz hizasına indi. “Ne diyorsun kızım? Kim zehirleyecek beni?” diye sordu. Melek ise etrafına bakınıp fısıltıyla konuştu:
“Bilmiyorum ama duydum. Geceyi dinlersen anlarsın. Seni öldürecekler. Gitme oraya.”
Bekir bir anlığına şaşırsa da profesyonel refleksleriyle gülümser gibi yaptı. “Bak evladım, karnın aç galiba. Birazdan karakola gidiyoruz, sana yiyecek verelim. Bu söylediklerini de orada konuşuruz.” Ama Melek başını iki yana salladı. Gözleri doldu. “İnanmıyorsun bana ama bir saat sonra göreceksin.”
2. Bölüm: Bir Saat Sonra
Bekir o gece tesadüfen değil, özel bir görev için dışarıdaydı. Son haftalarda İstanbul’un belli semtlerinde gizemli ölümler yaşanıyordu. Hepsinin ortak noktası, kurbanların vücutlarında hiçbir darp izi olmaması ve otopsilerde kanlarında nadir bir zehir bulunmasıydı. Bu vakalar basına yansımamış, emniyet teşkilatı olayı gizli tutmaya çalışıyordu.
Bekir’in görevi, o gece bir mekanda buluşma yapacak olan şüphelileri izlemekti. Ancak planlanan görev gizliydi. Kimse, özellikle de sokakta yaşayan bir çocuğun bundan haberi olamazdı. İşte bu yüzden Melek’in sözleri Bekir’in kafasını kurcalamaya başlamıştı.
Melek’in hayatı da sırlarla doluydu. O sokak çocuklarından biriydi ama diğerlerinden farklıydı. Annesini çok küçük yaşta kaybetmişti. Babası hakkında hiç konuşmazdı. Kimse onun kim olduğunu bilmiyordu. Melek bazen geceleri köprü altında kendi kendine konuşur, rüyalarında gördüklerini anlatırdı. Sanki geleceği hissediyormuş gibi… Sokaktaki diğer çocuklar ona “deli Melek” derdi. Ama bazen onun söyledikleri doğru çıkar, insanlar ürperirdi.
Bekir çocuğun sözlerini bir kenara itmeye çalıştı. Zehirleyecekler demesi elbette tesadüf olabilirdi. Ama aynı zamanda büyük bir tesadüf müydü? Aracına dönmek üzereyken Melek bir kez daha kolunu çekti. “Ne olur gitme. Onlar kalabalık. İçkine bir şey katacaklar. Yalvarırım gitme.”
Bekir’in yüreği bir anlığına sıkıştı. Çünkü o akşam buluşacağı kişilerden biriyle sahte bir içki masasında tanışacaklardı. Plan gerçekten de buydu. “Sen bunları nereden biliyorsun kızım?” diye sordu Bekir. Melek ağlamaya başladı. “Ben… ben duydum. Konuşuyorlardı. Seni tarif ettiler. Uzun boylu, siyah montlu polis dediler. O sensin değil mi?”
Bekir’in kalbi hızla çarpmaya başladı. Çocuğun söyledikleri tamamen örtüşüyordu. O anda saat 21.00’da görev tam bir saat sonra başlayacaktı. Bekir artık iki seçeneğin arasında kalmıştı: Çocuğun sözlerini görmezden gelip plana devam etmek; ya da uyarıyı dikkate alıp operasyonu değiştirmek…
3. Bölüm: Tehlikeli Karar
Bekir komiserlik hayatında ilk kez bu kadar büyük bir ikilem yaşıyordu. Melek ise onun koluna sıkıca sarıldı. “Eğer şimdi gidersen sabaha uyanamayacaksın.” Bekir çocuğun gözlerindeki ciddiyeti gördü. O an bir karar vermek üzereydi.
İstanbul geceleri bambaşka bir yüzünü gösterirdi. Gündüz kalabalıkla, gürültüyle boğuşan sokaklar gece olunca daha karanlık, daha ürkütücü bir hal alırdı. Karaköy’ün ara sokakları rüzgarın uğultusuyla yankılanıyor, barlardan taşan müzik sesleriyle birbirine karışıyordu.
Bekir arabasına binerken Melek hala kapıya tutunmuştu. “Ne olur beni yanında götür, sensiz kalamam.” dedi yalvaran gözlerle. Bekir iç çekti. “Bu iş tehlikeli. Seni götüremem. Sen şimdi köprüye dön, arkadaşlarının yanına.” Melek başını iki yana salladı. “Hayır, onlar da tehlikeli. Onların bazıları onlara çalışıyor. Ben biliyorum. Onlara güvenme.”
Bekir bir an durakladı. “Onlara çalışıyor” derken neyi kastediyordu? Dilenci çocuklar arasında da örgüt bağlantısı mı vardı? Bekir aklının bir köşesine bu cümleyi not etti ama Melek’in üzerine fazla gitmedi. Yine de kızın korkusu gerçekti. Sonunda çocuğu arabaya almak zorunda kaldı.
4. Bölüm: Meyhanedeki Tuzak
Saat tam 22.45’te Bekir Galata’daki eski bir meyhaneye giriş yaptı. İçerisi duman altıydı. Rakı kokusu balık kızartmasının ağır buharıyla karışmıştı. Duvarlarda sararmış tablolar, köşelerde sessizce oturan adamlar vardı. Melek ise dışarıda arabada kalmıştı. Ama gözleri kapının üzerinde Bekir’i kaygıyla izliyordu.
Bekir masalardan birine oturdu. Birkaç dakika sonra orta yaşlı, iri yapılı iki adam kapıdan girdi. Onları hemen tanıdı. Aranan kişilerden ikisi. Adamlar yan masaya oturdu. Garson onlara rakı getirdi. Bekir göz ucuyla izlerken Garson’un ellerindeki titremeyi fark etti. Sanki garson da işin içindeydi…
Dakikalar ilerledikçe Bekir’in şüphesi büyüdü. Sonunda adamların biri ayağa kalkıp Bekir’in masasına yaklaştı. “Selam! Yalnızsınız, size eşlik etsek sakıncası var mı?” dedi sırıtarak. Bekir içinden derin bir nefes aldı. O an geçmişindeki bütün anılar beyninde çakıp geçti. Ortağının ölümü… Melek’in sözleri…
Adam oturdu. Garson hemen yeni bir kadeh getirdi. Kadeh Bekir’in önüne konulduğunda dışarıda arabadan Melek’in gözleri büyüdü. Küçük kız camdan izlerken garsonun şişeye gizlice bir şey kattığını görmüştü. Melek kapıyı hızla açtı, yağmur altında yalınayak koşarak meyhaneye daldı.
“Hayır, içme! Zehirlediler!” diye bağırdı. Herkes bir anda kıza döndü. Masalarda oturanlar homurdanmaya başladı. Adamlar şaşkınlıktan yerinden kalktı. Bekir’in eli otomatik olarak silahına gitti. Kadehe baktı, sonra Garson’a… Garson’un yüzü bembeyaz kesilmişti.
5. Bölüm: Karanlık Ağ
Bekir silahını garsona çevirdi. “Şişeyi bırak, ellerini kaldır!” Ama garson birden hızla arka kapıya doğru koştu. İri yapılı adam da aynı anda masayı devirdi. Ortalık bir anda savaş alanına döndü. Bekir Garson’un peşinden koşarken adamlar silah çekti. Birkaç el ateş edildi, kurşunların sesi daracık meyhaneyi yankılandırdı. Camlar tuzla buz oldu.
Garson arka kapıdan dışarı fırladı. Bekir arkasından koşturdu. Gece yağan yağmurla yerler kaygandı. Sokak lambaları titrek ışıklar saçıyordu. Melek korkusuna rağmen Bekir’in peşini bırakmadı. Çıplak ayakları taş sokakta acıyla yankılanıyordu ama o durmadı. Çünkü içinde biliyordu, eğer şimdi pes ederse Bekir ölecekti.
Garson bir ara sokağa daldı, sonra köprüye çıkan merdivenlere yöneldi. Bekir hızla yetişip adamın üstüne atladı. İkisi yere yuvarlandılar.
“Bırak beni!” diye bağırdı garson.
“Şişeye ne koydun, söyle!”
Adam dişlerini sıktı. Gözleri deli gibi dönüyordu.
“Geç kaldın. Hepsi planlıydı. Sen de sıra bekliyordun.”
Bekir yumruğunu kaldırdığı anda Melek fısıldadı: “Vurma! O daha çok şey biliyor. Bize lazım.” Bekir kızın gözlerine baktı. Yaşına rağmen sanki bir polis gibi düşünüyor, olayın önemini kavrıyordu. O an Bekir’in içinde bir şey değişti. Artık bu küçük kıza inanıyordu.
Garson sonunda pes etti. Yerde kıvranarak konuşmaya başladı:
“Beni zorladılar. Ailem ellerinde. Eğer yapmazsam onları öldüreceklerdi.”
Bekir’in kaşları çatıldı. “Kim bunlar? Kim emir verdi?”
Adam nefes nefese fısıldadı:
“Adını bilmem. Herkes ona ‘Hoca’ der. Şehirdeki bütün pis işlerin arkasında o var. Zehirleri o getirtiyor, insanları susturmak için…”
Tam sorularına devam edecekken silah sesleri yankılandı. Garson’un göğsünden kan fışkırdı. Sokağın karanlık köşesinden bir tetikçi ateş etmişti. Adamın son sözü dudaklarında dondu.
6. Bölüm: Birlikte Savaş
Bekir refleksle Melek’i arkasına aldı. Silahını çekti ama karanlıkta kimse görünmüyordu. Sadece uzaklaşan ayak sesleri duyuldu. Garson cansız yere yığıldı. Melek titreyen sesiyle sordu:
“Onu niye öldürdüler?”
Bekir’in sesi sertti ama içinde öfke doluydu:
“Çünkü çok şey biliyordu.”
O an Bekir anladı. Bu sıradan bir operasyon değildi. Karşısında örgüt değil, kökleri derinlere inen bir ağ vardı. Ve artık Melek de bu işin içindeydi. Küçük kızın gözyaşları yüzünden süzülürken fısıldadı:
“İnanmazsın sanmıştım ama haklıydım değil mi?”
Bekir derin bir nefes aldı:
“Evet Melek, haklıydın. Artık ikimiz de bu işin içindeyiz.”
O an, yıllardır yalnız mücadele eden Bekir ilk kez bir ortağı olduğunu hissetti. Hem de sokaklardan gelen küçücük bir kız çocuğu…
7. Bölüm: Karanlıktan Aydınlığa
Olay yerine polis ekipleri gelmeden önce Bekir karar verdi. Bu işi protokole göre yürütmeyecekti. Çünkü içerideki eller çok kirliydi. Hoca denilen kişi kimse, belki de teşkilatın içinde bile adamları vardı.
Melek’in anlattığı depoyu hatırladı. Orası belki de bütün düğümü çözecek yerdi. Ama önce Melek’i güvenli bir yere bırakmalıydı. Fakat kız inatçıydı. “Hayır, beni bırakma. Eğer senin yanında olmazsam onlar beni bulur. Benim sonum da o garson gibi olur.” Bekir sustu. Çocuğun gözlerindeki korku, gerçeğin ta kendisiydi. Sonunda başını salladı.
“Peki o zaman yanımdasın ama söz dinleyeceksin.”
Melek gülümsedi. İlk defa, belki yıllardır kendini güvende hissediyordu.
Gece ilerliyordu. Yağmur hızını artırmıştı. İstanbul’un ışıkları ıslak kaldırımlarda hayalet gibi yansıyordu. Bekir ve Melek, gizemli hocanın izini sürmek için karanlık sokaklara doğru yürümeye başladılar. Arkalarında cansız bir beden, önlerinde ise derinleşen bir sır vardı ve zaman daralıyordu. Çünkü örgüt onların peşine düşmüştü.
8. Bölüm: Son Savaş ve Umut
Sokak lambalarının solgun ışığında Bekir ile Melek sessizce ilerliyordu. Bekir’in zihninde binlerce düşünce dönüp duruyordu. Hoca denilen kişi kimdi? Neden bu kadar tehlikeli bir ağ kurmuştu? Daha önemlisi, emniyet içinde kimler bu işin içindeydi?
Yanında yürüyen küçük kızın çıplak ayaklarının taşlara çarpmasını duyuyordu. Ona acıyordu ama aynı zamanda hayranlık da duyuyordu. Çünkü Melek’in cesareti çoğu yetişkinde bile yoktu.
“Üşüyor musun?” diye sordu Bekir, montunu çıkararak. Melek önce başını iki yana salladı, sonra sessizce montun içine girdi. “Üşümüyorum. Sen yanımdayken korkmuyorum.” dedi. Bu söz Bekir’in yüreğini derinden yaraladı. Kendi kızı olsaydı, böyle konuşmaz mıydı? Ama onun bir kızı hiç olmamıştı. Çünkü bu meslek yüzünden aile kurmaya hiç cesaret edememişti.
Melek’in tarif ettiği balıkçı barınağına doğru yürüdüler. Limanın arkasında paslanmış demir kapılar, rutubet kokan duvarlar vardı. Balık kasalarının ve yosunların arasında sessiz bir karanlık uzanıyordu. Melek işaret etti:
“Bak, şurası depo, orada.”
Gerçekten de karanlığın içinde harap bir bina seçiliyordu. Camları kırık, duvarları grafitilerle doluydu. Ama içeriden belli belirsiz ışık sızıyordu.
Bekir eğilerek Melek’in göz hizasına indi:
“Burada kalmanı istiyorum. İçeri ben gireceğim.”
Melek başını sertçe salladı:
“Hayır, yalnız gidersen başına kötü bir şey gelecek. Hem ben burayı daha önce gördüm. İçeride gizli odalar var. Sen bulamazsın.”
Bekir istemese de haklı olduğunu biliyordu. Sonunda kızı yanına alarak sessizce depoya yaklaştı. Kapı hafif aralıktı. İçeriden derin sesler geliyordu. Birkaç adam konuşuyor, kahkahalar atıyordu. Bekir sessizce içeri süzüldü. Melek de hemen arkasındaydı.
Depo büyük bir salona açılıyordu. Ortada masalar kurulmuş, üzerinde haritalar ve dosyalar vardı. Masanın başında oturan kişi uzun pardösülü, başı hafif eğik bir adamdı. Onun “hoca” olduğunu anlamak zor değildi. Adam derin ve sakin bir sesle konuşuyordu:
“Yarın gece her şey bitecek. Polis bizim oyunumuza gelecek. Sonra yolumuz açılacak.”
Bekir’in kanı dondu. Demek ki plan çok daha büyüktü. Tam o sırada Melek’in gözleri masadaki dosyalara takıldı. İçinden biri yere düşmüştü. Küçük kız istemsizce nefesini tuttu. Çünkü dosyanın kapağında bir fotoğraf vardı. Annesinin fotoğrafı. Melek’in yüzü bembeyaz oldu. Gözleri doldu. “Anne…” diye fısıldadı.
Bekir irkildi. “Ne dedin?”
Melek titreyerek işaret etti:
“O benim annem. Onlar annemi öldürdü.”
Bekir’in içi yandı. Demek Melek’in geçmişi bu karanlık örgütle bağlantılıydı.
Bir anda başını çevirip gölgeyi fark eden adam, “Orada biri var!” diye bağırdı. Bir anda silahlar doğruldu. Bekir ve Melek saklandıkları yerden fırlamak zorunda kaldılar. Depoda kovalamaca başladı. Sandıklar devrildi, kurşunlar duvarlara saplandı. Bekir Melek’i kolundan çekerek arka koridora soktu:
“Çabuk koş!” diye bağırdı. Ama adamlar peşlerindeydi.
Arka kapıya ulaştıklarında Bekir telsizini açtı:
“Destek ekibi, depodayız, çabuk gelin!”
Ama telsizden gelen ses buz gibi soğuktu:
“Komiser Bekir, orada yalnızsınız. Size destek gönderilmeyecek.”
Bekir’in kalbi sıkıştı. Bu açıkça bir ihanetti. Teşkilatın içinden birileri de bu işin parçasıydı. Melek’in sesi titredi:
“Bizi satmışlar değil mi?”
Bekir dişlerini sıktı:
“Evet. Artık kimseye güvenemeyiz. Sadece birbirimize.”
Depodan dışarı çıktıklarında yağmur daha da hızlanmıştı. Sokak lambaları yanıp sönüyor, limandan sis yükseliyordu. Arkalarından silah sesleri hala duyuluyordu. Bekir ve Melek karanlık sokaklarda kayboldu. Nereye gideceklerini bilmiyorlardı ama bir şey kesinleşmişti: Artık sadece suçlularla değil, kendi teşkilatlarının içindeki köstebeklerle de savaşmak zorundaydılar. Ve en önemlisi, Melek’in geçmişi örgütün kalbine bağlıydı.
Küçük kız gözyaşlarını silerek fısıldadı:
“Onlar annemi aldılar ama seni de almayacaklar. Söz ver.”
Bekir gözlerinin içine bakarak yemin etti:
“Söz veriyorum Melek. Seni asla bırakmayacağım.”
Ama ikisi de biliyordu ki bu söz, önlerinde daha büyük bir savaşın başlangıcıydı.
9. Bölüm: Umut ve Yeni Hayat
Aylar geçti. Azrail ve adamları ağır cezalara çarptırıldı. Herkes koruma altına alındı. Melek ise artık bir yetimhanede değil, sıcak bir aile yanında yaşıyordu. Her gün okula gidiyor, defterinin ilk sayfasına şu cümleyi yazıyordu:
Bir gün ben de Bekir amca gibi koruyacağım.
Çünkü o küçük kız artık bir dilenci değildi. Umudu olan, yarınları olan bir çocuktu ve şehrin sokaklarında her çocuğun gözlerinde biraz daha ışık belirmeye başlamıştı. Çünkü bir adam, adaletin bedelini hayatıyla ödemişti.
Son