MILYONER, KARISININ HIZMETÇIYI AŞAĞILADIĞINI GÖRDÜ VE KEŞFETTIĞI ŞEY ONU ŞAŞKINA ÇEVIRDI
Levent Akbaş’ın İstanbul’un en prestijli semtlerinden biri olan Nişantaşı’ndaki dairesinde saat altıyı geçtiğinde gölgeler pencerelere usulca uzanıyordu. Şehrin hareketi hâlâ dışarıda sürerken, evin içi sessizlikle doluydu. Baharın kokusu balkonlardan geliyordu, ama içerdeki hava soğuk ve ağırdı.
Levent, ithalat ve ihracat sektöründe adını duyurmuş genç bir milyonerdi. Kendi çabasıyla kurduğu şirket yıllar içinde yayıldı; yük gemileri, konteynırlar, iş anlaşmaları… Ancak en önemlisi, maddi servetti. Bu servetin gölgesinde yaptığı şeylerden ziyade kim olduğuyla nadiren yüzleşti.
O Perşembe akşamı erken geldi eve. Elinde bir buket taze çiçek, uğrunda ter döktüğü yatırımlardan dönerken yüzünde beklenmedik bir umutla… Eşi Nuray’ın onu hoş bir sürprizle karşılamasını bekliyordu. Yemek masası özenle hazırlanmış, sofrada Levent’in favorisi olan tabaklar dizilmiş olmalıydı.
Levent koridordan sessizce mutfağa yaklaştı. Orada duyduğu sesler onu duraklattı. Nuray’ın sesi öfkeyle çatılıyordu, Melike adlı hizmetçi genç kadına suçlayıcı bir tonla sesleniyordu. Levent dondu; çiçekler hâlâ elindeydi. Mutfak kapısı aralıktı ve içerideki manzara, hiç de beklediği türden değildi.
“Gerçekten beceriksizsin Melike!” Nuray diyor; Fransız porselen takımını eleştiriyordu. “Bu takım senin 6 ayda kazandığından daha pahalı!” Melike, mavi üniformalı, saçları toplanmış, sesi titrek, özür dileyerek cevap veriyordu: “İstemeden oldu… İzin verirsen taksitle ödeyebilirim.” Nuray’ın alaycı gülüşü ve sert tavrı Levent’in göğsünde bir ağırlık yarattı.
Bir insanın değerinin parayla, statüyle ölçülemeyeceğini düşünmüştü hep; ama işte şimdi evinde, evliliğinin içinde, kendi ideallerinin nasıl çiğnendiğini görüyordu. Melike’nin küçük kızı olduğunu, tek başına büyüttüğünü, geçim derdiyle kahramanca çabaladığını duydu kulaklarına. Kalbi sıkıştı. Ona karşı bir öfke ve utanç yükseldi içsel dünyasında.
Levent içeri girdi; o anda tüm mutfaktaki sesler sustu. Nuray yüzünde şaşkınlıkla döndü, Melike ise donmuş gibi durdu. Levent çiçekleri yere koydu, sessizce bir sandalye çekti ve Melike’ye, “Lütfen otur” dedi. “İşten çıkarılmayacaksın.” Nuray’ın gerginliği ve suçlamaları arasında Levent kararlıydı.
O gece yatağın kenarında, Nuray’la uzun uzun konuştular. Levent, “Beş yıldır seninle evliyim” dedi. “Hiç böyle aşağıladığını görmemiştim seni.” Nuray inanmaya çalışarak “Sadece pahalı değere sahip şeyleri korumak istedim” dedi ama Levent’ın gözünde bahane değildi gerekçe. “İnsana değer biçmek onun işiyle, durumuyla değil; kim olduğuyla ilgilidir,” diye devam etti Levent.
Evde sıkışmış bir sessizlik hâkim oldu. Levent, Melike’yle konuşmak istediğini söyledi; Nuray itiraz edebilirdi ama bu sefer söylemek istediği şeyler vardı.
Melike, biraz çekingen, titreyen sesle anlatmaya başladı hayatını: Onun küçük kızından, babasının ölümünden, kirada geçen gecelerden; okula gidemeyişinden, her sabah umutla kalkıp evden işe gitme çabasından. Eğitim hayalini, üniversiteyi okumayı, farklı bir hayatı… Bunların hep uzak birer yıldız gibi olduğunu düşünmüş.
Levent, Melike’nin anlattıklarında kendi annesinden duyduğu hikâyelere benzer şekilde sessiz kaldı. Annesi de yıllarca hizmetçilik yapmıştı; küçükken Levent annesinin aldığı hakaretleri dinlemekle büyümüştü; annesi için ayağa kalkamamıştı, cesaretle “Yeter!” diyememişti.
Ertesi sabah Levent evin atmosferini değiştirdi. Melike’ye ofisindeki idari departmanda yarı zamanlı bir pozisyon teklif etti. “Artık ‘efendim’ deme,” dedi, “Benim adım Levent.” Nuray’ın tepkisi sertti; bu bir hizmetçiyle nasıl ilişkili olabilirdi böyle şeyler? Ama Levent kararlıydı. “Sadece insanların yaptığı işe değil, insanlara nasıl muamele ettiğine bakarım.” dedi.
Aylar geçti. Melike ofisteki işinde olağanüstü bir performans gösterdi. Hem zekası hem çalışkanlığı hem adanmışlığı dikkat çekti. Levent, şirketinde yeni bir sosyal denetim departmanı kurdu. İş güvenliği, taşeron denetimi, çalışan hakları gibi konuları bizzat takip etmeye başladı.
Melike’nin küçük kızı Zeynep, özel okula başladı. Annesinin emeği sayesinde okul çantasıyla okula giderken yüzünde gururlu bir gülüşle doluydu. Levent’in hayatında ise değişmeyen tek şey, dünyaya ve insanlara olan bakışı oldu. Nuray ise evden taşındı; ayrılık dostane olmadı ama kaçınılmazdı. Çünkü Levent için sevgi sadece lüks tabaklarla ya da güzel evlerle değil; aynı zamanda saygıyla, dürüstlükle ve değer verdiğin kişilerle şekilleniyordu.
Bir gün Melike, ofiste Levent’le konuşurken titrek sesiyle ama parlak gözleriyle dedi:
“Bana yaptıklarınız için teşekkür ediyorum… ama asla unutmayacağım size asıl öğretenin ne olduğunu. Sizin karşınızdaki kişinin kim olduğuna bakmak… Paranın gölgesinin altındaki değeri görmek.”
Levent gülümsedi; gözlerinde biraz hüzün biraz umut vardı. İnsanların asla unutmaması gereken şeyi öğrenmişti: servet yalnızca zenginlikten ibaret değildir; insanlık, şefkat ve adil muamele üzerine kurulduğunda gerçekten kıymet kazanır.