“Bu çikolataları Almanca satarsan 100 bin veririm” dedi milyoner alayla… sonra donakaldı
İstanbul’un Taksim semtindeki Hilton Oteli’nin resepsiyon salonunda, iş dünyasının en zengin insanları pahalı takım elbiseleri ve şık elbiseleriyle milyonlarca liralık anlaşmalarını kutluyorlardı. Kahkahalar, kadeh sesleri ve lüks yemek kokuları salonu dolduruyordu. Ancak bu ihtişamın ortasında, kapının eşiğinde, eski bir elbise ve başında beyaz bir başörtüsü olan 9 yaşında bir kız çocuğu duruyordu. Ayşe, elinde tuttuğu hasır sepetin içine annesinin evde yaptığı çikolataları doldurmuştu. Bu çikolataları satmak zorundaydı. Çünkü annesi hasta, evde yataktan kalkamayacak durumdaydı. İlaçlara ve yiyeceğe ihtiyaçları vardı. Eğer o akşam çikolataları satamazsa, ertesi gün yemek yiyemeyeceklerdi.
Ayşe, güvenlik görevlisinin kısa bir süreliğine izin vermesiyle içeri girdi. Salondaki parlak ışıklar, şıklık ve zenginlik, onun dünyasından çok uzaktı. Ama o, çekingen adımlarla masaların arasında yürümeye başladı. Sepetini uzatıyor, “Çikolata almak ister misiniz? Annem yaptı, çok lezzetlidir,” diye nazikçe soruyordu. Bazıları onu görmezden geldi, bazıları ise acıyan gözlerle bakıp kibarca reddetti. Birkaç kişi sırf acıma duygusuyla birer çikolata aldı. Ayşe her seferinde utangaç bir şekilde teşekkür ederek yoluna devam etti.
Sonunda, salonun en köşesinde oturan, 50 yaşlarında, mükemmel taranmış beyaz saçları ve pahalı İtalyan takım elbisesiyle dikkat çeken Kemal Yılmaz’ın masasına geldi. Kemal, inşaat sektöründe servet kazanmış, kibirli ve acımasız bir iş insanıydı. Masasında iki iş ortağıyla oturmuş, yüksek sesle kahkahalar atıyordu. Ayşe sepetini uzattı:
“İyi akşamlar beyefendi. Çikolata almak ister misiniz? Annem yaptı, tanesi 5 lira.”

Kemal, alaycı bir kahkaha attı. Onun sesi tüm salonu doldurdu:
“Çikolata mı? Senden mi? Bu insanlar Belçika çikolatası yer, sizin gibi fakirlerin yaptığı şeyleri değil!”
Ayşe’nin yanakları utançtan kızardı ama gitmedi. Kemal eğilip, gözleri kötü bir eğlenceyle parlayarak konuşmaya devam etti:
“Sana bir teklif yapıyorum. Eğer bu çikolataları bana Almanca satabilirsen, sana 100 bin lira veririm. Şimdi göster bakalım ne kadar akıllısın!”
Salondaki herkes kahkahalara boğuldu. Kemal, Ayşe’nin utanç içinde kaçacağını düşünüyordu. Ama Ayşe kaçmadı. Derin bir nefes aldı, başını kaldırdı ve Kemal’in gözlerinin içine bakarak kusursuz bir Almanca ile konuşmaya başladı:
“Guten Abend, mein Herr. Mein Name ist Ayşe. Ich möchte Ihnen hausgemachte Schokolade anbieten, die meine Mutter mit viel Liebe gemacht hat. Jedes Stück kostet nur fünf Lira, aber der wahre Wert liegt in der Hoffnung und der Mühe, die darin steckt.”
(“İyi akşamlar beyefendi. Adım Ayşe. Size annemin çok sevgiyle yaptığı ev yapımı çikolatalarını sunmak istiyorum. Her biri sadece 5 lira, ama gerçek değer fiyatında değil, içindeki umut ve emekte.”)
Salon bir anda sessizliğe büründü. Kahkahalar kesildi. 9 yaşındaki bir kızın kusursuz Almanca konuşmasını kimse beklemiyordu. Kemal Yılmaz’ın yüzü donmuştu. Şaşkınlık içinde ağzını açtı ama tek bir kelime bile söyleyemedi. Ayşe, konuşmasına devam etti:
“Eğer fakir olduğum için çikolatalarımın yeterince iyi olmadığını düşünüyorsanız, gerçek değerin ne olduğunu anlamamışsınız demektir. Gerçek değer, paradan değil, karakterden gelir.”
Salondaki sessizlik bir anda alkışlara dönüştü. Önce bir kişi, sonra tüm salon Ayşe’yi alkışlamaya başladı. Ayşe, küçük sepetiyle bir anda gecenin kahramanı olmuştu. Kemal Yılmaz ise hayatında ilk kez kendini küçük düşmüş hissediyordu.

O sırada, salondaki Alman iş insanı Georg Schmidth, Ayşe’ye doğru yürüdü. Georg, Avrupa’nın en büyük çikolata markalarından birinin sahibiydi. Ayşe’nin önünde durdu, hafifçe eğildi ve nazikçe konuştu:
“Adın ne küçük hanım?”
Ayşe, hala heyecandan titreyerek cevap verdi:
“Adım Ayşe, efendim.”
Georg, sepetten bir çikolata aldı, tadına baktı ve hayranlıkla başını salladı:
“Bu çikolatalar harika. İçlerinde sevgi ve emek var.”
Ardından, Kemal Yılmaz’a döndü ve ciddi bir sesle konuştu:
“Az önce bir söz verdiniz. 100 bin lira. Umarım sözünüzü tutarsınız.”
Kemal, utanç içinde cüzdanını çıkardı ve parayı Ayşe’ye uzattı. Ancak Ayşe, parayı hemen almadı. Gözlerinin içine bakarak şöyle dedi:
“Paranızı acıma duygusuyla istemiyorum. Çikolatalarımı almak istiyorsanız, o zaman kabul ederim.”
Kemal, dişlerini sıkarak tüm sepeti satın aldı. Ayşe, parayı aldı, teşekkür etti ve salonu terk etti. Ancak o gece, sadece bir kız çocuğu değil, bir ders de salondan ayrılmıştı.
Ayşe’nin hikayesi, kısa sürede tüm şehre yayıldı. Georg Schmidth, Ayşe ve annesine yardım etmeye karar verdi. Onlara çikolata yapımı konusunda eğitim verdi, ekipman sağladı ve Ayşe’nin annesi Fatma’nın çikolatalarını uluslararası bir markaya dönüştürdü. Ayşe ise Georg’un bursuyla eğitimine devam etti.
Yıllar sonra, Ayşe Demir, Almanya’da bir üniversitede ekonomi ve dil üzerine eğitim gören parlak bir öğrenci oldu. Fakir bir kız çocuğu olarak başladığı hayat, azmi ve cesareti sayesinde bir başarı hikayesine dönüştü. Ama Ayşe hiçbir zaman nereden geldiğini unutmadı ve her zaman ihtiyacı olanlara yardım eden biri olarak yaşamına devam etti. Çünkü en büyük zenginliğin, başkalarına umut verebilmek olduğunu biliyordu.