Milyarder, eski hizmetçiyi tıpkı ona benzeyen ikiz oğlanlarla churros satarken görünce şok oldu.
İstanbul’un kalbinde, Kadıköy’ün kalabalık sokaklarında siyah Mercedes yavaşça ilerliyordu. Direksiyonun başındaki Serdar Yılmaz, kırklı yaşlarının sonlarında, büyük bir teknoloji şirketinin sahibi bir iş insanıydı. Günün yorgunluğu yüzünden belli oluyordu. Kırmızı ışıkta beklerken gözleri kaldırımdaki küçük bir tezgâha takıldı. Bir kadın, yanında iki çocukla birlikte çurros satıyordu.
Kadının yüzüne dikkatle baktı. O anda kalbi sıkıştı. Tanıdı o yüzü… Bu Rukiye Şahin’di. Sekiz yıl boyunca evinde çalışmış, dürüstlüğüyle ve titizliğiyle Serdar’ın güvenini kazanmış hizmetçisi. Ama şimdi, Kadıköy’ün ortasında iki çocuğuyla ayakta durmaya çalışan bir sokak satıcısıydı.
Serdar, trafikteki kornalar arasında donakaldı. Rukiye’ye yıllar önce ne olduğunu hatırladı: Eşi Zeynep, bir gün kolye setini bulamayınca öfkeyle Rukiye’yi suçlamış, hırsızlıkla itham etmişti. Serdar karısına inanmakla, Rukiye’ye güvenmek arasında kalmıştı. Sonunda huzuru korumak için kolay olanı seçmiş, Rukiye’yi işten çıkarmıştı. Üç hafta sonra kolye Zeynep’in kendi çekmecesinde bulunmuş, ama artık çok geçti. Rukiye evi terk etmiş, bir daha izini kaybettirmişti.

Şimdi, yıllar sonra onu iki küçük çocukla görmek Serdar’ın içini paramparça etti. Arabasını park edip tezgâha yaklaştı. Rukiye onu görünce bir an duraksadı ama kendini toparladı.
“Kaç tane çurros istersiniz?” diye sordu, sanki hiçbir şey olmamış gibi.
“Altı tane,” dedi Serdar sessizce.
Çocuklardan biri merakla baktı: “Anne, bu amca bizi neden izliyor?”
Rukiye hafifçe gülümsedi. “Müşteri oğlum, ayıp.”
Serdar parayı uzattı. “Üstü kalsın,” dedi.
Rukiye hemen itiraz etti. “Hayır, olmaz. Cem, beyefendiye parasını ver.”
Sonra, gözlerinin içine bakmadan ekledi:
“Bazı borçlar parayla ödenmez, Serdar Bey.”
Bu cümle Serdar’ın yüreğine hançer gibi saplandı.
“Rukiye Hanım,” dedi sonunda. “Biraz konuşabilir miyiz?”
Kadın derin bir nefes aldı. “Çocuklar, siz tezgâha bakın,” dedi.
Birkaç adım uzaklaşıp Serdar’a döndü:
“Ne istiyorsun?”
“Sadece ne olduğunu anlamak istiyorum. O gün seni işten çıkardığımda hamile olduğunu söyledin. Doğru mu?”
Rukiye başını dik tuttu. “Evet. İki aylıktım. Ama bunu bilmen gerekmiyordu.”

Serdar’ın dizlerinin bağı çözüldü.
“Yani… o çocuklar…”
Rukiye’nin sesi buz gibiydi. “Babaları yok. Hiç olmadı da.”
Ama Serdar’ın zihninde yıllar öncesinin o gecesi canlandı. Zeynep şehir dışındayken, o ve Rukiye yalnız kalmış, uzun bir konuşmanın sonunda duygusal bir an yaşanmıştı. O anda her şey anlam kazandı. Çocukların yaşı tam olarak o zamana denk geliyordu.
O gece eve döndüğünde Zeynep’e gerçeği anlatamadı. Ama sabaha kadar uyumadı. Vicdanı susturulamazdı. Ertesi gün tekrar Kadıköy’e gitti. Rukiye tezgâhının başındaydı, çocuklar okuldaydı.
“Rukiye,” dedi, “Can ve Cem benim çocuklarım, değil mi?”
Kadın bir an sustu, sonra gözlerini kaldırmadan, “Evet,” dedi.
Serdar’ın kalbi sıkıştı. “Neden söylemedin?”
“Ne zaman söyleyecektim? Beni kovduğun gün mü, yoksa karına inandığın o an mı?”
Serdar başını öne eğdi. “Haklısın. Ama şimdi biliyorum. Ve telafi etmek istiyorum.”
Rukiye alayla gülümsedi. “Sekiz yılı nasıl telafi edeceksin?”
“Geçmişi değiştiremem ama geleceği kurabiliriz,” dedi Serdar.
Çantasından bazı belgeler çıkardı. “Senin için bir iş ayarladım. Küçük bir kafe açmak istiyorum. Sen işleteceksin. Çocukların eğitimi için de bir fon kurdum.”
Rukiye kâğıtlara bile bakmadı. “Ben senden yardım istemiyorum.”
“Biliyorum,” dedi Serdar, “ama çocuklar senden istemiyor. Onlar buna hak sahibi.”
Tam o sırada okuldan dönen Can ve Cem koşarak geldiler.
“Anne, bugün yüz aldım!” diye bağırdı biri.
Serdar onları izlerken gözleri doldu.
“Anne, bu amca yine burada,” dedi Cem.
Rukiye derin bir nefes aldı. “Evet oğlum. Çünkü size bir şey anlatmam gerekiyor.”
Çocuklar merakla annelerine baktılar.
“Bu beyefendi,” dedi Rukiye sessizce, “sizin babanız.”
Bir anda sessizlik çöktü.
“Gerçekten mi?” dedi Can.
“Evet,” dedi Serdar. “Ve artık hayatınızda kalmak istiyorum.”
Cem’in gözleri parladı. “Yani bizim de babamız olacak mı?”
Serdar diz çöküp onlara baktı. “Eğer isterseniz, evet.”
Rukiye uzun süre sustu. Sonra yumuşak bir sesle konuştu:
“Bu kolay olmayacak. Güven öyle hemen kazanılmaz.”
Serdar gülümsedi. “Hazırım. Yeter ki izin ver.”
O gün Kadıköy’ün güneşli sokaklarında üç kişi, sekiz yılın ardından yeniden bir aile olmanın ilk adımını attı.
Serdar, hayatında ilk kez paranın satın alamayacağı şeylerin değerini anladı: Sevgi, aile ve ikinci bir şans.