Müdür Bağırdı: “Kovuldun!”… Ta ki Milyoner Gelip Her Şeyi Değiştirene Kadar
Nuran Güneş, İstanbul’un kalabalık İstiklal Caddesi’nde, Küçük Simit Sarayı adlı kafede sıradan bir salı sabahı çalışıyordu. 29 yaşında, Trabzon’dan büyük umutlarla şehre gelmişti. Hayatını bu kafede kazandığı maaşla sürdürüyordu; başka bir geliri yoktu. O sabah, müdür Mehmet Bey öfkeli bir şekilde yanına yaklaşıp, “Nuran, bu hafta üç fincan kırdın, dün de masadaki beyefendiden şeker parasını almayı unuttun!” diye bağırdı. Nuran özür diledi ama Mehmet Bey kararlıydı: “Olmayacak çünkü kovuldun!” Tüm müşteriler dönüp ona baktı. Nuran’ın gözleri doldu, önlüğünü çıkardı. Beş yıl emek verdiği işi bir anda kaybetmişti.
Tam o anda, kapı sertçe açıldı. İçeri kusursuz takım elbiseli, uzun boylu bir adam girdi. İstanbul’un en zenginlerinden Tuncay Kılıçoğlu’ydu; lüks otel zincirlerinin sahibi. Doğrudan Nuran’a yaklaştı, müdürü görmezden geldi. “Sen Nuran Güneş misin?” dedi. Nuran şaşkınlıkla başını salladı. “Seninle konuşmam gerek. Baban Hasan Güneş hakkında.” dedi. Nuran’ın babası, 15 yıl önce vefat etmişti. Tuncay, onu kafenin köşesindeki masaya götürdü.
Tuncay, “Baban, ben 19 yaşındayken hayatımı kurtardı.” dedi. Trabzon’da fırtınalı bir gecede, Tuncay’ın teknesi batmıştı; Hasan Güneş onu buz gibi sudan çıkarmış, evinde ağırlamıştı. “Baban bana kimseye anlatmamamı söyledi. Birine yardım etmek övünülecek bir şey değil, dedi. Ama ona bir gün bu iyiliğin karşılığını vereceğime söz verdim.” Tuncay, cebinden eski bir mektup çıkardı. “Eğer bir gün başarılı olursam seni bulmamı ve bu mektubu vermemi istedi.” Nuran gözyaşlarıyla mektubu açtı. Babasının el yazısı: “Hayatın sana sunduğu fırsatları hak ediyorsun. Seçimlerine güven.”
Tuncay gözlerinin içine bakarak, “Boğazda yeni açacağım bir kafeyi yönetecek birini arıyorum. Misafirperverliği ve insanlara özeni bilen birini. Kabul eder misin?” dedi. Nuran, müdürün çaresiz ifadesine baktı, sonra Tuncay’a döndü: “Neden ben?” Tuncay, “Çünkü sen Hasan Güneş’in kızısın ve insanlara nasıl davrandığını gördüm. Bu öğretilmez, miras alınır.” dedi.
Üç gün sonra Nuran, Boğaz’a bakan, turkuaz pencereli, küçük bir kafede duruyordu. Tuncay sabah çayıyla geldi. “Yeni kafende ilk çayı içmek istersin.” dedi. Nuran hâlâ inanamıyordu. Dün kovulmuştu, bugün kendi yerini yönetiyordu. Tuncay, “Bu kafe annemin en sevdiği yerdi. O öldükten sonra burayı satın aldım ama bir türlü açamadım. Senin burada olman, ona benzer bir sıcaklık getiriyor.” dedi.
Nuran, kafeyi hazırlamak için günlerce çalıştı. Tuncay neredeyse her gün geliyordu; bazen menüyü tartışmak, bazen taze çiçekler getirmek, bazen de annesinin hikâyelerini anlatmak için. Aralarında dostluk ve güven gelişti. Bir akşam, Tuncay sordu: “Hiç evlenmedin mi?” Nuran, “İki yıl önce biri vardı ama ilgisizliğim nedeniyle gitti.” dedi. Tuncay, “Beni gören biri hiç olmadı. Şimdiye kadar.” dedi. Nuran kalbinin hızlandığını hissetti. “Beni buraya sadece babam yüzünden mi getirdin?” diye sordu. Tuncay pencereye bakarak, “Başta evet, ama şimdi ne hissettiğimi bilmiyorum.” dedi.
Kafe açıldığında büyük ilgi gördü. Nuran’ın Trabzon yemekleri, Boğaz manzarası müşterileri cezbetti. Tuncay uzaktan gururla izliyordu ama bir akşam sessizleşti. “Artık bana ihtiyacın yok. Babanla verdiğim sözü yerine getirdim. Sen bağımsızsın, hayatında yerim ne bilmiyorum.” dedi. Nuran yanına yaklaştı: “Senin yerin yanımda, babama borçlu olduğun için değil, seni seçtiğim için.” Tuncay, “Karmaşık bir adamım, büyük sorumluluklarım var. Sana haksızlık olur.” dedi. Nuran, “Bunu benim karar vermeme izin ver. Bana en çok ihtiyacım olduğunda onurumu geri verdin. Farkı bilirim; minnettarlığı aşkla karıştırmıyorum.” dedi.
Tuncay, “Hayatımda ilk kez beni gerçekten gören birini buldum. Sadece garson olarak değil, balıkçının kızı olarak değil, Nuran olarak.” dedi. Nuran, “Babam derdi ki, hayat deniz gibidir. Kiminle yol almak istediğini seçmek en önemlisidir.” Tuncay gülümsedi, onu kendine çekti. “Sen zaten hayatımı değerli kılıyorsun.” dedi ve ay ışığında öpüştüler.
Altı ay sonra Kafe Boğaz mahallenin en sevilen noktası oldu. Nuran menüyü genişletti, turistler Trabzon yemeklerini tatmak için geliyordu. Tuncay her sabah kahvaltıya geliyordu. Bir sabah ona bronz bir plaka verdi: “Cafe Boğaz, Nuran Güneş ve Tuncay Kılıçoğlu tarafından kuruldu. Hasan Güneş’in anısına.” Nuran onu sıkıca sarıldı. “Bana sadece bir kafe değil, yeni bir amaç verdin.” dedi.
Bazen yeniden başlamak, başlangıca dönmek değildir; yeni bir yol seçmektir. Ve en güzel hikâyeler, tam her şeyin bittiğini düşündüğümüz yerde başlar.