Hain Askerler “Güneşli Geceler” Dedi — Bordo Bereli Şifreyi Çözünce Darbe Önlendi

Hain Askerler “Güneşli Geceler” Dedi — Bordo Bereli Şifreyi Çözünce Darbe Önlendi

Akıl ve Vatan: Güneşli Gecelerin Sırrı

I. Yüzbaşı Kazım’ın Gözlemi

Ankara’daki devasa bir askeri kışlanın koridorlarında, Yüzbaşı Kazım temkinli adımlarla yürüyordu. Kırk yaşındaydı ve tam on sekiz yılını Bordo Bereli olarak, bu milletin en seçkin birliğinde geçirmişti. 32 operasyonda görev almış, beş madalya kazanmıştı. O, sadece iyi bir savaşçı değil, aynı zamanda disiplinli, zeki ve her şeyi sorgulayan bir adamdı. Kitaplar onun en yakın arkadaşıydı. Psikoloji, tarih, strateji, felsefe… Bilginin bir gün kurşundan daha etkili olacağına inanıyordu.

O gün, her yıl düzenlenen ve iki ay sürecek olan yıllık Bordo Bereli eğitimleri yeni başlamıştı. Bu, zihin ve bedenin sınırlarının zorlandığı, günde yalnızca beş saat uykunun müsaade edildiği bir cehennem ayiniydi. Ancak bu yıl, kışlanın havası farklıydı. Alışılmış kardeşlik ve şakalaşma yerini, tuhaf bir soğukluğa ve mesafeye bırakmıştı.

Yeni gelen 35 genç askerden bazıları garipti. Üçü sürekli, sabahtan akşama kadar, neredeyse hiç konuşmadan dua ediyordu. Aşırı dindarlık, askeri bir kampta daha önce bu kadar keskin görülmemişti. Başka bir grup ise diğer askerlere keskin, düşmanca bakışlar atıyor, sanki birlikte değil de birbirlerine karşı savaşıyorlardı.

Kazım, not almaya başladı. “Bu bir rastlantı değil,” diye düşündü. “Bu bir organizasyon. Ama amaçları ne?”

II. Fısıldayan Çiçek ve Şifre

On ikinci günün akşamı, Kazım duştan çıktıktan sonra kafasını dinlemek için bahçeye indi. Uzakta bir siluet gördü. Yirmi beş yaşlarında genç bir askerdi, çömelmiş, bahçedeki küçük bir çiçeğe dokunuyordu. Kazım, askerin bir çiçeğe gösterdiği sevgiye şaşırmıştı, ancak yaklaştığında duyduğu fısıltı ile olduğu yerde dondu kaldı.

Genç asker çiçeğe fısıldıyordu: “Haydi, güzel çiçek, çok zor değil. ‘Bismillahirrahmanirrahim’ diyeceksin. Ben diyebiliyorsam, sen de diyebilirsin.”

Kazım’ın beyninde alarm zilleri çalmaya başladı. Bir asker, bir çiçeğe besmele çektirmeye çalışıyordu. Bu normal değildi. Bu, akıl tutulmasıydı. Bu aşırılık, basit bir dindarlık olamazdı; bu, bir beyin yıkamanın ya da bir sapkınlığın işaretiydi.

İki ay boyunca Kazım, sessiz bir hayalet gibi kışlayı gözlemledi. 35 askerin 21’i aynı tuhaf davranışları sergiliyordu: Gece yarıları sessizce kalkıp konuşmadan ibadet etme, yemekte yere bakma, gizli bakışmalar… Hepsi bir sırrı paylaşıyordu.

Eğitimin sonuna doğru arkadaşları onu şehre davet etti. Kazım kabul etti. Kafasını dağıtmak için değil, belki dışarıda bir ipucu bulmak için. Bir kafede oturmuş, çayını içerken, yan masasına bir kadın oturdu. Kadın telefonla konuşuyordu:

“Evet abiciğim, ne olursa olsun efendimiz bizi Sırat Köprüsü’nde bekleyecek. Hayırlı günler, güneşli geceler abiciğim.”

Kazım’ın kalbi hızla çarpmaya başladı. Güneşli geceler! Bu cümleyi daha önce defalarca duymuştu. Kışlada o garip askerler birbirlerine böyle veda ediyordu: “Hayırlı günler, güneşli geceler.”

Bu bir şifreydi. Bir kimlik. Kadın telefonu kapattı, gülümseyerek Kazım’a döndü. “Abim de asker. O da eğitimde. Yakında çok güzel şeyler olacak.” Kadın, ayrılırken son sözünü söyledi: “Gitmem gerek. Hayırlı günler, güneşli geceler.”

Kazım artık emindi. Bu, sadece bir avuç askerin tuhaflığı değildi. Bu, ülkenin en kritik biriminin içine sızmış, büyük bir örgütlenmeydi.

III. Güneş Battı Sinyali

Kazım, kışlaya döndü ve o gece uyumadı. Not defterindeki 21 şüpheli askerin adını tek tek kontrol etti. Kalan 14 asker ise dürüst, çalışkan ve vatana bağlı gençlerdi. Ertesi gün, bu 14 genci gizlice boş bir eğitim odasında topladı.

“Arkadaşlar,” dedi Kazım, gözlerinin içine bakarak. “İçimizde hainler var. Bu bir dindarlık değil, bu bir ihanet şebekesi. Hepsi aynı şifreyi kullanıyor: ‘Hayırlı günler, güneşli geceler.’ Bir şeyler planlıyorlar.”

Genç askerlerin yüzünde şaşkınlık ve kararlılık yan yana duruyordu. “Ne yapacağız komutanım?” diye sordu biri.

“Hazırlıklı olacağız,” diye yanıtladı Kazım. “Onların bir darbe veya kışlayı ele geçirme girişimi olacak. Biz de harekete geçeceğiz. Ama sessizce ve akıllıca.”

Kazım, acil durum planını hazırladı. 14 güvenilir askere özel görevler verdi, bir de özel parola belirledi: Güneş battı. Bu kelime, kışlanın ana kapısından sorumlu Güvenilir Çavuş Mehmet’in kapıyı kilitleme sinyali olacaktı.

Aynı akşam, Bölük Komutanı Yüzbaşı Selim, eğitim sonunda askerlerle vedalaşırken gülümsedi ve yavaşça ekledi: “İyi akşamlar askerler… Hayırlı günler, güneşli geceler.”

Kazım’ın kanı dondu. Demek ki ihanet sadece alt rütbede değil, üst düzey komutanlara kadar uzanıyordu. İşin büyüklüğü karşısında geri adım atmadı, sadece planını daha da kesinleştirdi. Bu gece her şey bitecekti.

IV. Vatanın Gecesi

Gece saat 02:00. Kışla derin bir sessizliğe gömülmüştü. Birden koğuşun kapısı hızla açıldı. Bölük Komutanı Selim, yüzünde şeytani bir gülümsemeyle içeri girdi.

“Gün bugündür askerlerim! Haydi bakalım!”

21 hain asker, yataklarından fırladı. Gözleri parlıyordu. Hepsi bu anı bekliyordu. Tek bir ses yükseldi: “Güneşli geceler için!”

Kazım da aynı anda ayağa fırladı ve bağırdı: “Güneşli geceler için!”

Komutan Selim şaşırdı ama hemen toparladı. “Vay be Kazım, işte bu güzel oldu! Seni kim dahil etti?”

“Sonra konuşuruz komutanım. Şimdi tankları hazırlayalım.”

Selim, Kazım’ın soğukkanlılığına hayran kaldı. “Tamam. Sen ve arkadaşların dışarı çıkın, tankları hazırlayın. Sokaklara çıkmadan önce teçhizatı kontrol edin. Biz içeride son hazırlıkları yapacağız.”

Kazım ve 14 güvenilir askeri, tank parkına doğru yürüdü. Motorları sessizce çalıştırdılar. Tanklar tek sıra halinde kışlanın ana kapısına doğru ilerlerken, Kazım telsizi açtı.

“Mehmet, Güneş battı.”

“Anlaşıldı komutanım!”

Saniyeler sonra kışlanın dev kapısı dışarıdan kilitlendi. İçerideki hainler artık çıkamayacaktı.

Kazım, tankının üzerine çıktı ve megafonu aldı. O anda içeride alarm sesleri yükselmeye başlamıştı. Komutan Selim, öfkeyle kapıya koştu.

“Mehmet! Kapıyı aç!” Cevap yoktu.

Selim, kapının kilitlendiğini anladı. Karanlıktan gelen motor seslerini duydu ve gözlerini kısarak baktı. Tanklar, kışlayı çepeçevre sarmıştı. Namlular, doğrudan kışlanın merkezine dönüktü.

Tankın üzerindeki siluet, Yüzbaşı Kazım’dı.

“Silahlarınızı bırakın! Eller başınızda olsun! En ufak bir hareketinizde ateş açılacaktır!”

Komutan Selim şaşkınlıkla bağırdı: “Kazım! Sen… bizden değil miydin?”

Kazım’ın sesi kararlıydı, havada yankılandı: “Hayır, komutanım! Ben sizden değilim! Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin askeriyim!”

Bir anda, tankların üzerindeki projektörler açıldı. Kışla, aydınlığa boğuldu. Hain askerler, ışık ve namlu tehdidi altında birer birer silahlarını yere bıraktı. Direnişsiz, büyük bir felaket önlenmişti. Kazım telsize basıp Albay Nevzat’a durumu bildirdi: “Kışla temiz. Durum kontrol altında.”

V. En Güçlü Silah: Akıl

Bir hafta sonra Ankara’da büyük bir tören düzenlendi. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi hınca hınç doluydu. Yüzbaşı Kazım ve 14 askeri, alkışlar arasında sahneye çağrıldı.

Cumhurbaşkanı, Kazım’a madalyasını takarken, “Bu ülke sizin gibi askerlerle gurur duyuyor,” dedi.

Kazım, mikrofonu aldı. Salon sessizliğe büründü.

“Sayın Cumhurbaşkanım, değerli misafirler,” diye başladı. “Ben sadece görevimi yaptım. Çünkü ben bir Bordo Bereliyim. Ama şunu belirtmek isterim ki, vatanı sadece silahla değil, akılla da koruruz.”

Salondaki herkes merakla dinliyordu.

“Bugün öğrendim ki, en güçlü silah bilgiymiş. O hainleri, onların gizli niyetlerini anlamamı sağlayan, okuduğum psikoloji ve insan davranışı kitapları oldu. Onlar bana insanı okumayı öğretti. Kas gücümle değil, zekamla bir felaketi önledim.”

Kazım, gençlere seslendi: “Bu yüzden gençlere söylüyorum: Okuyun. Sorgulayın. Sadece güçlü olmayın, zeki de olun. Çünkü vatanı korumak sadece kas gücüyle olmaz. Aklını kullanan asker, ülkesini sonsuza kadar yaşatır.”

Büyük bir alkış koptu.

Ertesi sabah tüm gazetelerde aynı manşet vardı: “Kitap Okuyan Bordo Bereli, Darbe Girişimini Durdurdu.”

Bir ay sonra kışlada hayat normale dönmüştü. Kazım, artık yeni gelen güvenilir askerlerin eğitiminden sorumluydu. Bir sabah hepsini topladı ve önlerindeki kitap dolu kutuyu gösterdi.

“Askerler,” dedi. “Bugün size sadece silahı değil, zekayı da öğreteceğim. Düşman bazen karşınızda değil, bazen yanı başınızdadır. Onu fark etmek için güçlü olmanız yetmez, zeki olmalısınız. Bu kitaplar benim silahlarımdır. Her biriniz birini alacaksınız. Çünkü en büyük silah akıldır.”

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News