Flörtöz oyuncu, mağrur kızı 7 günde fethedebileceğine bahse girdi. Yedinci gün, onun mezarı başında diz çöktü: Her şeyi bilen ve sonsuza dek giden kişi.

Flörtöz oyuncu, mağrur kızı 7 günde fethedebileceğine bahse girdi. Yedinci gün, onun mezarı başında diz çöktü: Her şeyi bilen ve sonsuza dek giden kişi.

Akşam güneşi, Boğaz’a bakan o zarif konağın bahçesine yumuşak bir ışık düşürüyordu. O anda göründü o adam: kendinden emin, düzgün adımlı, mağrur bir duruşla. Adı Emir Kara idi — yirmi yedi yaşında, saçları gece kadar siyah, gözleri ise fırtına öncesi gökyüzü gibi gri. Ailesinden küçük ama onurlu bir servet kalmıştı, ama asıl mirası meydan okumayı seven karakteriydi. Emir sadece kumar masasında değil, insanlarla da bahse giren biriydi. Amacı basitti: “İstediğim kişiyi fethedebilirim” diye kanıtlamak.

Yeni hedefi ise Elif Demir’di. Yirmi beş yaşında, zarif, mesafeli, gözlerinde sürekli bir uzaklık taşıyan bir kadın. Güzel, ama o güzelliğe dokunmak kolay değildi. Elif, ünlü iş insanı Kemal Demir’in tek kızıydı. Annesi o dokuz yaşındayken vefat etmişti. O günden beri hayatı kitaplar, resmi davetler ve yalnız yürüyüşlerle geçmişti. Güzelliği kadar soğukkanlılığıyla da tanınırdı. Onu gülerken kimse görmemişti, belki de görenler unutmuştu.

Emir, Elif’in çevresinde görünmeye başladı: sergiler, bağış geceleri, boğaz manzaralı otellerdeki akşam yemekleri… Bir akşam arkadaşına dedi ki:
“Bahse var mısın? Yedi gün içinde Elif Demir benimle Boğaz’a karşı yürüyüşe çıkacak.”
Arkadaşı Burak kahkaha attı: “Sen delisin Emir. O, bizim çevremizdeki kimseyle bile göz teması kurmaz.”
Emir gülümsedi. “Yedi günüm var.”

1. Gün.
Emir, Demir ailesinin vakıf davetine katıldı. Elinde beyaz bir gardenya ile Elif’in yanına yaklaştı. O sadece başıyla selam verdi. Emir, kısa bir nezaket konuşmasından sonra Boğaz kıyısında yürümek için izin istedi. Elif hafifçe başını salladı. Birkaç dakika sessizlik oldu. Sonra Elif dedi ki: “Babam bana zayıflık göstermemeyi öğretti.” Emir karşılık verdi: “Zayıflık kalpte değil, onu hissetmekten korkanda.” Elif sustu, ama gözlerinde bir anlık merak kıvılcımı belirdi.

2. Gün.
Emir sabah kahvaltısına davet edildi. Elif’in saçına taktığı beyaz gülü fark edip hafifçe şaka yaptı. Elif hafifçe gülümsedi — kısa ama gerçekti. Emir bunu bir zafer saydı. O akşam Emir onu Nişantaşı’ndaki tarihi kilisede yapılan klasik müzik konserine davet etti. Elif kabul etti. Yan yana oturduklarında Elif hafifçe bir melodi mırıldandı. Emir ona baktı. “Sana eşlik edebilmem için melodini tanımama izin ver,” dedi. Elif başını çevirdi, sessiz kaldı. Ama elini dizine koyduğunda, Emir’in eli çok da uzakta değildi.

3. Gün.
Boğaz boyunca at arabasıyla bir gezi. Emir onu konağın kapısında bekledi. Araba sessizce ilerlerken Emir çocukluğunu, Ege’deki yaz günlerini, denize duyduğu özlemi anlattı. Elif uzun süre sustu, sonra dedi ki: “Benim çocukluğumun özgürlüğü de bir kafesti. Beklentiler, görgü, hata yapma korkusu…” Emir onun elini tuttu. “Hata yapmak utanç değildir. Utanç, yaşamaktan korkmaktır.” Elif sustu ama gözleri parladı.

4. Gün.
O gece Demir Konağı’nda mum ışığında bir akşam yemeği vardı. Masanın ortasında zambaklar. Emir, “Hayal et Elif,” dedi. “Etiketler olmadan yaşasak. Seyahat etsek, gülebilsek.”
Elif gözlerinin içine baktı: “Ya sandığın kadar özgür biri olmadığımı fark edersen?”
Emir, kadehini kaldırdı: “O zaman seni yeniden keşfederim. Çünkü değerli şeyler, tekrarlanmaktan korkmaz.”
Elif gülümsedi — çok hafifçe. Ardından terasa çıktı. Emir de peşinden gitti. Boğaz gecesi sessizdi. Emir alçak bir sesle, “Yedi gün sonra senden isteyeceğim tek şey, maskenin altındaki seni tanımama izin vermen olacak,” dedi. Elif baktı ama cevap vermedi.

5. Gün.
Elif onu evin kütüphanesine götürdü. Raflar dolusu Fransız şiirleri, klasik romanlar… Emir dinledi, hayran kaldı. “Sevmek, korkmaya cesaret etmektir,” diye bir dize okudu. “Korkmak başarısızlık değildir, denememektir,” dedi. Elif kitabı kapattı. “Ne deniyorsun Emir?”
“Tanımanı. Ve kabul etmeni.”
Elif sustu, ama yüzü değişti.

6. Gün.
Ertesi

“Elif, bu günlerde fark ettim ki asıl bahis seninle değil, kendimleydi. Bahse konu olan şey seni kazanmak değil, sevmeyi öğrenmekmiş. Eğer beni kabul edersen, gün batımında seninle dans etmek isterim. Eğer sözlerim değersizse, adımı unut ve yoluna devam et. Yarın, saat beşte bahçede olacağım. Gelirsen, sessizce yürürüz. Gelmezsen, kaybederim ama gerçeği kazanırım.”

Elif sadece baktı. Cevap vermedi.

7. Gün.
Saat tam beşte Emir bahçedeydi. Gri gökyüzü, rüzgâr, dökülen yapraklar… Elif gelmedi. İki saat bekledi. Sonra konağın arkasındaki aile mezarlığına gitti. Orada Elif’in annesi, Zeynep Demir’in mezarı vardı. Emir sessizce diz çöktü.
“Gelmedin,” dedi fısıldayarak.
Ve o anda, kalbiyle gördü onu: siyah bir elbiseyle, yorgun yüzlü, gözleri dolu Elif. Yanına geldi, elini omzuna koydu, sonra yavaşça yürüyüp kayboldu. Emir diz çökmüş halde kaldı.

Mezar taşında yazıyordu:

“Zeynep Demir, 1968-2005. Sessizliğin bekçisi, sevginin annesi.”

Emir anladı. Elif, onu mezarın yanında beklemişti — teslim olmak için değil, yüzleşmesi için. Çünkü gerçek fetih, kalbin önünde diz çökmekti.

Rüzgâr esti, Emir’in gururu kırıldı. Sessizce ağladı.
“Teşekkür ederim,” dedi. “Beni değiştirdin.”
Sabah olduğunda Elif gitmişti. Emir’e sadece bir mektup bırakmıştı:

“Emir, bahsi kazanmadın. Sadece erteledin. Çünkü oynadığın şey ben değil, kendindin. Ben özgürlüğe yürüdüm. Hatıram ve affım sende kalsın.”

Emir mektubu okudu, yapraklar arasında. Ve ilk kez, fethetmenin değil, sevmeyi bilmenin anlamını anladı.

Her ayın yedisinde Emir, Zeynep Demir’in mezarına bir beyaz gardenya bırakırdı. “Teşekkür ederim,” derdi. Çünkü o kaybederek kazanmıştı.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News