Babası onu ceza olarak Apaçilere verdi – Ama o, kadını kimsenin sevmediği gibi sevdi
.
.
Çölün acımasız kanunu, asil kan ile sıradan arasında ayrım yapmaz. Margaret Sinclair, babasının arabasıyla Arizona sınır bölgesine geldiğinde, ceza olarak düşünülen şeyin hayatının en büyük hediyesi olacağını henüz bilmiyordu. Baston’ın seçkin toplumunun sadece alaycı bakışlarla karşıladığı tombul kadın, yakında vahşi batıda dış görünüşün değil, iç gücün bir insanın değerini belirlediğini öğrenecekti. Bu onun hikayesiydi; öyle ki hor görme yerini saygıya bırakacak ve aşk, mükemmelliği değil, ruhun gerçek güzelliğini arayacaktı.
1873 Yazı
1873 yazındayız. Güneybatı toprakları hala yerli halklarla yerleşimciler arasındaki gerilimden titreşirken, Arizona topraklarının kırmızı kumu yakıcı sıcakta neredeyse kıvılcımlar saçıyordu. Margaret Sinclair, Buston’ın seçkin mahallelerinden toprakların en ıssız bölgesine yeni gelmişti. 39 yaşında tombul vücudu ve bekarlık statüsüyle Sinclair ailesinin asil armalarında utanç lekesi sayılıyordu. Babası acımasız ve hesapçı Jonathan Sinclair, Buston’ın en nüfuzlu tüccarlarından biriydi ve kızından kurtulmaya karar vermişti.
Jonathan, 20 yıldan fazla bir süredir tek çocuğunu evlendirmeye çalışıyordu ama Margaret’in vücut yapısı ve inatçılığı yüzünden tüm olası talipliler kaçmıştı. Yaşlı Sinclair, sonunda emsalsiz bir anlaşma yaptı. İş görüşmeleri sırasında Sinclair, madeni için adam temin etmeye hazır bir Apaş reisiyle tanışmıştı. Anlaşmanın bir parçası olarak, reisin karşılığında beyaz bir kadın istiyordu. Margaret, babası onu batıya göndereceğini söylediğinde neyin kendisini beklediğini bilmiyordu. Bunun sınır kasabalarından birinde kendisine koca bulma konusunda yeni bir girişim olduğunu sanıyordu.
Uzun yorucu yolculuk boyunca ancak araba çöle daha da derinlere girdiğinde ve etraflarında her türlü medeniyet izi kaybolduğunda şüphelenmeye başladı. Araba sonunda küçük bir derenin kenarında durdu. Orada bir Apaş savaşçısı bekliyordu. Uzun kaslı bir adamdı. Yüzünde güneş ve zamanın çizgileriyle. Ona Şahin diyorlardı ve o, reisin oğluydu. Jonathan Sinclair, arabacının eline bir çuval altın tutuşturdu. Sonra kızına soğukça, “Bu adam artık senin efendin. Bunu bana verdiğin tüm utanç olarak gör,” dedi.
Margaret çığlık atarak arabaya geri tırmanmaya çalıştı ama babası onu itti. Araba kısa sürede ufukta toz bulutu içinde kayboldu. Margaret hıçkırarak yere yığılırken Şahin sessizce onu izliyordu. Kadının dilini anlamıyordu. Tıpkı Margaret’in onunkini anlamadığı gibi. Adam sabırla bekledi. Sonra Margaret yorgunluktan sustuğunda ona bir su tulumu uzattı. Güneşin yanan diski ufka doğru yavaşça iniyor, gökyüzünü kırmızıya boyuyordu.
Margaret’in boğazı ağlamak ve tozdan kurumuştu. Sonunda su tulumunu aldı ve aç gözlülükle içti. Şahin daha sonra onu atına götürdü ve binmesi gerektiğini işaret etti. Margaret hayatında hiç ata binmemişti ve tombul yapısı yüzünden bu şimdi özellikle zor olacaktı. Birkaç denemeden sonra Şahin ona binmesine yardım etti. Sonra kendisi de eğere çıktı ve çölün iç kısmına doğru yavaşça yola koyuldular.
Yeni Bir Hayat
İlk günler dayanılmazdı. Margaret, çöl sıcağında, yabancı ortamda ve dil engellerinden dolayı kendini tamamen çaresiz hissediyordu. Şahin onu atla kabilenin kampına götürüyordu. Margaret için bu yeni bir çile demekti. Şişman vücudu eğerde acı verici şekilde sallanıyor, kalçaları kanayacak kadar sıyrılıyordu. Akşamları dinlenmek için durdukları zaman Şahin ateş yakar, yemek hazırlar ve önce kadına ikram ederdi. Margaret başta reddediyor ama açlık sonunda gururundan güçlü çıkıyordu.
Anlamadığı şey Şahin’in bakışıydı. Adam ona Baston beylerinin yaptığı gibi iğrenme ya da acımayla bakmıyordu. Bakışında daha çok merak ve garip bir saygı yansıyordu. Çöl geceleri gündüz sıcağından sonra buz gibiydi. Margaret titrerek ateşe yaklaştı. Gökyüzünde milyonlarca yıldıza hayranlıkla bakıyordu. Hayatında hiç bu kadar berrak gökyüzü görmemişti. Baston’da evler ve sis her zaman yıldızları gizlerdi. Burada gökle yer arasında süzülüyormuş gibi hissediyordu.
Şahin Margaret’in şaşkınlığını fark etti ve Apaş dilinde takım yıldızlarını gösterirken ona bir şeyler açıklamaya başladı. Margaret kelimeleri anlamıyordu ama adamın sesi onu rahatlattı. Üçüncü gün kabile kampına ulaştılar. Çadırlar arasında kadınlar ve çocuklar işleriyle meşguldü. Beyaz kadını gördüklerinde herkes sustu. Margaret kendini hiç bu kadar yabancı ve savunmasız hissetmemişti. Kabile reisi, yaşlı, vakarlı bir adam onları bekliyordu.
Şahin’le Apaşça konuştular ve Margaret çaresizce yanlarında dikiliyordu. Kaderinin ne olacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Yaşlı reis ona yaklaştı ve elini Margaret’in omzuna koydu. Sonra göğsünü işaret etti ve şunu söyledi: “Havsu Hatalitni.” Sonra Margaret’i göstererek kendini tanıtmasını işaret etti. Margaret titreyen sesle adını söyledi. Reis başını salladı. Sonra Şahin’e işaret etti. O da Margaret’in bavullarıyla kampın kenarına doğru yöneldi. Kadını daha küçük bir çadıra götürdü. Margaret için bu kendi konaklama yeri olacağını görünce şaştı kaldı. Tek başına ve adamın yanında değil.
Şahin ona bir battaniye ve taze su getirdi. Sonra onu yalnız bıraktı. Margaret yavaş yavaş burada köle olarak getirilmediğini, babasının düşündüğü gibi olmadığını anlamaya başladı. Çadırın içi şaşırtıcı derecede rahattı. Yumuşak hayvan derileri yeri kaplıyor, küçük ocakta közler yanarak hoş bir sıcaklık yayıyordu. Çadır örtüsünün tepesindeki açıklıktan yıldızları görebiliyordu. Yorgunluktan kendisine hazırlanan yatağa yığıldı ve hemen derin uykuya daldı.
Ertesi sabah çadırın girişinde usulca vuran biri yüzünden uyandı. Kollarında giysi ve bir kase yemekle genç bir Apaş kadını duruyordu. Kız gülümseyerek içeri girdi ve hediyelerini Margaret’in yanına koydu. Yavaşça ona yaklaşarak Margaret’in gözlerine bakmaya çalıştı. Margaret, onun kendisine yardım etmek istediğini anlamıştı. Yıldız Gözü, Margaret’i kabileye tanıtan ilk kişi olmuştu.
Yeni Bağlantılar
Kısa sürede Margaret, kabile yaşamına yavaş yavaş uyum sağladı. Yıldız Gözü ona Apaş dilini öğretiyordu. Margaret, kabile üyelerinin kendisini ne kadar kabul ettiğini görünce şaştı kaldı. Kimse onun kilosu hakkında yorum yapmıyor, kimse onunla alay etmiyordu. Burada hayatta kalma ve toplumsal dayanışma önemliydi. Dış görünüş değil. Apaş kadınları Margaret’e sepet örmeyi, çömlek yapmayı ve yerel bitkileri kullanmayı öğrettiler.
Margaret fiziksel çalışmaya alışmakta zorlandı. Çünkü Boston’da hizmetçiler ordusu tarafından çevriliydi. Elleri kabarcıklandı, sırtı ağrıdı ama akşamları vücudunu hoş bir yorgunluk sardı. Evde onu işkence eden ruhsal bitkinlik değil. Şahin onu her gün ziyaret ediyor ama izinsiz çadırına asla girmiyordu. Ona yemek getiriyor, bazen özel meyveler ya da et getiriyordu. Bir keresinde yaklaşan soğuk geceler için kabile kadınlarının kendisi için yaptıkları güzel el dokuma battaniye de getirmişti.
Margaret başlarda adamın ilgisi karşısında utanıyor ama yavaş yavaş alışıyordu. Bir akşam Apaş dilinde nispeten iyi iletişim kurabildiği zaman Şahin onu kampın dışında yürüyüşe çıkardı. Dolunay çölü gümüş ışığa boğmuş, kaktüsler ve kayalar tuhaf gölgeler düşürüyordu. Şahin Margaret’i tüm vadiyi görebilecekleri küçük bir tepeye çıkardı. Adam uzun süre aya baktı. Sonra kabilesinin efsanelerini, ay ve yıldızlar hakkındaki hikayelerini usulca anlatmaya başladı. Margaret hayretle dinliyordu. Kimse onunla daha önce hiç bu kadar samimi ve saygılı konuşmamıştı.
O akşam Margaret Şahin’e neden kendisine bu kadar saygılı davrandığını sordu. “Baban beyaz adam reisinin bize bir kadın önerdiğini söyledi. Köle gönderecek sandık. Ama sen köle değilsin. Vücudun büyük güçlü dağ ayısınınki gibi. Bizim kabilemizde bu saygı gerektirir. Büyük vücut bereket verimlilik demektir. Ve gözlerinde beyaz adamların göremediği ateşi görüyorum.” Margaret gözyaşlarına boğuldu. Tüm hayatı boyunca kilolu olduğu için sadece aşağılanma yaşamış. Şimdi bu yabancı, bu vahşi adam onda kendi halkının hiç görmediğinden fazlasını görüyordu.
O akşam Margaret, Şahin’e olan hislerini açıkça ifade etti. “Sana çok teşekkür ederim. Beni böyle kabul ettiğin için. Burada kendimi güvende hissediyorum.” Şahin gülümsedi. “Sen bizim ailemizsin artık. Ve biz seni koruyacağız.” Zamanla Margaret ve Şahin’in ilişkisi derinleşti. İkisi de birbirlerine olan sevgilerini keşfetmeye başladılar. Margaret, Şahin’in yanında kendini daha güçlü hissetti.
Zorluklar ve Mücadeleler
Bir gün, kabilede bir sorun patlak verdi. Diğer yerleşimciler, Apaşların topraklarına göz dikmişti. Margaret, bu tehditten haberdar olduğunda korkuya kapıldı ama Şahin’in güçlü duruşu onu rahatlattı. “Korkma, Margaret. Bizim topraklarımızı koruyacağız. Birlikteyiz.” Margaret, Şahin’in yanında kendini güvende hissetti. Kabile, topraklarını korumak için birleşti ve savaş hazırlıkları yapmaya başladı.
Margaret, kabile kadınlarıyla birlikte savaşa hazırlık yapıyordu. Yıldız Gözü ona ok atmayı öğretti. Margaret, bu yeni beceriyi öğrenmeye hevesliydi. Kendi gücünü keşfetmek ve kabilesine yardımcı olmak istiyordu. Her gün antrenman yapıyor, ok atmayı geliştiriyordu. Kendi içindeki gücü bulduğunda, savaşın sadece fiziksel değil, ruhsal bir mücadele olduğunu da anladı.
Savaş günü geldiğinde, Margaret ve Şahin, kabile üyeleriyle birlikte savaşa katıldılar. Margaret, okunu hedefe doğru fırlatırken içindeki cesareti hissetti. Savaşın ortasında, kendi hayatını ve kabilesini koruma içgüdüsüyle hareket ediyordu. Zamanla savaş sona erdi ve Apaşlar, topraklarını korumayı başardılar. Margaret, bu süreçte kendini bulmuştu. Artık sadece bir sokak kızı değil, aynı zamanda cesur bir savaşçıydı.
Yeni Bir Başlangıç
Savaşın ardından, Margaret ve Şahin’in ilişkisi daha da güçlendi. Margaret, kabiledeki diğer kadınlarla birlikte, savaş sonrası iyileşme çalışmalarına katıldı. Kabile, yaralıları tedavi etmek ve kayıpları anmak için bir araya geldi. Margaret, bu süreçte kabilesinin ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha anladı.
Zamanla, Margaret ve Şahin’in çocukları oldu. Cesur Kalp adını verdikleri bir oğulları ve Şafakçı adını verdikleri bir kızları vardı. Margaret, çocuklarına hem Apaş kültürünü hem de kendi geçmişini öğretmeye kararlıydı. Onlara sevgi, saygı ve dayanışmanın önemini anlatıyordu. Kabilenin büyük bir aile olduğunu ve her bireyin bu aileye katkıda bulunması gerektiğini vurguluyordu.
Yıllar geçtikçe Margaret, kabiledeki kadınların liderlerinden biri haline geldi. Kadınların güçlenmesi, eğitim alması ve toplumda daha aktif rol oynaması için mücadele ediyordu. Kendi hikayesini ve yaşadığı zorlukları paylaşarak, diğer kadınlara ilham veriyordu. Margaret, geçmişte yaşadığı acıların onu güçlendirdiğini biliyordu ve bu gücü başkalarına aktarmak istiyordu.
Sonuç
Margaret Sinclair, bir zamanlar bastında hor görülen bir kadınken, şimdi kendi kabilesinin saygı duyulan bir lideriydi. Kendi hikayesini, yaşadığı zorlukları ve kazandığı zaferleri paylaşarak, diğer kadınlara ve çocuklara umut vermeye devam etti. Çölün acımasız kanunları arasında, gerçek gücün içten geldiğini öğrenmişti. Onun hikayesi, sevginin ve dayanışmanın gücünü simgeliyordu.
Margaret, Şahin ve çocuklarıyla birlikte, Apaş kabilesinin bir parçası olarak mutlu bir hayat sürmeye devam etti. Onların hikayesi, çölün ortasında yeşeren bir sevgi ve dayanışma hikayesiydi. Ve belki de en önemlisi, Margaret artık yalnız değildi. Ailesi, kabilesi ve sevgi dolu bir hayatı vardı.