BİR ÇOCUK ZALİM ÜVEY ANNESİNİN EVİNDEN KAÇTI. VE TERK EDİLMİŞ BİR KULÜBEDE KADERİNİ BULDU
.
.
Kaderin Kulübesi
İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde, 11 yaşındaki Defne, hayatı boyunca evini hiç gerçekten “ev” gibi hissetmemişti. Annesini küçük yaşta kaybetmiş, babası kısa süre sonra yeniden evlenmişti. Üvey annesi Gülten, dışarıdan nazik ve düzenli görünse de Defne’ye karşı hep soğuk ve acımasızdı. Evdeki her hata için Defne’yi suçlar, ona sevgiden çok görev yüklerdi. Babası ise işte geç saatlere kadar çalışır, kızının sessiz acısını fark etmeyecek kadar yorgundu.
Defne için her gün, bir sınavdı. Sabahları en önce kalkıp evi temizler, kahvaltıyı hazırlar, okula geç kalmamak için acele ederdi. Gülten’in gözünde Defne, bir yükten fazlası değildi. En ufak hatasında cezalandırılır, bazen akşam yemeğinden mahrum bırakılırdı. Kızın kalbinde annesinin eksikliği kadar derin bir yara vardı; ama hayatta kalmak için sessiz kalmayı öğrenmişti.
Bir sonbahar akşamı, Gülten’in haksız bir azarı ve babasının ilgisizliği Defne’nin sabrını taşırdı. O gece, odasında ağlarken, pencereden dışarı bakıp yıldızlara bir dilek tuttu: “Keşke başka bir hayatım olsa. Keşke bir yerlerde gerçekten sevildiğim bir evim olsa.”

Ertesi sabah, Gülten onu haksız yere suçlayıp okul harçlığını vermeyince Defne ilk kez bir karar aldı. Okuldan sonra eve dönmeyecekti. Sırt çantasına annesinden kalan eski bir fotoğraf ve birkaç kitap koydu. Okul çıkışı, evin yolunu değil, kasabanın dışındaki ormana doğru yürüdü. Yağmur hafifçe başlamıştı. Defne, korkusuna rağmen kararlıydı; artık acıdan kaçmak istiyordu.
Ormanın içinde saatlerce yürüdü. Ayakları çamura bulandı, karnı acıktı ama geri dönmedi. Nihayet, ağaçların arasında eski, terk edilmiş bir kulübe gördü. Pencereleri kırık, kapısı yarı açık, bahçesinde yabani otlar büyümüş bir yerdi. Defne, içeri girdiğinde tozlu ama korunaklı bir alan buldu. Bir köşede eski bir battaniye, masada paslı bir çaydanlık vardı. Kulübe, korkunç ama özgür hissettirdi.
İlk geceyi orada geçirdi. Aç ve üşümüş halde, annesinin fotoğrafına sarılıp uyudu. Sabah olduğunda, kulübenin sessizliği ona huzur verdi. Dışarıda yağmur dinmiş, güneş parlamaya başlamıştı. Defne, kulübenin etrafını keşfetti. Yakında bir dere vardı, suyu tertemizdi. Birkaç yabani elma ağacı buldu, karnını doyurdu.
Günler geçti. Defne, kulübede kalmaya devam etti. Kendi küçük dünyasını kurdu: Dere kenarında çamaşır yıkadı, ormandan topladığı dallarla ateş yaktı, kitaplarını okudu. İlk kez kimse ona bağırmıyor, kimse onu azarlamıyordu. Yalnızlık bazen ürkütücüydü ama özgürlük, korkudan daha ağır basıyordu.
Bir gün, kulübeye yaklaşan ayak sesleri duydu. Korktu, saklandı. Gelen, yaşlı bir adamdı; köyün yakınındaki çiftlikte yaşayan Mehmet Dede. Kulübenin kapısını araladı, Defne’yi fark etti. “Kimsin sen evlat?” diye sordu yumuşak bir sesle. Defne, başta konuşmak istemedi. Ama Mehmet Dede’nin sıcak bakışları ona güven verdi. Kısa bir sessizlikten sonra, başından geçenleri anlattı.
Mehmet Dede, Defne’ye yiyecek getirdi, ateşi yakmasına yardım etti. “Burası yıllar önce oğlumun kulübesiydi,” dedi. “O da senin gibi, bazen dünyadan kaçmak isterdi.” Defne, ilk kez bir yetişkinin ona şefkat gösterdiğini hissetti. Mehmet Dede, ona kulübede kalmasına izin verdi, haftada birkaç kez uğrayıp yiyecek ve kitap getirdi. Defne, onunla sohbet etmeyi, hayat hikayelerini dinlemeyi çok seviyordu.
Kulübede geçen haftalar, Defne’yi değiştirdi. Kendi başına hayatta kalmayı öğrendi, doğayla dost oldu. Mehmet Dede ona cesaret verdi: “Hayat bazen adil değildir. Ama senin kalbin temizse, yolunu bulursun.” Defne, okula gitmeyi özlüyordu ama geri dönmek istemiyordu. Bir gün, Mehmet Dede ona bir teklif yaptı: “İster misin, birlikte köye inelim, senin için bir çözüm bulalım?”
Defne, korkusunu yenip kabul etti. Mehmet Dede ile birlikte köy muhtarına gittiler. Defne, yaşadıklarını anlattı. Muhtar, durumu ciddiye aldı ve sosyal hizmetlerle iletişime geçti. Kısa süre içinde Defne’nin hikayesi yetkililere ulaştı. Gülten’in ona yaptığı kötü muamele ortaya çıktı, babası ise gerçekleri öğrenince büyük bir utanç ve pişmanlık yaşadı.
Defne, kısa süreliğine bir çocuk koruma merkezine yerleştirildi. Orada, kendisi gibi zor durumda olan çocuklarla tanıştı. İlk başta yabancılık çekti ama zamanla yeni arkadaşlar edindi, hayatında ilk kez kendini güvende hissetti. Mehmet Dede onu sık sık ziyaret etti, ona kitaplar ve mektuplar getirdi.
Aylar sonra, Defne için yeni bir yol açıldı. Babası, Gülten’den ayrıldı ve kızını geri almak için mücadele etti. Defne, babasının değiştiğini, artık onu gerçekten dinlediğini fark etti. Birlikte küçük bir eve taşındılar. Defne, okula döndü, yeni arkadaşlar edindi. Zamanla, kulübedeki günlerini bir hatıra olarak sakladı; orada yalnız ama özgür olduğu, kendi gücünü keşfettiği zamanlar olarak.
Mehmet Dede ise Defne’nin hayatında bir rehber oldu. Defne, ona her hafta uğradı, kulübede birlikte oturup sohbet ettiler. Defne’nin kalbinde artık bir aile, bir umut ve bir sevgi vardı. Zalim üvey annesinden kaçışı, onu korkunun ötesinde bir cesarete, terk edilmiş bir kulübede bulduğu kader ise ona yeni bir hayat armağan etmişti.
Defne, bir gün kulübenin kapısında otururken yıldızlara baktı ve annesinin fotoğrafını elinde tuttu. “Artık yalnız değilim,” dedi fısıltıyla. “Kendi yolumu buldum. Ve kimse beni tekrar kaybetmeyecek.”
.