Öykü: Terzi Dükkânındaki Kız
İstanbul’un Ümraniye mahallesinde yaz sıcağı, dar sokaklara çökmüş durumda. Eski apartmanların gölgelerinde çay kokuları yükseliyor. Bu sokakların bir köşesinde, zamanın unuttuğu küçük bir dükkan var: Terzi Leyla’nın dükkânı. O dükkâna, milyoner iş insanı Ahmet Demir, şık takım elbisesi ve antika kol saatiyle adım atıyor; kirasını tahsil etmek ve boşaltma sürecini başlatmak için… Ama o eski kapıdan içeri girince, beklenmedik bir şeyle karşılaşacak.
Ahmet, Avrupa’da onlarca ticari bina sahibi olsa da, nadiren bizzat gelir. O gün gelmesinin sebebi, terzi dükkanının uzun süredir tüm tahliye bildirimlerine, resmi uyarılara kulak asmamasıydı. Sessizlik onun düşmanıdır — sessizlik, kontrolü yitirme işaretidir.
Eski bir anahtarla kapıyı açıyor; kapı gıcırdarken bir zil çınlıyor. İçerisi loş. Tozlu ışık huzmeleri perdelerin arasından geçiyor. Manekenler, yıllar önceki modanın elbiselerini taşırken gölgeler onlarla dans ediyor. Ahmet ilerledikçe, bir vızıltı duyuyor: dikiş makinesi sesi.
Mankenler ve kumaş ruloları arasından ilerliyor ve onu görüyor: daha sekiz yaşına varmamış narin bir kız çocuğu, dikiş makinesine eğilmiş. Küçük elleri ipliği kumaşa geçiriyor; yüzünde korku var. Elbisesi lekeli, parmakları kesiklerle dolu.
“Merhaba,” diyor Ahmet nazikçe. Kız irkiliyor, iplik makaraları düşüyor. Gözleri korkuyla büyüyor. Ahmet çömeliyor. “Korkma, sana zarar vermem. Adın ne?” “Ece,” fısıldıyor kız. “Burada yalnız mısın?” diye soruyor Ahmet. Ece başını sallıyor; “Teyzem gelir,” diyor korkuyla.
O anda kapı gürültüyle açılıyor. Orta yaşlı bir kadın, elinde market poşetleriyle beliriyor: Leyla Kılıç. “Siz kimsiniz?” diye soruyor sertçe. Ahmet ayağa kalkıyor. “Ben bu binanın sahibiyim. Kira için geldim; ama şimdi bu çocuğun neden çalıştığını merak ediyorum.” Kadın, “Ece çalışmıyor, terzi makinesiyle oynamayı sever,” diyor sessizce. “Onu yabancılarla konuşmamalıyım.” Ama Ahmet kızın ellerine, kan kesiklerine bakıyor.
Leyla sertçe savunuyor: Ece okula gitmiyor, sabah ateşliydi. Ama Ahmet’in zihni karmakarışık; ne görüyorsa artık sadece o görüntü var: küçük bir çocuk zorla çalıştırılıyor. Dükkan, yıllardır bir giz olmalıydı.
Ofise döndüğünde, asistanından Leyla ve Ece hakkında tam bir araştırma yapmasını istiyor. Üç saat sonra gelen bilgiler korkunç: Terzi dükkanı derin borç batağında. Fakat alacaklılar Leyla’yı rahatsız etmemiş. Ece’nin resmi vasi kaydı yok. Okul kaydı bile yok. Resmî belgelerde neredeyse görünmez durumda.
Ahmet öfkeyle oturuyor; bir çocuk bu kadar savunmasız bırakılmış. Deniz isimli avukatıyla birlikte, eski bir terzi olan Ayşe ile görüşmeye karar veriyor. Ayşe çay ocağında elleri titreyerek oturuyor. Leyla’nın dışarıdaki sevecen teyze maskesinin ardında zalimce davranışlar olduğunu anlatıyor: Ece’yi dinlenmeye izin vermeden çalıştırıyormuş, hata yapsa sert cezalar verirmiş, hatta bir defasında masa altına saklanırken bile azarlanmış.
Ayşe, yetkililerden yardım istemiş ama korunamamış. Onu tehdit etmişler. Açıklanamayan mektuplar, fotoğraflar ve sessiz korkular… Bu işin yalnızca bir kira problemi olmadığını Ahmet de artık görüyor.
O gece, Ahmet habersizce dükkâna geliyor. Zil çalıyor; kapı açılıyor ama kimse yok. Leyla’nın yüzü bir bulut gibi kararıyor. Ahmet, “Artık bu kira meselesi değil. Ece’nin yasal statüsünü konuşacağız,” diyor. Leyla’nın savunması bozuluyor; suçlamalar geliyor: vasi olamama, istismar, çocuğu miras fonlarından arındırma…
Ece arka odadan korkulu gözlerle bakıyor. Ahmet diz çöküyor: “Seni buradan çıkaracağım. Artık korkmana gerek yok.” O an Ece’nin dudakları titriyor, “Bana zarar verir misin?” diye soruyor. Ahmet: “İzin vermem,” diyor sessizce.
Fakat Leyla peşini bırakmıyor. Gece yarısı, Ahmet’i, arabayla takip eden bir araçla tehdit ediyorlar. Ahmet’in arabası kontrolden çıkıyor; direksiyonu kırıyor. Kimliği belirsiz adam, “Kızdan uzak dur, yoksa sonraki sefere yürüyemezsin,” diyor. O an Ahmet’in yüreği sıkışıyor; bu işin tehlikesi çok daha derinde.
Artık sessiz kalamaz. Avukatlarla, mahkeme süreciyle harekete geçiyor. Leyla’nın yurt dışına kaçma planı olduğu bilgisi geliyor; Ece’yi kaçırmak istiyormuş. Koruma emri çıkarılıyor; mahkeme mesaisi başlıyor. Sirkeci garında Leyla ve Ece yakalanıyor. Polis müdahale ediyor. Ahmet, Ece’yi teslim alıyor. Mahkeme salonunda sessizlik çökerken Hakim Melike Hanım kararını okuyor: Leyla hapse mahkûm; Ece’ye kalıcı velayet veriliyor; vasi haklarından men edildi; miras fonları iade edilecek. Ve en dokunaklı cümle: “Sana baba diyebilir miyim?” Ece, gözyaşlarıyla: “Evet,” diyor.
Bir yıl sonra Boğaz manzaralı yeni evde, sabah ışığında güne başlıyorlar. Ece neşeyle resim çiziyor; “Terzi makinesi nerede?” diye soruyor. Ahmet gülümseyerek: “Sonsuza dek gitti,” diyor. Ece “Bu biziz,” diyerek kalbine attığı küçük kalp resmini gösteriyor. O resim, Ahmet’in her şeyi riske ettiği sebep.
Ve böylece, küçük bir kız, terzi dükkânında belki sessiz göründü; ama hayatı tersine çevirdi, bir milyonerin dünyasına değerler getirdi.