Garson, kimsenin görmediği belirtileri fark etti… ve milyonerin oğlunu tam zamanında kurtardı.

Garson, kimsenin görmediği belirtileri fark etti… ve milyonerin oğlunu tam zamanında kurtardı.

.
.

Bir zamanlar, Berlin’in en prestijli oteli Hotel Adlon Kempinski’nin altın renkli salonunda, lüksün ve zenginliğin gölgesinde bir hayat mücadelesi yaşanıyordu. Akşam saatleri, kristal avizelerin altında gülüşmeler, sohbetler ve şampanya kadehlerinin şıngırtıları arasında geçiyordu. Ancak bu kalabalığın içinde, Selim Yılmaz adında bir garson, kimsenin fark etmediği bir gerçeği gözlemliyordu.

Kıvırcık saçlı küçük bir çocuk, masanın köşesinde oturmuş, yavaş yavaş hayata veda ediyordu. Çocuk, Murat Koçak’ın oğlu Can’dı. Murat, Almanya’nın en büyük süpermarket zincirinin sahibi olan, başarılı bir iş adamıydı. Oğlunun yanında oturması, onun için bir başarı ve mutluluk göstergesiydi. Ancak Selim, Can’ın davranışlarındaki anormallikleri fark etmişti. Çocuk sürekli su istiyor, masadaki tatlılara hiç dokunmuyordu. Yanakları solgun, nefes alışverişi ise garip bir hızda gerçekleşiyordu.

Garson, kimsenin görmediği belirtileri fark etti... ve milyonerin oğlunu  tam zamanında kurtardı. - YouTube

Selim, yıllardır insanları okuyabilen biriydi. On yıl önce tıp fakültesini yarıda bırakmıştı; ancak tıbbi bilgileri hala zihninde tazeydi. O an, Can’ın durumu hakkında endişelenmeye başladı. Su içme isteği çocuklarda diyabetin en önemli belirtilerinden biriydi. Ancak sadece bu da değildi; Selim, çocuğun nefesinde hafif bir meyve kokusu olduğunu fark etti. Bu, diyabetik ketoasidozun bir belirtisiydi ve acil müdahale gerektiren ciddi bir durumdu.

Selim, çocukluk anılarına daldı. 16 yaşında, benzer belirtilerle hastaneye kaldırıldığında annesinin durumu fark etmediğini hatırladı. O zamanlar ailesi mali zorluklar içindeydi ve özel doktor parası yoktu. Şimdi karşısında duran bu zengin çocuk da aynı tehlikeyle karşı karşıyaydı. Selim’in kalbi hızlandı; karar verme zamanı gelmişti. Ya sesini çıkarıp bir çocuğun hayatını kurtaracaktı ya da korkaklık edip pişmanlık duyacaktı.

Selim, derin bir nefes aldı ve Murat Koçak’a doğru yürümeye başladı. Murat, iş ortaklarıyla projelerini tartışırken Selim’in yaklaşmasını fark etti. Selim, “Affedersiniz efendim, oğlunuz için biraz taze hava almak ister misiniz? Balkonda güzel bir manzara var,” dedi. Murat şaşkınlıkla ona baktı. “Neden böyle bir öneride bulunuyorsun?” diye sordu. Selim, “Çocuğunuz biraz solgun görünüyor,” dedi. Murat’ın sesi sertleşti. “Oğlumla ilgili bir sorun mu var?”

Selim, “Efendim, benim biraz tıp bilgim var. Oğlunuzun belirtilerini gözlemledim. Hızlı nefes alıyor, tatlıları reddetti ve sürekli su içiyor,” dedi. Murat, Selim’in söylediklerini duyduğunda endişelendi. “Ne demek istiyorsun?” diye sordu. Selim, “Diyabet belirtileri olabilir. Acil doktor kontrolü gerekebilir,” dedi. Murat, Selim’in gözlerine dikkatle bakarken, Can’ın durumu daha da kötüleşti.

Selim, “Lütfen bana güvenin. 10 yıl önce tıp fakültesindeyken böyle vakaları gördüm. Ailemi geçindirmek için okulu bırakmak zorunda kaldım ama bilgimi kaybetmedim,” dedi. Murat, Selim’in ciddiyetini görünce, “Tamam, gidelim. Ama eğer yanılıyorsan sorumluluğu alırım,” dedi. Selim, “Ama yanılmıyorsam oğlunuzun hayatını kurtarmış olacağız,” diye yanıtladı.

Asansöre doğru yöneldiler. Selim, Can’ın nabzını kontrol etti; hızlı ve zayıftı. Nefesindeki keton kokusu artmıştı. “Ne kadar zamandır böyle?” diye sordu. Murat, “Bugün öğleden sonra başladı sanırım. Sürekli su içmek istedi,” dedi. Selim, “Ama bazen bu hastalıklar hayati tehlike arz edebilir,” diye uyardı. Asansör zemin kata ulaştığında, Selim otelin resepsiyonuna koştu. “Acil bir ambulans çağırın. Diyabetik acil durumu,” dedi. Murat, “Ambulans mı? Kendi arabamla gidebilirim,” diye itiraz etti. Selim, “Hayır efendim. Oğlunuzun durumu ciddiyse ambulansa tıbbi müdahale gerekebilir,” dedi.

Ambulans geldiğinde, Selim Can’ın belirtilerini paramedik ekibine açıkladı. Murat, Selim’in yaşadığı değişimi şaşkınlıkla izliyordu. “Kan şekeri 450’nin üzerinde,” dedi paramedik ekip lideri. “Sever diyabetik ketoasidoz. Tam zamanında yakalamışız.” Murat’ın yüzü bembeyaz oldu. “Ne demek tam zamanında? Birkaç saat daha geç kalsaydınız çocuğunuz komaya girebilirdi,” dedi paramedik.

Selim, “Ben de gençken aynı şeyi yaşadım,” dedi. Ambulansa Can’a IV sıvı verilmeye başlandı. Selim, Murat’a durumu açıklamaya devam etti. “Diyabet tip 1 genelde çocukluk döneminde ortaya çıkar. Vücut insülin üretmeyi durduruyor. Bu Can’ın suçu değil, ailenizin suçu da değil. Genetik bir durum.” Murat, Selim’in elini tutarak dinliyordu. “Nasıl bildin? Sen gerçekten garson musun?” diye sordu. Selim, “Tıp fakültesi 3. sınıftayken ailem mali zorluklara düştü. Babam kalp krizi geçirdi. Anneme bakmam gerekti. Okulu bıraktım. Almanya’ya geldim,” dedi.

“10 yıldır garsonluk yapıyorum ama bilgimi unutmadım,” diye ekledi. Can, ambulansa gözlerini araladı. “Baba, neredeyiz?” diye sordu. Murat, “Hastaneye gidiyoruz evladım. Selim amca seni kurtardı,” dedi. Murat, Selim’e yeni bir saygı tonuyla baktı.

Hastaneye vardıklarında, Doktor Ayşe Demirer çocuk acil servisinde onları karşıladı. Selim’in verdiği bilgiler sayesinde müdahale hızla başladı. “Ketoasidoz bulguları mevcut ama şiddetli değil,” dedi doktor Ayşe. “Kim fark etti?” diye sordu. Murat, “Selim Bey. Garson olarak çalışıyor ama tıp geçmişi var,” dedi.

Doktor Ayşe, “Hangi üniversitedeydiniz?” diye sordu. Selim, “İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi 3. sınıfta bıraktım,” dedi. “Çok iyi gözlem. Birkaç saat daha geç kalsaydınız sonuçlar çok farklı olabilirdi,” dedi doktor. “Diyabet konusunda deneyiminiz var mı?” “Kişisel deneyim. 16 yaşımda teşhis kondu. Annem tek başına büyütüyordu. Belirtileri fark etmekte geç kaldık. Neredeyse ölüyordum.”

Murat, bu açıklamayı duyunca şok oldu. Karşısındaki adam sadece bir garson değil, hayat tecrübesi yaşamış, bilgi sahibi biriydi. Can’ın tedavisi başladı. İnsülin infüzyonu, sıvı replasmanı. Çocuk yavaş yavaş kendine gelmeye başladı. “Selim,” dedi Can zayıf bir sesle. “Beni kurtardın.” “Hayır evladım. Sen zaten güçlü bir çocuksun. Ben sadece fark ettim,” dedi Selim gülümseyerek.

Doktor Ayşe, Murat’a durumu açıkladı. “Oğlunuz tip 1 diyabet hastası. Bundan sonra günlük insülin ihtiyacı olacak ama normal bir hayat yaşayabilir.” Murat, “Nasıl anlayabilirim bundan sonra?” diye sordu. “Öğrenirsiniz,” dedi Selim. “Ben öğrendim. Siz de öğrenirsiniz. Önemli olan çocuğunuzun sağlıklı büyümesi.” Murat, Selim’e baktı. Bu adamın hayat hikayesi ona çok şey öğretiyordu.

Gece ilerledikçe hastane koridorlarında Murat ve Selim yan yana bekliyordu. Can’ın durumu stabilize olmuştu ama doktorlar gözlem altında tutuyordu. “Nasıl anladın?” diye sordu Murat sonunda. “Yani bu kadar emin nasıl oldun?” Selim, “16 yaşımdayken annem tek başına üç çocuk büyütüyordu. Ben en büyüğüm. Babam inşaat işçisiydi. Kalp krizi geçirince çalışamaz oldu. O günlerde diyabet belirtileri başladığında annem büyüme çağı sandı,” dedi.

“Haftalar geçti. Ben de aynen Can gibi tatlıları reddetmeye başladım. Sürekli su içiyordum. Bir gün okulda bayıldım. Ambulansla hastaneye kaldırıldığımda doktorlar, ‘Bir saat daha geç gelseydiniz komaya girerdi,’ dedi.” Murat’ın içi sıkıştı. “O zaman da bu kadar genç yaşta evet ama bizim özel hastane lüksümüz yoktu. Devlet hastanesinde tedavi olduk. İnsülinler pahalıydı. Annem bazen ikinci elde almak zorunda kalıyordu,” dedi.

Selim, acı bir gülümsemeyle bunu duydu. Can o sırada odada uyuyordu. Yüzü artık normal rengini almıştı ve nefes alışı düzelmişti. Ama Murat’ın zihninde fırtınalar kopuyordu. Para bu durumda hiçbir işe yaramadı, diye düşündü. Murat, “Milyonlarca euroya rağmen oğlumun ölümünü engelleyen şey bir garsonun yaşanmış tecrübesiydi.”

Bir Garson Herkesin Görmezden Geldiği Belirtileri Fark Etti.Ve Milyarderin  Oğlunun Hayatını Kurtardı

“Selim,” dedi Murat ciddi bir sesle. “Tıp okumaya devam etmek istemiyor musun?” Selim şaşırdı. “Efendim, yani okulu neden bıraktığını anlıyorum ama şimdi durum farklı değil mi?” “Ben 40 yaşına yaklaştım. Üstelik Almanya’da tıp okumak çok farklı. Dil, sistem, bürokratik işlemler. Bunların hepsi çözülür,” dedi Murat kararlılıkla.

“Esas soru şu: Hala doktor olmak istiyor musun?” Selim uzun uzun düşündü. 10 yıldır görmediği hayalleri canlanmaya başladı. Beyaz önlük, hastalarla konuşmalar, yaşamları kurtarmak. “Mali değer ne değer, duvardaki diploma mı yoksa cilde nakşedilmiş tecrübe mi?” Bu soru Selim’in de zihninde yankılanıyordu.

Doktor Ayşe odaya girdi. “Can’ın durumu çok iyi. Sabah evine gidebilir ama bundan sonra düzenli kontroller gerekecek.” Murat, “Doktor hanım, Selim Bey’in tıp geçmişi var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?” dedi. Doktor Ayşe, Selim’e baktı. “Gerçekten çok iyi müdahale etti. Diyabet konusunda bu kadar bilgili olmak kolay değil.”

“Almanya’da devam etmek istiyor musunuz?” diye sordu. “Şaritede deneyimli kişilere ihtiyacımız var. Özellikle Türkçe bilen doktorlara.” Selim’in kalbi hızlandı. Hayatının en önemli kararlarından biri karşısındaydı ama “Ben…” diye başladı. “Hiç ama yok,” dedi Murat keskin bir sesle. “Oğlumun hayatını kurtardın. Bu sadece tesadüf değil. Sen doktor olman gereken birisin.”

Can o sırada gözlerini açtı. “Baba Selim amca, iyisin evladım. Selim amca sayesinde iyisin,” dedi Murat’ın elini okşarken. “Selim amca, sen gerçekten doktor musun?” diye sordu Can merakla. “Hayır evladım, garsonum,” dedi Selim. “Ama beni doktor gibi kurtardın,” dedi Can. “O zaman doktor olmak istemiyor musun?” Çocuğun bu basit sorusu, Selim’in kalbinde derin yankılar bıraktı. Bazen en karmaşık sorulara en basit cevapları çocuklar verirdi.

“Bilmiyorum evladım,” dedi Selim dürüstçe. “Bence olmalısın. Çünkü sen insanları iyileştirmesini biliyorsun,” dedi Can gülümseyerek. Murat, oğlunun bu sözlerini duyunca gururla baktı. Çocuk, büyüklerin göremediği bir gerçeği açıkça ifade etmişti. “Ne dersin Selim?” diye sordu Murat. “Bir çocuğun hayatını kurtarmak için yeterli değil mi?”

Sabah olduğunda Can taburcu edilmeye hazırdı. Doktor Ayşe, ailesine diyabet yönetimi hakkında detaylı bilgi verdi. Selim de yanlarında kaldı çünkü Murat onun deneyiminin değerli olduğunu düşünüyordu. “Tip 1 diyabet yaşam boyu bir durum,” dedi doktor Ayşe. “Ama doğru yönetimle Can normal bir çocukluk geçirebilir. Spor yapabilir, okula gidebilir, arkadaşlarıyla oynayabilir.” Can merakla dinliyordu. “Doktor teyze, ben artık hasta mıyım?”

“Hayır canım. Sen sadece vücudunun farklı çalıştığı bir çocuksun. Selim amca gibi. O da senin gibi yaşadı ve bak ne kadar güçlü,” dedi doktor Ayşe. Selim, Can’a döndü. “Evladım, ben diyabet ile 30 yıldır yaşıyorum. Sen de başaracaksın.” “Gerçekten mi? Sen de benim gibi miydin?” Can’ın gözleri parlıyordu. “Evet. Ve şimdi bak, seni kurtarabilecek kadar güçlüyüm,” dedi Selim gülümseyerek.

Hastaneden çıkarken, Murat Doktor Ayşe’ye özel bir soru sordu. “Doktor hanım, Selim’in tıp eğitimine devam etmesi için ne gerekir?” “Önce dil yeterlilik sınavı, sonra denklik sınavları. Ama deneyimi göz önüne alındığında büyük avantaja sahip,” dedi doktor Ayşe.

Selim, bu konuşmaları duyunca şaşırıyordu. “Efendim, neden bu kadar ısrar ediyorsunuz?” Murat durdu ve Selim’e doğrudan baktı. “Çünkü dün gece sen bana çok önemli bir şey öğrettin. Para, statü, başarı. Bunların hiçbiri çocuğumu kurtarmadı. Asıl kurtaran senin bilgin ve cesaretin oldu.”

Ama bu sadece şans. “Hayır, şans değil. Sen 10 yıldır garsonluk yapıyorsun ama tıbbi bilgin kaybetmedin. Bu tutkudur, çağrıdır,” dedi Murat. Can aralarındaki konuşmayı dinliyordu. “Baba Selim amca doktor olursa beni tedavi edebilir mi?” “Tabii ki evladım. Hatta onun gibi diyabet uzmanı olabilir,” dedi Murat.

“Bu hikaye beni düşündürüyor. İnsanlara karşı önyargılarımızı bırakıp onların gerçek değerini görmeyi ne zaman öğreneceğiz?” Selim iç çekti. “Efendim, çok naziksiniz ama ben yaşlandım. Baştan başlamak çok zor.” “Yaşlandın mı?” Murat şaşırdı. “34 yaşındasın. Dünyanın en genç doktoru olursun.”

Doktor Ayşe konuşmaya dahil oldu. “Selim Bey, size teklif var. Hastanemizde diyabet eğitim programında çalışabilirsiniz. Hem hastalarla tecrübenizi paylaşırsınız hem de tıp eğitiminizi devam ettirirsiniz.” “Nasıl yani?” “Part-time çalışırsınız, part-time okursunuz. Almanya’da böyle programlar var. Özellikle deneyimli sağlık çalışanları için,” dedi doktor Ayşe.

Selim’in gözleri doldu. 10 yıldır hayal kurduğu şey karşısında duruyordu. “Ama mali durum…” “Mali durumu ben hallederim,” dedi Murat kararlılıkla. “Bu sadece yardım değil. Bu yatırım. Sen doktor olduğunda Can’ın sürekli danışmanı olacaksın.” Can heyecanla zıpladı. “Evet, Selim amca doktorum olsun.”

“Peki ailene sorman gerekmiyor mu?” diye sordu doktor Ayşe. Selim sessizleşti. “Ailem İstanbul’da. Annem yaşlı. Kardeşlerim var. Onlara para gönderiyorum. Bu sorun değil,” dedi Murat. “Ailenin desteğini de sağlarız. Önemli olan senin kararın.”

Selim uzun uzun düşündü. Hayatının dönüm noktasındaydı. “Bir şey sorayım,” dedi Can ciddiyetle. “Selim amca sen doktor olursan mutlu olur musun?” Bu çocuk, su gibi derin bir soru sordu. Selim’in kalbindeki tüm duvarları yıktı. “Evet evladım, çok mutlu olurum,” dedi gözleri parlayarak. “O zaman karar verdin,” dedi Can sevinçle.

Hastaneden çıktıktan üç gün sonra Selim, Hotel Adlon’da normal vardiyasını çalışıyordu. Can’ın kurtarılması hala zihnini meşgul ediyordu. Murat’ın teklifi de kafasında dönüp duruyordu. 40 yaşına yakın bir adam için hayat değiştirmek gerçekten mümkün müydü?

Öğlen saatlerinde resepsiyon Selim’i aradı. “Bay Yılmaz, sizin için bir ziyaretçi var.” Lobiye indiğinde Can’ı gördü. Çocuk elinde büyük bir çikolata kutusu ve bir mektupla bekliyordu. Yanında Murat yoktu. “Selim amca!” Can koşarak sarıldı. “Sana bir şey getirdim.” “Evladım, neden geldin? Baban nerede?”

“Baba arabada bekliyor. Ben seninle konuşmak istedim,” dedi Can ciddiyetle. Selim, çocuğun elindeki mektubu merak etti. “Bu ne?” “Ben yazdım. Oku lütfen,” dedi Can. Heyecanla Selim mektubu açtı. Çocukların o sevimli yazısıyla yazılmıştı.

“Sevgili Selim amca, sen beni hastanede kurtardın. Doktor teyze dedi ki, ‘Sen olmasaydın ben ölecek miydim?’ Bu çok korkutucu ama sen vardın. Baba dedi ki, ‘Sen de benim gibi hastaymışsın. Ama sen güçlü oldun ve beni kurtardın. Ben de senin gibi güçlü olmak istiyorum. Eğer sen doktor olursan başka çocukları da kurtarabilirsin. Benim gibi hasta olan çocukları. Lütfen doktor ol.’”

Sevgiyle Can’ın gözleri doldu. Çocuğun masumiyeti ve samimiyeti onu derinden etkiledi. “Can, bu çok güzel. Teşekkür ederim,” dedi Selim. “Selim amca, gerçekten doktor olacak mısın?” diye sordu Can umutla. “Bilmiyorum evladım, çok zor.” “Ama sen zaten doktorsun,” dedi. “Can, sen beni iyileştirdin. Diploma sadece kağıt parçası.”

Bu sözleri duyan Selim şaşırdı. 7 yaşındaki bir çocuk, hayatın en derin gerçeklerinden birini söylemişti. O sırada Murat içeri girdi. “Selim, Can’ı burada bulacağımı biliyordum.” “Efendim, Can çok nazik bir mektup yazmış,” dedi Selim. “Onu okudum. Can’ın bu mektubu yazması kendi kararıydı,” dedi Murat.

“Ama ben de size bir şey söylemek istiyorum,” dedi Murat. Cebinden bir çek çıkardı. “Bu tıp eğitiminiz için başlangıç. Geri ödemesini de istemiyorum.” Selim, çeki görünce dondu kaldı. Rakam çok büyüktü. “Efendim, bu çok fazla. Alamam. Bu sadık değil.” “Tanınma,” dedi Murat. “Sen oğlumun hayatını kurtardın. Ben de senin hayallerini kurtarmak istiyorum.”

Can aralarında konuşurken, “Selim amca kabul et lütfen. Sen doktor olursan ben hasta olduğumda korkmam. Çünkü sen beni anlarsın,” dedi. Selim, uzun uzun düşündü. Karşısında duran çocuk ona sadece maddi destek değil, moral de veriyordu. “Tamam,” dedi Selim sonunda. “Kabul ediyorum ama bir şartla.” “Nedir?” diye sordu Murat. “Ben doktor olduğumda Can’ın sürekli doktoru olacağım ama sadece onun değil, Türk toplumundaki diyabet hastalarının da, özellikle fakir ailelerin çocuklarının.”

Murat gülümsedi. “Bu daha da güzel. Anlaştık.” Can sevinçle zıpladı. “Yaşasın, Selim amca doktor olacak.” Doktor Ayşe, o gün hastanede konuşmuştu. “Selim Bey, gelecek hafta başvuru işlemlerinizi başlatabiliriz. Size özel program hazırladık.”

Bir ay sonra Selim, Şarite’de part-time çalışmaya başladı. Hem diyabet eğitim merkezinde hastalarla çalışıyor hem de tıp eğitimine devam ediyordu. Ailesi İstanbul’da artık rahat yaşıyor, annesine düzenli para gönderebiliyordu. Can, düzenli kontrollerine geliyordu ve her seferinde Selim’le uzun uzun konuşuyordu. Çocuk artık diyabetiyle yaşamayı öğrenmişti ve diğer hasta çocuklara da yardım ediyordu.

Kaç kez hayatımızda gururu bir yana bırakıp uzatılan eli kabul etme şansımız olur ve kaç kez acı tecrübemizi başkalarını iyileştirme aracına dönüştürebiliriz? Üç yıl sonra, Doktor Selim Yılmaz diplomasını aldığında Can da törende ön sırada oturuyordu. Çocuk artık 10 yaşındaydı ve büyüdüğünde doktor olmak istediğini söylüyordu.

Böylece o hastane odasının sessizliğinde iki hayat değişti. Bir çocuk ikinci bir şans kazandı. Bir adam ise amacını yeniden buldu. Hayat alışılmadık bir ironiyle bir garsonun o gecenin gerçek doktoru olmasını sağlamıştı. Selim şimdi Berlin’deki Türk ailelerin en güvendiği pediatrist. Can’ın hikayesi ise onun muayenehanesinin duvarında asılı diğer ailelere umut veriyordu.

Bazen en büyük mucizeler en sıradan anlardan doğar.

 

 

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News