“Bisikletimi Alır Mısınız, Efendim… Annem İki Gündür Yemek Yemedi” — Gerçek Herkesi Şaşırttı

“Bisikletimi Alır Mısınız, Efendim… Annem İki Gündür Yemek Yemedi” — Gerçek Herkesi Şaşırttı

.
.

Bisikletimi Alır Mısınız, Efendim? Annem İki Gündür Yemek Yemedi…

İstanbul’un kalbi, İstiklal Caddesi… Öğleden sonra saatleri, kalabalık ve hareketlilikle doluydu. İnsanlar işlerine, alışverişlerine koşturuyor, tramvaylar tıngırdayarak geçiyor, sokak satıcıları simit ve mısır satıyordu. Kafelerden yükselen kahve kokusu egzoz dumanlarıyla karışıyordu. Herkesin bir telaşı, bir derdi vardı. Fakat o kalabalığın içinde, gözlerden saklı kalan iki küçük kız kardeş vardı; Ayşe ve Zeynep.

Ayşe on yaşında, ince yapılı, koyu saçları iki örgüyle toplanmıştı. Örgüleri bir zamanlar özenle yapılmış, şimdi ise uçları dağılmış, kir ve terle yapışmıştı. Üzerinde birkaç gün önce giydiği, ablasından kalma büyükçe bir elbise vardı. Yüzünde morluk gibi koyu halkalar, elleri taşıdığı yük için küçüktü. Elinde karton bir levha tutuyordu; üzerinde çocuk el yazısıyla “Satılık 50” yazıyor, altında ise “Lütfen yiyeceğe ihtiyacımız var” diye eklenmişti.

Yanında yedi yaşındaki küçük kız kardeşi Zeynep, gri kapüşonlu büyük bir sweatshirt içinde kıvrılmış oturuyordu. Yüzünün çoğu kapüşonun içinde gizliydi, yanakları ıslaktı. Kollarını dizlerinin etrafına sararak dünyadan saklanmaya çalışıyordu. Önlerinde, ağacın gövdesine yaslanmış, pembe çiçeklerle süslenmiş, yanlarda beyaz yardımcı tekerlekleri olan eski bir bisiklet duruyordu. Bu bisiklet Zeynep’in tek oyuncak hatırasıydu.

İnsanlar, yüzlerinde güneş gözlükleri, ellerinde telefonları, kulaklarında kulaklıklarıyla hızla yanlarından geçiyordu. Kimse, milyonlarca insanın her gün geçtiği bu kalabalık caddede, tramvay durağının hemen yanında oturan iki çaresiz çocuğa dikkat etmiyordu. Ayşe, levhayı tutarken gözleriyle insanlara yalvarıyordu; ama kimse durmuyordu.

Ayşe’nin sesi titreyerek, “Bisikletimizi satıyoruz,” dediğinde, küçük Zeynep sessizce ağlamaya devam etti. “Annemiz iki gündür yemek yemedi,” diye ekledi. Bu sözler, İstanbul’un kalabalığında kaybolan bir çığlık gibiydi.

Tam o sırada, kırmızı ışıkta bekleyen bir grup motosikletçi durdu. Siyah deri giymiş, dövmeleriyle dikkat çeken, güçlü görünümlü adamlardı. İçlerinden biri, gür sakallı, güneş gözlüğü takan uzun boylu bir adam, çocukları fark etti. Motorundan inip yanlarına yaklaştı. Levhayı okudu, kızlara baktı ve sordu: “Neden bisikleti satıyorsunuz?”

Ayşe, küçük kardeşine bakarak, “Annemiz iki gündür yemek yemedi. Artık hiçbir şeyimiz yok,” dedi. Adam, gözlüğünü çıkarıp, yorgun ama sıcak bakışlarla kızlara baktı. “Adın ne?” diye sordu. Ayşe, “Benim adım Ayşe, bu da Zeynep,” dedi.

Adam diz çökerek, “Annen nerede şimdi?” diye sordu. Ayşe, “Evde, çok hasta ve çok aç,” dedi. Adam, motosikletçi arkadaşlarına döndü ve onlara durumu anlattı. Hepsi anladı, kimse tereddüt etmeden cüzdanlarını çıkardı. 50, 100, 200 lira… Birkaç dakika içinde ellerinde bin liradan fazla para vardı.

Adam paraları Ayşe’ye uzattı: “Bu annen için. Ve senin, Zeynep’in için.” Ayşe paraya bakarken nefes alamıyordu. Gözyaşları içinde, “Ama bu çok fazla,” dedi. Adam gülümseyerek, “İhtiyacınız olan kadar,” dedi. Sonra bisiklete baktı ve, “Bisikleti saklayın. Kardeşinin ona ihtiyacı var,” dedi.

Zeynep ilk kez başını kaldırdı. “Gerçekten mi?” diye sordu. Adam, “Gerçekten,” dedi. Çocuklar rahatlamış, umutla dolmuştu.

Adam ve arkadaşları markete gidip, yiyecek dolu torbalar aldılar. Ekmek, süt, meyve, makarna, et ve konserveler… Ayşe onları dar merdivenlerden yukarı götürdü. Eve girdiklerinde, Fatma adında, solgun ve yorgun bir kadın yatıyordu. Üç çocuk annesi Fatma, zayıf ve bitkindi; iki gündür açlıktan kalkamıyordu.

Motosikletçiler, Fatma’ya yiyecekleri verdiler. Kadın gözyaşları içinde, “Çok üzgünüm, size bunu yaşattığım için,” dedi. Adam, “Özür dileme. Yardım etmek için buradayız,” dedi. Fatma, eski kocası Murat’ın borçları nedeniyle evlerini kaybettiklerini anlattı. Kirayı ödeyemedikleri için tahliye edilmişlerdi. Yeni bir yer bulamamış, zor şartlarda yaşıyorlardı.

Murat’ı bulmak için motosikletçiler harekete geçti. Beyoğlu’ndaki bir kumarhanede olduğunu öğrendiler. Kemal ve arkadaşları, Murat’ı bulup hesap sordular. Murat, borçlarını ödemek için aileden kalan eşyaları satmış, kendine yeni bir hayat kurmuştu. Ancak motosikletçiler, Murat’ın yaptığı haksızlığı geri almak için evdeki her şeyi kamyonete yüklediler.

Bir hafta sonra Fatma ve çocukları, yeni ve gerçek bir eve taşındılar. Üçüncü katta, iki yatak odalı, sıcak suyu olan, temiz bir daireydi. Mobilyalar geri verilmişti. Fatma, “Bu artık bizim evimiz,” dedi ve gözyaşları içinde teşekkür etti.

Kemal, Fatma’ya iş bulmak için yardım etti. Sultanahmet’te iyi bir restoran vardı ve orada çalışmaya başladı. Ayşe ve Zeynep okula devam etti, hayatları normale dönmeye başladı. Zeynep pembe bisikletini bahçede sürüyor, Ayşe ise iyi notlar alıyordu.

Bir yıl sonra, Ayşe ödevini yaparken, Zeynep oyuncak bebeklerle oynuyordu. Fatma mutfakta yemek pişiriyor, ev sıcak ve güvenliydi. Ayşe, Kemal ve motosikletçilerin birlikte verdikleri yardımın ne kadar büyük bir fark yarattığını düşündü. “Bazen tek ihtiyacın olan bir kişi, gören bir kişi, önemseyen bir kişi,” dedi kendi kendine.

Bu hikaye, İstanbul’un kalabalığında kaybolan umutların, bir insanın merhametiyle nasıl yeniden yeşerebileceğinin canlı kanıtıydı. Ve bazen, hayatınızı değiştirecek olan sadece bir bisiklet, bir karton levha ve orada durup yardım etmeye karar veren bir yabancıdır.

.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News